Avusturyalı yönetmen Georg Misch'in aynı adla çektiği belgesel, Saraybosna Film Festivali'nde seyirciyle buluştu.
Bosna-Hersek'in başkentindeki hareketlilik günlerdir sürüyor. 14. Saraybosna Film Festivali, ödülüne isim olarak seçtiği gibi, gerçekten Saraybosna'nın kalbini yakalamış durumda. Şehir meydanına kurulu festival merkezi, peş peşe özel gösterimlere, basın toplantılarına, açık hava etkinliklerine ve gençlere yönelik özel organizasyonlara sahne oluyor. Bunlar arasında fırsatını bulup Başçarşı'ya kaçmak da mümkün; ama önceki gün Gençlik Tiyatrosu'ndaki bir gösterim, adeta şehirde kim varsa toplamış gibiydi. Gösterilecek film, Avusturyalı genç yönetmen Georg Misch'in 'Mekke'ye Giden Yol' adlı belgeseliydi.
Daha önce birkaç kısa film ve belgesel çeken yönetmen, üniversite arkadaşı Miriam Ali de Unzaga'nın teklifiyle filme başlamış. Başta istekli olmadığını, çünkü biyografi çalışmaktan hoşlanmadığını söylese de belli ki sonrasında çok eğlenmiş. Doğrusunu söylemek gerekirse seyirci de, muhtemelen hiçbir belgeselde olmadığı kadar eğlendi. Misch'in, Esed'in ayak izlerini takip edip Ukrayna, Avusturya, Filistin, Pakistan, Amerika, Fas, Arabistan ve İspanya'ya yaptığı yolculuğa kattığı mizahi hava, seyircileri de filme daha fazla bağladı. Deveden düşen bedeviler, Yahudi ırkçılığını dünyanın en sıradan önermesi gibi anlatan akademisyen, boş görünen Cidde Havaalanı Kontrol Kulesi'nde 'Allahüekber' sesiyle secdeden kalkan üç baş ve Esed'in mezarı başında mezar yüksekliğinin İslam'a uygunluğunu tartışanlar, bu mizahi havanın müsebbiplerinden. Salonda, merdivenler dahil, oturacak yer bırakmayan ve gösterim sonrası da seyircilerin bitmek bilmeyen soruları ve övgüleriyle karşılaşan filmin, muzır ve Johnny Depp'vari yönetmenine sorularımızı yönelttik.
'Başta bu filmi yapmak istememiştim, çünkü biyografik bir film bana cazip gelmiyor.' demiştiniz. Sonra sizi ne ikna etti?
Benim yapmak istemediğim, 'Falanca şu tarihte doğdu, şu işleri yaptı' diye anlatan bir film. Yoksa hikâye ya da Muhammed Esed'i film yapmak istemedim değil. Esed'in, 'Romantik Olmayan Doğu' adlı ilk kitabını okumaya başladığımda Filistinliler ve Yahudiler arasındaki nefreti anlattığını gördüm. 11 Eylül'den sonra bizim yaşadığımız şey de buydu; karşılıklı kutuplaşma ve nefret hali. Bunun bugüne de önemli şeyler söyleyecek bir proje olduğunu görünce Esed'in ayak izlerini takip etmeye başladık.
Görüştüğünüz insanlara nasıl karar verdiniz ve nasıl bağlantı kurdunuz?
Çok zordu. Çünkü akademisyenler, politik görüşler beyan edecek olanlar, fetva verenler olsun istemedim, onu zaten her yerde yapıyorlar. Esed'in hikâyesi içinde bulunan ve bugünkü hayatın içinde yer alan ilginç tiplerle görüşmek istedim. Araştırdık, birinin tanıdığı, onun tanıdığı derken... Çok disiplinel bir yaklaşım da değildi, kitapta Filistin seyahatinde bedevilerden bahsediliyordu mesela. Ben de 'Aa ne güzel biz de bulsak!' dedim, bulduk da. Ancak artık sadece turistlere seyirlik olarak duruyorlarmış orada. İsrail zaten bir yere gitmelerine falan izin vermiyor. Mesela duvardan söz ettik, 'Burada Yahudi bir profesör var, bunun üzerine çalışıyor.' dediler. Biz de e-mail attık, konuşmak istediğimizi söyledik. Ama zor bir adamdı, 'Bu, duvar! Burada Filistinliler, burada da Yahudiler, bu kadar basit!' diye olayı çözmüştü.
Filmdeki mizahi yaklaşımı tercih etme sebebiniz nedir?
Benim karakterim bu! Ciddi bir konuyu gülerek anlatmakta yanlış bir şey yok. Bedevinin deveden düşüşüne kahkahalarla güldükten sonra içinde bulunduğu durum dolayısıyla ağlamak istiyorsunuz. Bunun bütün politik doğrulardan, akademik laflardan, biyografik bilgilerden önemli olduğunu düşünüyorum. Bu seyirciye dokunabildiğinizi gösterir. İnsanların diğer insanlara değil, ama onlarla birlikte gülebilmesi en güçlü duygulardan biridir. Avusturya'da filmi görenler daha önce hiç bilmedikleri bir İslam'ı gördüklerini, o yolculuğun kendilerine çok ilginç geldiğini söyledi. Bu arada Müslümanlar da filmin sonunda Esed'in ses kaydında yaptığı eleştiri üzerine düşündüler. Bu İslam'ı değil, ama Müslümanların şu anki durumunu eleştiriyordu.
Filmde gördüğümüz her şey gerçek mi? Çünkü gerçek olamayacak kadar komik sahneler var.
Mesela bedevilerle ilgili bölümde, o adam beş yıldır deveye binmemişti. Orada bir düzenleme var, Esed'in yolculuğundaki gibi bir bedeviyi deve sırtında görüntülemek istiyordum, ama tabii ki adama ben demedim 'Binmeye çalış da iki adım gidemeden devenin sırtından düş' diye! Bunlarda bir problem yok, bir belgeseldeki en kurmaca şey karşına bir adamı oturtup konuşmaktır.
Peki bütün bu yolculuk sonucunda siz nasıl bir manzara görüyorsunuz? Bunun size kattığı neler oldu?
Gördüğüm şu ki, Muhammed Esed araştırarak Müslüman olmuş, özellikle Yahudilikteki üstün ırk fikrini benimsemediği için 'Bütün Müslümanlar dil, ırk fark etmeden kardeştir' diyen İslam'dan çok etkilenmiş. Ancak Müslümanların durumundan hoşnut değil, bunu da söylüyor, bir özeleştiri fırsatı sunuyor. Ben bunu önemsiyorum, ben de hata yapmış olabilirim ya da belki senin söylediklerin arasında doğru şeyler vardır diye bakabilmeyi başarsak çok daha iyi olacak. Ama bunun için düşünmek gerekiyor. Filmi bu yüzden 'düşünen insanlara' ithaf ettim, düşünmek istemeyenler seyreder ve giderler.
Günseli Işık / Zaman