Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Din ve Sosyoloji

Milletler arasındaki siyaseti belirleyen şey, sadece çıkarlar olmayıp din, kimlik ve kültür de ilişkileri belirleyen başlıca unsurlardandır.

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-08-19 07:55:00

Din ve Sosyoloji

Kemal Habib*

Batılı sosyoloji, tezlerini Fransız devriminden sonra Avrupa kıtasının gördüğü büyük dönüşümler çerçevesinde ortaya koydu. Bu tezler, bu dönemde din karşısında insanın, modernliğin, rasyonalizmin, ilerlemenin ve maddenin zaferi anlamına gelen laiklik çağı olan yeni bir çağı dile getirmekteydi. Sosyoloji ve alt kolları; dini, mitolojik bir unsur olarak gördüğünden, ona karşı olumsuz bir tavır takınmış, dini sadece görülebilen şeyleri araştıran ve metodu sadece tecrübe/deneye dayanan bilimin ilgi alanı olarak görmemiştir. İslam dünyasında da sosyoloji, Arap dünyasında sosyolojiyi kuran kişilerin önemli bir bölümünün Batılı sosyal bilimlerin kucağında büyümüş olması nedeniyle dine karşı benzer bir tavrı benimsemiştir.  

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi?nde bizden önceki nesil, Müslüman toplumların durumlarını anlama noktasında Batılı düşünceye eğilim göstermekteydiler. Onların zihin dünyasına hakim olan eğilim, Marksist ve Sosyalist bakış açısıydı. Sosyal ve beşeri bilimlerde dinin önemine ilk kez yetmişli yılların ortalarında büyük bilim adamı Hamid Rubey?in Suluku?l Malik fi Tedbiri?l Memalik (Ülkelerin Yönetiminde Yöneticinin Tutumu) adlı kitabıyla adım atmıştık.

Bu kitabında Rubey?, siyasi olgularla dini olgular arasındaki irtibata işaret etmekteydi. el-İslam ve Kıva?d Devliyye fi?l Karni?l Vahid ve?l Işrin (21. Yüzyılda İslam ve Uluslararası Güçler) adlı kitabında, dinin 21. yüzyılda uluslararası ilişkilerin oluşumunun bir parçası olacağını da ifade etmişti. Onun, öğrencilerinden birine Siyasal İslam düşüncesiyle ilgili olarak Ebu Hanife?nin Siyasi Görüşleri adlı bir çalışma yaptırdığını çok iyi hatırlıyorum.

Burada Hamid Rubey, Batı?daki sosyal bilimlerle din arasındaki güçlü irtibatı vurguluyor, uluslararası siyasette Vatikan?ın yeniden etkili bir konuma geldiğini, bazı Katolik partilerin yeniden ortaya çıktığını, hatta sol düşüncenin ağırlıkta olduğu bölgelerde bile dindarlığı ön planda olan bazı siyasetçilere oy vermede artış kaydedilmesi gibi bazı siyasi olgulara işaret ediyordu. 

Hamid Rubey, bazı akademisyenlerin o dönemde din olgusuyla ilgili bir hususu gizlemeye çalıştıklarını dile getirmekteydi. O husus da şuydu: Batı?da sosyal bilimlerde dini, gelenekleri, örfü, aileyi ve halkların ruhunu, kültürünü, değerlerini önemseyen güçlü bir akım vardı. Bu gizleme çabası, siyonist devletin dini bir efsane kurulu olma gerçeğine rağmen, aslında sömürgecilik sonrası dönemde ortaya çıkan Arap devletlerinin laik karakteriyle uyum arz etmekteydi. Halbuki iki devlet arasındaki çatışma sadece orduların çatışması değil, aynı zamanda iki medeniyetin, iki dinin, iki kültürün ve iki devletin referansta bulunduğu değerler sisteminin bir çatışmasıydı.

Sosyal bilimlerde derinleşme çabalarımı artırdığımda gördüğüm çarpıcı gerçek, sosyal bilim incelemelerinde dini araştırmalarının merkezine koyan güçlü bir ekolün bulunduğu ve Arap üniversitelerindeki sosyal ve siyaset bilimi kürsülerindeki bilim adamlarının bunu görmezden gelmeleriydi. Bu ekol içerisinde çok önemli isimler bulunmaktaydı. Bunların başında, 1864-1920 yılları arasında yaşamış ve hiçbir zaman dindar olmadığı halde, dini Weberci sosyal bilimlerin merkezine oturtan Max Weber gelmekteydi. Onun çok meşhur ?Protestan Ahlak ve Kapitalist Değerler? adlı çalışması bu çerçevede yapılmış tek çalışma değildi.  Bu alanda Arap dünyasında çok da fazla bilinmeyen ve dinle sosyal bilimler arasındaki ilişkilere vurgu yapan, Din Sosyolojisi başlığı altında bir çok çalışma bulunmaktaydı. Örneğin yine Weber?in ?Dünya Dinlerinin Ekonomi Ahlakı?; Yahudiliği, Protestanlığı, kadim dinler olan Konfüçyizmi ve Taoizmi araştırdığı üç ciltlik ?Din Sosyolojisine İlişkin Bütün Eserleri? adlı kitabı bunların başlıcalarındandır. Bilimsel hayatını ?Çalışma ve Davet Olarak Din? ve ?Çalışma ve Davet Olarak Siyaset? adlı kitaplarla sona erdirmiştir. O, bununla bilimin değerlerden ve misyondan bağımsız olamayacağını savunan bizim bildiğimiz Amerikan davranışçı okulu da aşmıştır. Max Weber, bir sosyal bilimci olarak karizma, ideal örnekler, meşruiyet, hegemonya gibi kavramlardan bahsetmişti. Ancak bizim bunlardan haberimiz olmadı, din sosyolojisinin önemli isimlerinden biri olarak bize tanıtılmadı, ondan bahsedilmedi. Biz onu Batılı modernliğin dini köklerinden bahseden en önemli isimlerinden biri olarak incelemedik.

Modernlik, bizatihi kendisi dini olabilir ya da dini köklere sahip bir olgu olabilir. Ancak dinle bir çatışma ya da düşmanlık içerisinde olmak zorunda değildir. Amerika?da Demokrasi adlı iki ciltlik meşhur kitabın yazarı olan Alexis de Tocqueville (1805-1859), incelediğimiz bilim adamları arasındaydı. Tocqueville, ?Dünya, eşitlik ve özgürlüğün Hristiyani kökenlerini anlayan demokrasiye yöneliyor? diyen bir isimdi. Ayrıca o, modernlik yönündeki gelişmenin, Emile Durkheim?ın dediği gibi dinin gerilemesi ve zayıflaması anlamına gelmediğini savunan, dinin yaşamaya devam edeceğini ve demokrasinin dinin derinleşmesiyle birlikte derinleşeceğini söyleyen bir büyük bilim adamıydı. Tocqueville ve Weber?in Amerikan toplumlarını inceledikten ve Amerikan toplumunda dinle siyasi ve toplumsal olaylar arasındaki derin bağı keşfetmelerinden sonra insan toplumlarında dinin önemine vurgu yapmaları gerçekten heyecan vericiydi. Bu çerçevede o, ?Hıristiyanlık ve demokrasi, sadece bir arada uyum içerisinde yaşayabilir olmakla kalmaz, aynı zamanda dini özgürlük, siyasi özgürlüklerin başında gelmektedir.? sözlerini sarf eden bir bilim adamıydı. Bir başka yerde ise ?Anglo-Amerikan toplumlarının doğuşuna yol açan bizatihi dinin kendisidir? ifadelerini kullanır. Bu çerçevede Edmund Burke (1729-1797) Muhafazakarlık akımının temsilcisi olarak kabul edilmektedir. 60?lı ve 70?li yıllarda Arap akademi çevrelerinde dinin sosyal ve siyasi alanlardaki araştırmalardan bütünüyle uzak tutulması, tamamen Fransız devriminin ve ülkelerimize nüfuz eden Pozitivizmin etkisiyle olmuştur. Ki bu çizgi bütünüyle Jakoben ve sertlik yanlısı bir çizgi olup, dini toplumsal olaylardan uzak tutmaya, laik ve seküler bir din ortaya çıkarmaya çalışmıştır.

Anca bu laik din, gerçek dinin bıraktığı boşluğu doldurmaktan aciz kalmıştır. İşte biz, bugün üstadımız Dr. Hamid Rubey?in kehanette bulunduğu gibi dinin mikro seviyeden makro seviyeye yani bireysel aşamadan toplumsal aşamaya geçtiği bir dönemde yaşıyoruz. Bu nedenle laik ve seküler yönelim, Fransız devriminin yarattığı Tanrıların ve laikliğin, insanlığa hakikati vermediğini duyumsayan toplumlarda dini ve onun tecellilerini yok edememiştir. Dine olan ilgi, Batılı sosyal ve beşeri bilimlerde bütünüyle kendi toplumlarının omuriliği haline gelecek kadar büyümüştür. Milletler arasındaki siyaseti belirleyen şey, sadece çıkarlar olmayıp din, kimlik ve kültürdür. Peygamber (s.a.v.)?e hakaret eden karikatürler ise bunun canlı bir örneğinden başka bir şey değildir.

 

*Mısırlı gazeteci-yazar.

Bu makale İslam Özkan tarafından TİMETURK için tercüme edilmiştir.

 

 

 

Haber Ara