Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Hakikate duyulan ebedi iştiyak

Biz, hakkı bilmenin kolay ancak ona ittiba etmenin zor olduğu yönündeki bir düşüncenin etkisi ve baskısı altındayız.

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-08-18 07:58:00

Hakikate duyulan ebedi iştiyak

Hakikati Aramaya Duyulan Ebedi İştiyak

Halis Çelebi*

Alman Filozof  Lessing gibi, birbirinden ayrı iki merkez yani nihai hakikati elde etme ile ilahi hakikate ulaşmaya yönelik ebedi arzu arasında tercihte bulunmak zorunda kalsak (El-Lanihaye (sonsuzluk) maddesi Şam Üniversitesi esi öğretim üyelerinden Profesör Medeni el-Himi?nin Kalp Hastalıkları adlı kitabının önsözünde zikredilmiştir.) elbette huşu içerisinde oturarak elimizi ikinci seçeneğe uzatırdık. Çünkü nihai, mutlak ve kapsamlı hakikate hiçbir varlık sahip olamaz. Ona sahip olabilecek tek varlık evvel, ahir, zahir ve batın olan, ezeli, ebedi ve sonsuz olan Allah (c.c.)?tır. O, dirilten ve öldürendir, onu ne uyku ne de uyuşukluk tutar, o her şeyi bilir, her şeyi ilmen kuşatmıştır, gizliyi ve açığı da bilir. O, art niyetli bakışların ve yüreklerin gizlediği şeylerin farkındadır. (Kuran-ı Kerim)

İki lânihaî arasında, daha doğrusu içinden çıktığımız yoklukla kendisine döneceğimiz yokluk arasında, küçüldüğünden ve bu nedenle de sonu bilinmeyen (yaşadığımız) dünyayla sürekli genişleyen ve büyüyen ancak aklın onu almadığı büyük dünya (kainat) arasında seyretmek (yüzmek, yolculuk etmek) durumunda kalsak (sonuç ne olurdu?).

Sonsuzlukla Yokluk Arasında Yüzmek

Fransız filozof Pascal?ın dediği gibi şayet biz, aynı anda iki sonlu arasında seyrediyor, (Will Durant kitabında Pascal?ın bu sözüyle ilgili yorumda bulunmuştur. Ayrıca Necib el-Beledi?nin kaleme aldığı İki Sonsuz maddesinde de bu geçer.)  ama bu ikisini de düşüncemizle ihata edemiyor ve kavrayamıyorsak, idrakimiz onun eteklerine kadar ulaşamıyorsa, içine daldığımız sonsuzlukla kıyaslandığımızda bir şey olmadığımızı anlarız. Hâlbuki kendisinden çıktığımız yokluka kıyasla biz her şeyizdir. Çünkü ilk başta kayda değer bir varlığımız yoktu. Biz aynı anda hem her şeyiz hem de yokluğuz (hiç bir şeyiz); künhünün bilinmesi, sırrının çözülmesi ve tılsımının deşifre edilmesi mümkün olmayan büyük bir tenakuz içerisinde yüzüyoruz. 

Bu bizi, hayatın sırlarından herhangi bir parçasına ait bir bulmacayı çözmek için hayatın her anını kollamaya itmektedir. Hatta sarsıcı ölüm bile, -tıpkı Prenses Scharlo Tünberg?in Alman filozof Lebnitz ile girdiği diyalogda, sonsuz yolculuğa doğru yaptığı yolculuk sırasında ani şimşek çakmasıyla benlikteki her şeyin silinmesi neticesinde meydana gelecek ölümden korkmadığını, hayatı boyunca yaptığı felsefi yolculuk boyunca bir türlü idrak edemediği bazı hakikatleri ölümle birlikte idrak edeceğini, çünkü hayat tecrübelerinin felsefeden daha üstün olduğunu ifade etmesi gibi- nihai bir tecrübeye dönüşmektedir. Çünkü ölüm, idrakin ortaya çıktığı bir andır, idrak, o anda o kadar keskindir ki perdeyi yırtar. Bugün idrakiniz çok keskindir. (Kuran-ı Kerim)

Ne Kınama Ne de Temize Çıkarma

Bu sözcükler, ne bir tarafı temize çıkarıp diğerini kınamayı ne de bir varlık hakkında güzel sözler söyleyip buna karşılık başka bir varlığın yok sayılmasını amaçlamamaktadır. Tersine, ötekine sahip çıkmanın aslında kendine sahip çıkma ve başkasını tahrip etmenin kendini tahrip etmek olduğunun bilincine vararak, ötekini kabul etme ve himaye etme temelinde yükselen bir ifade özgürlüğü ve akılcılığın inşası için sözcüklerin potansiyellerini harekete geçirme çabasıdır. Bu tıpkı bir vinç gibidir. Dengeyi sağlayamamak bir tarafın yükselmesine diğer tarafın marjinal hale gelmesine, izole edilmesine, yok sayılmasına ve tasfiye edilmesine yol açmaktadır. Gelecekteki toplumu kurabilmek amacıyla yeni bir zihin ve zeminin kurulabilmesi için akılcı bir diyaloğa izin verilmesi gerekir.

Çoğulculuğu Kabul etmek

Hakikatin idrak edilmesinde nisbilik (görelilik), diyalog, çoğulculuğun tanınması ile birlikte,  hakikati kendi tekeline alarak hakikat üzerinde ahlaki vesayet kurma anlayışı yok edilecek, sahip olunan hakikatlerin yanlış olma ihtimali olan doğru, muarızının düşüncelerinin de doğru olma ihtimali olan yanlış olduğu düşüncesi benimsenecek, düşünsel kısırlık ortadan kaldırılarak yerine verimli bir fikri diyalektiğin oluşumu sağlanacak, herkese düşüncelerini ifade etmesine imkan tanıyacak ve tarafların karşılıklı olarak gelişimini mümkün kılacak bir iklim vücuda getirilecektir. Seni kardeşinle destekleyecek ve ikinizi hüküm sahibi (otorite) kılacağız!.

Rasulullah (s.a.v.), düşüncelerini insanlara açıklamak için Kureyş?ten izin almadı, amacı onlara eziyet etmek de değildi. Müşrikler Peygambere en son ana kadar güvenmeye devam etti. Emanetleri sahiplerine vermek için Ali (r.a.)?ı yatağında terk ettiğinde -Ebu Süfyan?ın Şam seferi sırasında Herkel?e açıkladığı gibi- Müşrikler onun kimseyi mağdur etmeyeceğini, yalan söylemeyeceğini, sözüne ve anlaşmalarına bağlı kalacağını ve şüphelerin çok üzerinde yüksek bir ahlaka sahip olduğunu bilmektedir.

Mucizevi Bir Tavır: Şiddetten Kurtul, Korku Ortadan Kalksın!

Korku genelde şiddetin bir yöntem olarak benimsenmesinden ve eylem ya da söz olarak şiddeti çağrıştıran davranışlarda bulunmaktan kaynaklanmaktadır. Şiddet, kendi mikroplarını kolayca yayabileceği gizli bir ortam arar. Gizlilik, gayr-ı meşru bir evlilik içerisinde şiddetle buluşur. Şiddet, gizliliği benimser, onu arar ve onu yaratır. Gizlilik, acı verici, uğursuz ve hastalıklı bir terkip içerisinde şiddeti kamufle eder, ona örtü olur, onu korur, provoke eder ve faaliyeti için altyapı sağlar.

Gayr-ı Medeni bir siyasi anlayışın hastalıklı doğası ve köklerine ilişkin bir tasavvura sahip olup olayların akışı içerisinde yuvarlanırken siyasetçinin entelektüelin torunu olduğunu unutanlar sınırsız bir yanılgı içerisindedir. 

Siyasetçi, genellikle üzerlerinde sürekli ilgi olan kişidir, ama entelektüel kimsenin dikkatini çekmez. Hâlbuki bütün uzantıları ve ayrıntılarıyla birlikte o, yaygın düşüncenin, kurucusu ve teorisyenidir.

Hak olan söz ve düşünce özgürlüğü, iki ayrı kültüre ilişkin iki farklı terim olmakla birlikte son tahlilde aynı yola çıkarlar. Hak olan söz ve ona uymak, nebevi bir terimdir. Düşünce özgürlüğü ise Batılı bir terim olup bugünkü kültürel ortamda büyüyüp gelişmiştir. Biz, hakkı bilmenin kolay ancak ona ittiba etmenin zor olduğu yönündeki bir düşüncenin etkisi ve baskısı altındayız. Peki, bu anlayış, parçalanmaya ve çözülmeye ne derece dayanıklı?

*Suriyeli gazeteci-yazar

Bu makale İslam Özkan tarafından TİMETURK için tercüme edilmiştir.

 

 

Haber Ara