Türkiye-İsrail İlişkileri: Fırsatlar ve Tehditler
Mustafa Eğilli*
Türkiye-İsrail ilişkileri, İsrail?in kurulduğu 1948?den beri doğru bir çizgi izlememiş; dış konjonktür ve iç dengeler doğrultusunda zikzaklı bir seyir takip etmiştir. İki ülke arasında dönem dönem gerilimler yaşanmış; bununla birlikte ilişkiler hiçbir zaman kopma noktasına gelmemiştir. Türkiye ve İsrail arasında kurulan güçlü ilişki, yaşanan siyasi krizlerin kısa sürede aşılmasını sağlamıştır. Siyasi ilişkilerin zayıfladığı dönemlerde bile hiçbir şekilde kopmayan ilişkiler, en azından güvenlik ve istihbarat alanlarında aksamadan devam etmiştir. İki ülke arasında ?stratejik ittifak?a varan ilişkilerin, hem bahsi geçen iki ülke, hem de bölge için doğurduğu fırsatlar ve tehditler söz konusudur. İsrail-Filistin sorunu bağlamında Türkiye?nin İsrail?le olan ilişkilerinde, İslam dünyasının hassasiyetlerini gözeten ?denge politikası? hâkim olagelmiştir. Bu politikada ne kadar samimi olunduğunu ve ibrenin zaman zaman İsrail tarafına kaymasını bir tarafa bırakacak olursak; Türkiye, hem İsrail hem de Filistinlilerle dostluk kuran nadir ülkelerden biri olmayı başarmıştır.
Bu makalede genel olarak Türkiye-İsrail ilişkilerinin geçirdiği evreler, Türkiye-İsrail ilişkilerinin muhtevası ve sürdürülebilirliğinin yanı sıra; bu ittifakın arz ettiği fırsat ve tehditleri irdelemeye çalışacağız.
Türkiye-İsrail İlişkilerinin Seyri
İstikrarlı iniş ve çıkışlar yaşayan Türkiye-İsrail ilişkilerinin tarihsel seyrine bakıldığında önemli dönüm noktaları olarak şunları sıralayabiliriz:
? Türkiye?nin İsrail?i Tanımasıyla Başlayan İlişkiler
? Bağdat Paktı ve Gerilen İlişkiler
? çlü Saldırı Sonrası İlişkilerin Gizlice Sürdürülmesi
? 1967 Savaşı Sonrası İlişkilerin Dondurulması
? Petrol Krizinin Türkiye-İsrail İlişkisine Etkisi
? ABD?nin Uyarısıyla İlişkilerin Yeniden Canlanması
? İlişkilerin Stratejik Boyut Kazanması
? Türkiye?nin AB?ye Üyelik Süreci ve Dengelenen İlişkiler
? İsrail?in Kuzey Irak?taki Faaliyetleri Nedeniyle Yaşanan Gerginlik
? Erdoğan?ın ABD Gezisi Öncesi İsrail?le İlişkilerin Düzeltilmesi
? Halid Meşal?in Ankara Ziyareti
Türkiye?nin İsrail?i Tanımasıyla Başlayan İlişkiler
Türkiye, Filistin?de Britanya mandasının 14 Mayıs 1948 tarihinde son bulmasıyla kurulan İsrail?i 28 Mart 1949?da tanımıştır. Böylece Türkiye İsrail?i tanıyan ilk Müslüman ülke unvanını almıştır. Türkiye, İsrail'i kuruluşundan 11 ay sonra tanıyan 31. ülke olmuştur. İsrail'in Sovyet Bloğu?na yakın duracağı öngörüsü, 11 aylık gecikmede büyük ölçüde rol oynamış ve Türkiye'nin İsrail'e karşı mesafeli durmasına yol açmıştır. Bu yüzden de 29 Kasım 1947'de BM Genel Kurulu'nda yapılan taksim oylamasında Türkiye 12 ülkeyle birlikte ret oyu vermiştir.
Türkiye?nin 1952 yılında NATO?ya girmesiyle İsrail?le ilişkileri gelişmiştir. Türkiye'nin İsrail?e yönelik ihtiyatlı tavrı, 12 Aralık 1948'de BM tarafından kurulan Filistin Uzlaştırma Komisyonu?na ABD ve Fransa?yla birlikte seçilmesinden sonra değişmiştir. Komşusu olduğu Sovyetler Birliği?nin tehdidi altındaki Türkiye ABD?nin teşvikiyle İsrail?le ilişki kurarak kendini teminat altına almaya çalışmıştır. Türkiye, çok geçmeden ABD?deki Yahudi lobisinin gücünü keşfetmiş ve Amerika ile ilişkileri geliştirmenin yolunun Tel Aviv'den geçtiğini görmüştür. İsmet İnönü, 1 Kasım 1949?da Meclis açılış konuşmasında ?İsrail?in bölgede bir barış ve İstikrar unsuru olacağını? iddia etmiştir.
1950?li yıllar iki ülke arasında işbirliğinin zirveye çıktığı yıllardır. İki ülke bir taraftan Arap milliyetçiliğini, diğer taraftan bölgedeki Sovyet etkisini durdurmaya yönelik ilan edilmemiş bir ittifakın parçası olmuşlardır. Buna ilaveten ticari ilişkilerini de gelişmişlerdir. Türkiye ve İsrail arasında 9 Mart 1950'de diplomatik ilişkiler kurulmuş ve İsrail?in Washington, Paris ve Londra'dan sonra dördüncü askeri ataşesi de Ankara'da göreve başlamıştır. Aynı yıl 4 Temmuz'da iki ülke arasında imzalanan Ticaret ve Ödeme Anlaşması ile de ekonomik ilişkilerin önü açılmış, 5 Şubat 1951 tarihinde ise, İsrail?le Hava Ulaştırma Anlaşması imzalanmıştır.
Bağdat Paktı ve Gerilen İlişkiler
Kendini sürekli Sovyet tehdidi altında hisseden Türkiye?nin çevresinde güvenlik çemberi oluşturma arayışları içine girdiği bir dönemde, Irak Başbakanı Nuri Said Paşa'nın Ekim 1954'te Ankara?ya yaptığı ziyaret sonrası Türkiye ile Irak Ortadoğu'da güvenlik teşkilatı kurmaya karar verdiklerini ilan ettiler. ABD tarafından desteklenen bu girişim sonucu 1955 yılından itibaren Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere arasında Bağdat Paktı oluşturuldu. Daha sonraları CENTO olarak adlandırılan Bağdat Paktı?nın kurulması İsrail'i tedirgin etti.
Sovyet tehdidine karşı oluşturulmasına rağmen Türkiye?nin Bağdat Paktı?na dâhil olması Türkiye-İsrail ilişkilerinde gerginlik yarattı. Zira taraflar arasında ?güvenlik ve savunma? konusunda işbirliği yapılmasını öngören Bağdat Paktı'nın 5'inci maddesine göre, bir ülkenin bu pakta üye olabilmesi için ya bir Arap Ligi üyesi olması veya taraflarca tanınmış olması gerekmekteydi. Yani İsrail?in bu pakta dâhil olma imkânı yoktu. Çünkü bir Arap devleti olan Irak İsrail'i tanımamaktaydı. Yine anlaşmaya göre Türkiye'nin Arap devletlerinin meşru menfaatlerine aykırı bir politika izlemeyeceği bildiriliyordu. Bu da, Türkiye'nin İsrail meselesinde Arapların meşru menfaatlerine aykırı hareket etmeyeceği ve İsrail'i desteklemeyeceği anlamına geliyordu. Türkiye ayrıca İsrail?den Filistin lehine alınan BM kararlarına uyması talebinde bulunuyordu.
Tüm bunların dışında Adanan Menderes'in Suriye başbakanına ?İsrail?in saldırması durumunda Türkiye'nin Arap devletlerine yardım etmeye hazır olduğu? şeklindeki sözleri ve Bağdat Paktı toplantılarında Türkiye?nin İsrail?i Ortadoğu?nun en büyük tehdidi olarak tanımlaması, İsrail?le siyasi krize neden oldu. Bu dönemde İsrail ile diplomatik ilişkilerini en alt seviyeye indiren Türkiye, İsrail notasına maruz kaldı. Irak?ta 1958 yılında monarşinin devrilmesiyle beraber Bağdat Paktı?nın geleceğinden endişe duyan Türkiye, tekrar İsrail?le yakınlaşmıştır.
Süveyş Savaşı Sonrası İlişkilerin Gizlice Sürdürülmesi
1956 yılında Süveyş Kanalı?nın Cemal Abdunnasır tarafından millileştirilmesi üzerine İngiltere, Fransa ve İsrail?in Mısır?a ortak saldırı düzenledi. Arap dünyasında Üçlü Saldırı olarak anılan Süveyş Savaşı nedeniyle Türkiye İsrail?deki büyükelçisini geri çekti. İsrail misilleme yapmakta gecikmeyerek yaklaşık bir ay sonra Ankara?daki büyükelçisini geri çağırdı. Ancak İsrail Dışişleri Bakanlığı'nı ziyaret eden Büyükelçi Şevkati Bey, kararın, ?İsrail'e karşı olmayıp taktik bir tavır olduğunu? resmen iletti. Kopma noktasına gelen Türkiye-İsrail ilişkileri, İsrail?in gayretleriyle devam ettirildi. 1957 yılında istihbarat alanında yoğun ilişkiler yaşanmaya başlamış ve İsrail yönetimi tarafından Ağustos 1957?de İsrail gizli servisi MOSSAD?ın Ortadoğu Bölüm Başkanı olan Eliahu Sason Ankara?ya büyükelçi olarak atanmıştır.
Tel Aviv?deki Moshe Dayan Merkezi?nden akademisyen Ofra Bengio, ?Türk-İsrail İlişkileri? adı altında 2004 yılında yayımlanan kitabında Türkiye?nin bu dönemde İsrail?le kurduğu gizli ilişkiler hakkında detaylı bilgiler veriyor. Türkiye uzmanı Bengio, İsrail?in Türkiye ile ilişkileri geliştirmenin yollarını aramak üzere 1957?de gizli diplomatik çalışmalarda bulunmakla Reuven Shiloah?ın görevlendirildiğini belirtiyor. MOSSAD?ın kurucusu ve ilk başkanı olan Shiloah Türkiye?de yaptığı temaslar sonrasında, Türk askeri ile kamuya duyurulmadan ilişkilerin geliştirilip güçlendirilmesini öneriyor. Bengio, Ben Gurion-Menderes görüşmesine hazırlık nevinden çok sayıda gizli görüşme gerçekleştirildiğini, dönemin Genelkurmay Başkanı İbrahim Fevzi Mengüç?in İsrail?in Roma Büyükelçisi Eliyahu Sasson ile Roma?da gizlici buluştuklarını belirtiyor. İsrail Başbakanı David Ben Gurion ve Başbakan Adnan Menderes?in 1958?de Ankara?da gizlice bir araya geldiklerini ve kapsamlı işbirliğinin alt yapısını kurduklarını belirten İsrailli araştırmacı Bengio, 1966?ya kadar süren gizli ilişkilerin özellikle istihbarat ve askerî alanlarda geliştiğini vurguluyor.
İsrail Başbakanı Ben Gurion ve Dışişleri Bakanı Golda Meir 28 Ağustos 1958'de gizlice Ankara'ya gelir. Dünya kamuoyuna bu ziyaret İsrail Havayolları el-Al uçağından meydana gelen teknik bir arıza şeklinde yansıtılır. Ben Gurion ve Menderes?in gerçekleştirdiği gizli görüşmeler sonucunda Türkiye ile İsrail arasında Sovyet nüfusuna ve radikalizme karşı gizli bir ittifak anlaşması imzalanır. Anlaşma kapsamında gizli askerî ziyaretler, gizli askerî tatbikatlar, istihbarat paylaşımı ve silah sanayii işbirliği olmak üzere çeşitli faaliyetler yürütülür. Böylece Türkiye, İsrail'in önerdiği Çevresel Pakt'a İran?la birlikte dâhil olur. Üye ülkeler arasında Trident denen bir istihbarat ağı oluşturulur. Bengio, 1979?da Tahran?daki ABD Büyükelçiliği baskınında ortaya çıkan evraklardan birinin de Türk istihbarat teşkilatı MAH (MİT?in eski adı), İran istihbarat teşkilatı SAVAK ve İsrail istihbarat teşkilatı MOSSAD arasında 1958 yılında ?Trident? adı verilen bir işbirliği anlaşması imzalandığını ortaya koyduğuna dikkat çekiyor.
İsrail, Türkiye ile askerî ilişkilerine ?Merkava? kodunu vermiş. Türkiye ile askerî ilişkiler, İsrail?in o döneme kadar bir başka ülke ile kurduğu ilk ve tek askerî ilişki olma özelliği taşıyor. Bengio, o dönemde Türk ve İsrail askerî yetkililerinin mümkünse Genelkurmay Başkanı?nın da katıldığı toplantılarda yılda iki kez düzenli olarak görüştüklerini anlatıyor. Dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Yitzhak Rabin, Türkiye ile ilişkileri ?özel ilişkiler? olarak adlandırıyor.
Askeri ve istihbarat alanlarındaki işbirliğinin yanı sıra İsrail?le 1960?ta ekonomik ilişkileri geliştirmek amacıyla bir ticaret anlaşması da imzalanmıştır. İsrail?in ?Çevresel Pakt? adını verdiği bu anlaşma, 1966 Kıbrıs krizine kadar güçlü bir şekilde yürürlükte kalmıştır. T.C. Genelkurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı, İsrail ile böyle bir anlaşmanın mevcut olmadığını belirtiyor. Dışişleri Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü, İsrail ile ilk güvenlik işbirliği anlaşmasının 3 Kasım 1994?te imzalandığını belirtiyor.
Türkiye?nin o dönemde İsrail ile askerî işbirliğine girmesine neden olan faktörleri Ofra Bengio, şöyle sıralıyor: Bağdat Paktı karşısında, Arap milliyetçisi Abdunnasır?ın gösterdiği sert tepkiler; Mısır ve Suriye?nin Birleşik Arap Cumhuriyeti?ni kurmaları; Suriye?nin Sovyetlerle işbirliğini artırması; Irak?ta Türk yanlısı yönetimin darbeyle devrilmesi ve ardından Irak?ın BM?de Kıbrıs konusunda Türkiye aleyhine oy kullanması; İsrail?in askerî olarak üstünlüğünü 1956 Süveyş Savaşı?nda göstermesi; İran?ın İsrail ile askerî işbirliğine girmesi ve Menderes hükümetinin Yahudi lobisinin desteğini almak istemesi.
Kıbrıs Meselesi ve Soğuyan İlişkiler
Türkiye, 1960?lı yılların ortasından itibaren Ortadoğu politikasında denge oluşturmaya çalışmıştır. Kıbrıs meselesinde uluslararası camiada yalnızlaşan Türkiye, 1964 yılı itibariyle çok yönlü dış politika izleme arayışlarına girmiş ve başta bağlantısız ülkeler olmak üzere, Arap ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. 1965'te Başbakan Suat Hayri Ürgüplü, Türkiye'nin çıkarlarının her alanda Batı ülkeleriyle işbirliğinden geçmediğini söyleyerek, İsrail ve ABD politikalarına ters tutum içine girdi. Dışişleri Bakanı Hasan Esat Işık'ı Moskova ve Pekin'e göndermiş; kendisi de Moskova'ya giderek bir kredi anlaşması imzalamıştır. Bu dönemde Türk-Mısır ilişkileri de büyükelçilik seviyesine çıkarılmıştır.
Türkiye, geçmiş politikalarını telafi etmek için İsrail?e yönelik politikalarını sertleştirmiş, ilişkileri en aza indirerek Arap ve İslam dünyası ile ilişkilerini diplomatik olarak güçlendirmeye çalışmıştır. Bu tavrıyla Türkiye, özellikle Kıbrıs gibi ulusal davalarda BM?de daha fazla diplomatik destek bulmayı ve bölgesinde yalnızlaşma riskini azaltmayı hedeflemiştir. 1964 Kıbrıs krizi ile ilişkiler gerilmeye başlasa da, 1966?da işbirliği sona erdirilene kadar gizli askerî ziyaretler karşılıklı olarak sürdürülmüştür. Türkiye ile İsrail arasında kurulan gizli askerî işbirliğinin sona ermesinde temel etken Kıbrıs krizi olmuştur. İsrail?in, Kıbrıs konusundaki BM oylamalarında destek vermemesi üzerine Türkiye, 27 Nisan 1966?da İsrail askerî ataşesine işbirliğinin resmen sonlandırıldığı bildirmiştir.
1967 Savaşı Sonrası Türkiye-İsrail İlişkileri
Türkiye, Filistin meselesinde İsrail?e karşı Arap ülkelerini desteklerken, diğer yandan İsrail ile ilişkilerini en alt düzeyde de olsa sürdürmüştür. Bir tür denge politikası güttüğü böylesi hassas bir dönemde patlak veren 1967 Arap-İsrail Savaşı, Türkiye?nin İsrail?le ilişkilerini kopma noktasına getirmiştir. 1967 Arap-İsrail Savaşı?nda Türkiye, açıkça İsrail?e karşı tavır almıştır. Türkiye, bu savaş esnasında topraklarının ABD tarafından İsrail?e lojistik destek sağlamak amacıyla kullanmasına izin vermemiş; Arap ülkelerine askeri yardım götüren SSCB uçaklarına ise hava sahasını açmıştır. 1967 Arap-İsrail savaşı sırasında Arap ülkelerine daha bir yakınlaşan Türkiye, savaş sonrası İsrail?in işgal ettiği topraklardan çekilmesini öngören BM Güvenlik Konseyi?nin 242 sayılı kararını desteklemiş ve Kudüs?ün statüsünün değiştirilmesini önleyen Genel Kurul kararına da katılmıştır.
Türkiye?nin bu kararlardaki tutumu Arap ve İslam ülkeleri nezdinde, bir anlamda yakınlaşma sinyalleri olarak algılanmıştır. Bu doğrultuda Türkiye, Arap ülkeleri ile ticari ilişkilerini geliştirmiş, Nisan 1969?da İsrail?le yaptığı ticaret antlaşmasını iptal etmiştir. Mescidü?l-Aksa?nın Siyonistler tarafından yakılmasının ardından Türkiye, 1969 Eylül ayı sonunda yapılan İslam Ülkeleri Zirve Konferansına katılarak; BM kararları çerçevesinde Filistin meselesini desteklediğini deklere etmiştir. Öte yandan Filistin sorununun ulusal haklar bağlamında değil, insan hakları dâhilinde çözülmesi gerektiğini beyan ederek ABD tezine yakın bir tavır almıştır.
Petrol Krizinin Türkiye-İsrail İlişkisine Etkisi
Türkiye?nin 70?li yıllarda Arap ülkeleriyle yakınlaşmasının bir nedeni siyasi alanda meydana gelen gelişmelerken, diğer önemli neden de ekonomiktir. Kıbrıs meselesinin yani sıra 1970?li yıllarda yaşanan petrol krizi de, Türkiye-İsrail ilişkilerini etkileyen önemli bir unsur olmuştur. Petrol fiyatlarındaki yükseliş Türkiye?nin petrol alabilmesi için gerekli paranın bulunması sorununu beraberinde getirmesi, Türkiye?yi Ortadoğu pazarına girmeye ve böylece Arap ülkeleriyle olan ilişkilerini geliştirmeye sevk etmiştir. Türkiye?nin Avrupa ülkelerine ihracatı % 64?ten % 49?a düşmüş; buna karşılık Ortadoğu?ya yaptığı ihracat oranı 1979?da % 23?ten 1981?de % 44?e yükselmiştir.
Ekim 1973?teki Arap-İsrail savaşından sonra Türkiye, Arap ülkelerine daha da yakınlaşmıştır. Savaş sonrasında da Arap yanlısı tavır takınan Ankara, bu tarihten sonra Filistin Devleti kurulması fikri üzerine durmaya başlamıştır. Bu çerçevede Türkiye-Arap ülkeleri arası ticari ilişkiler de ilerlemiştir. Türkiye, 1973 petrol krizi sonrasında ekonomik olarak güçlenen Arap ülkeleriyle olan ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır.
Türkiye 1970?lerde kendine özgü bir dış politika vizyonu belirlemeye çalışmış ve ulusal çıkarlarını NATO çıkarlarından üstün tutmaya çabalamıştır. 1974 yılı içerisinde BM?de alınan tüm kararlarda Filistin?in yanında yer aldığını göstermiş ve lehinde oy kullanmıştır. Türkiye, 10 Kasım 1975 yılında BM tarafından Siyonizm?in ırkçılık olduğuna dair aldığı kararı desteklemiştir. 1975?te de Kahire?deki Türk Büyükelçiliği aracılığıyla Filistin?le ilk resmi irtibat sağlanmıştır. 1976 yılında ise 7. İslâm Konferansı?nda Dışişleri Bakanlığı tarafından Filistin?in Ankara?da büro açması kararı açıklandı. Aynı toplantıda İsrail politikaları ve Siyonizm de kınandı. 13 Temmuz 1979 tarihinde FKÖ bürosunun Ankara'da açılması İsrail?le ilişkileri iyice gerginleşmiştir. Üçlü istihbarat ağının (Trident) İran ayağı 1979 devrimi sonucu kaybedilince İsrail nazarında Türkiye?nin önemi artmıştır.
30 Temmuz 1980?de Knesset tarafından alınan bir karar sonucu İsrail, başkentini Tel Aviv?den Kudüs?e taşımış ve Kudüs?ü ilhakı ederek ebedi başkenti olarak ilan etmiştir. Bu gelişme üzerine Türkiye, İsrail?in bu kararını kanadı ve Kudüs?teki diplomatik temsilciliğini Tel Aviv?e taşıyarak, ilişkileri en alt düzey olan ikinci kâtipliğe indirgedi. Bu gelişmeye paralel olarak Türkiye, 1981?deki İKÖ zirvesine ilk kez cumhurbaşkanı düzeyinde iştirak etti. 1980?lerin başlarında bu şekilde seyreden ilişkilere rağmen hiçbir zaman kopma noktasına gelmemiş, 80?lerin ortalarından itibaren de gelişme göstermeye başlamıştır.
1980?li yıllara kadar Ortadoğu?ya yönelik Türk dış politikası genelde Batı ile ilişkilerden kaynaklanan sorunların yansıması olmasına karşılık 1980 darbesinin ardından farklı bir yönde gelişme göstermiştir. Ortadoğu ülkeleri ve ABD ile olan ilişkiler dengede tutulmuş, bir taraftan Ortadoğu ülkeleri ile ekonomik, ticari, sosyo-kültürel ve siyasi ilişkiler geliştirilmeye çalışılırken, ABD ile de askeri, mali ve siyasi ilişkiler geliştirilmiştir. 1980?deki askeri darbeyle birlikte ekonomide meydana gelen gelişmeler 1970?li yıllardan beri Avrupa ülkeleri ile ilişkileri kötüye giden Türkiye?yi alternatif olarak Ortadoğu?yu seçmeye yöneltmiştir.
Bu dönemde Türkiye?nin Ortadoğu?ya yönelik dış politikasını şöyle özetleyebiliriz:
? Türkiye ile bölge ülkelerinin eşitliği,
? Bölge ülkelerinin ilişkilerine müdahale edilmemesi,
? İsrail ve Arap ülkeleri arasındaki dengenin korunması,
? Batı ile Ortadoğu ülkeleri arasındaki dengenin sağlanması,
? Bölgedeki askeri çatışmalardan uzak durulması.
ABD?nin Uyarısıyla İlişkilerin Yeniden Canlanması
Ortadoğu?da saldırgan politikalara devam eden İsrail?in Beyrut?u bombaladığı ve Irak?ın yapım aşamasındaki Osirak nükleer santraline saldırı düzenlediği 1981 yılında Türkiye ve İsrail tarafları karşılıklı olarak askeri ataşelerini geri çektiler. Gittikçe gerilen Türkiye-İsrail ilişkilerine ABD?nin müdahalesi gecikmedi. Ocak 1981'de 61 Amerikalı senatör, Türkiye'deki ABD Büyükelçisi'ne mektup göndererek, Ankara'nın İsrail politikasının Türkiye-ABD ilişkilerine zarar vereceğini açıkladı. ABD?nin bu uyarısı üzerine Devlet Başkanı Kenan Evren önce Türkiye'deki Yahudi cemaatinin dini liderleri David Asseo'yla görüştü, ardından da BM'de İsrail'in Golan'ı işgalini kınayan karar tasarısına Türkiye çekimser oy verdi. 1982'de CIA başkanı, Başbakan Ulusu'yu ziyaretinde Türkiye'nin Arapların baskısıyla İsrail'e cephe almaması gerektiğini söyledi.
Türkiye ile ilişkileri düzeltmek isteyen İsrail, bir jest yaparak Ermeni ASALA örgütünü yok edebileceğini diplomatik kanallardan iletti. Resmi bilgi notu, 1982 Haziranı'nda Lübnan'a yeni bir saldırı başlatacağını, bu harekât sırasında Beyrut'un doğusunda Zahle kenti yakınlarındaki ASALA ve JCGA militanlarının barındığı kamplara girileceğini, istendiği takdirde Türk güvenlik mensuplarının bu operasyona katılabileceğini içeriyordu. Türkiye, Arap ülkeleriyle ilişkilerin bozulmaması için operasyonda resmi görevliler yerine sivil kişilerin yer almasını kararlaştırdı. MOSSAD, operasyonda ele geçirilen örgüt kayıtları, tetikçi ve para kaynağı listelerini ise Türkiye'ye vermedi.
Liberal eğilimiyle bilinen Turgut Özal döneminde Türkiye Batı Bloğu?nun yanında yer alırken Ortadoğu?da daha aktif rol üstlenmeyi amaçlamıştır. Bunda Türkiye?nin bölgesel bir güç olarak ortaya çıkarılmak istenmesinin de önemli rolü olmuştur. Turgut Özal, Mart 1985?te Amerika?ya yaptığı ziyarette Yahudi lobisiyle gizlice görüşmüştür. Ortadoğu?daki sorunlarda etkin olmayı oynamayı amaçlayan Türkiye?nin, İsrail?le ilişkilerini güçlendirdiği bir dönemde patlak veren Birinci İntifada nedeniyle ilişkilerde belli oranda duraklama yaşandı.
Birinci İntifada yıllarında Türk halkının Filistinlilere olan sempatisi artmış ve Türkiye Filistin Devleti kurulması üzerinde yoğunlaşmıştır. Türkiye, 15 Kasım 1988 tarihinde Cezayir'de toplanan Filistin Ulusal Konseyi?nin, bağımsız Filistin devletini ilan etmesinin hemen ardından Filistin devletini tanıyan ilk ülkelerden biri oldu. İsrail?i tanıyan ilk Müslüman ülke olan Türkiye, Filistin devletini tanıyan ilk NATO ülkesi unvanını alarak adeta denge politikası izlediğini ispatlamak istemiş ve İsrail'in BM'de temsiline ilişkin önerilerde sürekli çekimser kalırken 1989 yılında bu öneriye ret oyu vermiştir. FKÖ?nün de İsrail?i tanımasının ardından, Türkiye için İsrail ile işbirliği yapmasına çekince oluşturacak bir engel kalmıyordu.
Barış Süreci ve Gelişen İlişkiler
İlişkilerin dönüm noktasını Madrid Konferansı ve Oslo Barış Süreci oluşturur. 1980?lerin ortalarından itibaren güçlenmeye başlayan Türkiye-İsrail ilişkileri, 1991?de Madrid Konferansı ile başlayan Arap-İsrail Barış görüşmelerinden sonra önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Ankara, İsrail ile ilişkilerini normalleştirerek büyükelçilik düzeyine yükseltmiş ve Doğu Kudüs?teki başkonsolosluğunu yeniden açmaya karar vermiştir. Türkiye?nin İsrail ile diplomatik ilişkileri Filistin ile eşzamanlı olarak 31 Aralık 1991?de büyükelçilik düzeyine yükseltilmiştir. Bu dönemde İsrail ile ilişkilerin geliştirilmesi, BM Genel Kurulu?nda oylanan ?Siyonizm?in bir tür ırkçılık olduğu? yönündeki kararın iptali konusunda Türkiye?nin çekimser kalmasıyla somut olarak görülmektedir. Türkiye?nin İslam ülkelerini küstürmemek hassasiyeti 1993?te imzalanan barış antlaşmayla birlikte ortadan kalkmış oluyordu. Artık Türkiye İsrail?le ilişkilerini gizliliğe gerek kalmadan rahatça sürdürebilirdi.
İki ülke ilişkilerindeki hareketlenmenin en önemli göstergesi, sayıları hızla artan üst düzey ziyaretler olmuştur. İsrail?e ilk üst düzey ziyaret dönemin Turizm Bakanı Abdülkadir Ateş tarafından Haziran 1992?de gerçekleşmiş; bu ziyaret sırasında, ?Turizm İşbirliği Antlaşması? imzalanmıştır. Ardından Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin?in Kasım 1992?de İsrail?e yaptığı resmi ziyaret takip etmiştir. Müzakereler sonunda 1981 yılında geri çekilen askeri ataşeliklerin karşılıklı olarak yeniden atanması kararlaştırılmıştır. İsrail Cumhurbaşkanı Ezer Weizman?ın 25 Ocak 1994 tarihinde Türkiye?ye gelişi, iki ülke arasında gerçekleşen cumhurbaşkanlığı düzeyindeki ilk resmi ziyaret olmuştur. Bu ziyarette, iki ülke arasında ekonomik işbirliğine dayalı antlaşma yapılması yönünde müzakere sürecinin başlaması kararı alınmıştır. 10?12 Nisan 1994 tarihleri arasında İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Peres Türkiye?ye resmi ziyarette bulunmuştur. Görüşmelerde, iki ülke arasındaki ilişkilerin özellikle ekonomik boyutta geliştirilmesi üzerinde durulmuştur.
Kasım 1994?te gerçekleşen ziyaret ile İsrail?e giden ilk Türk Başbakanı Tansu Çiller, istihbarat paylaşımı ve terörizmle mücadele alanlarında İsrail?e işbirliği önermiştir. Bu ziyaret İsrail ile işbirliği sürecinde önemli bir kilometre taşı olmuş, taraflar arasında birçok antlaşma yapılmıştır. Bunlar arasında Türk Silahlı Kuvvetleri?nin Fantom uçaklarının, İsrail Havacılık Endüstrisi tarafından modernize edilmesini kapsayan antlaşma da bulunmaktadır.
İlişkilerin Stratejik Boyut Kazanması
Türkiye'nin Ortadoğu politikasındaki değişimin en önemli göstergesi İsrail ile geliştirdiği 'stratejik işbirliğidir'. 30 yıl aradan sonra doksanlı yılların başından itibaren hızla gelişen Türkiye-İsrail ilişkisinin özellikle 1994 yılı sonrasında hızlandığı görülmektedir. 31 Mart 1994 Güvenlik Gizlilik Anlaşması ile 23 Şubat 1996'da imzalanan Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması iki ülke arasındaki ilişkilerin ?Stratejik İttifak? düzeyine yükseldiğinin göstergesi olmuştur. Stratejik ittifak, 28 Ağustos 1996 Savunma Sanayii İşbirliği Anlaşması ve 14 Mart 1996 Serbest Ticaret Anlaşması ile teyit edilmiştir. Stratejik işbirliği yalnız iki ülke açısından değil bölgedeki güç dengesi açısından da önemli sonuçlar doğurmuştur. Doksanlı yıllarda güç yitiren Arap dayanışması stratejik işbirliği sonucu etkisini kaybettiğini gözler önüne sermiştir. Stratejik işbirliğinin Türkiye ve İsrail tarafından Arap ülkeleri, İran ve Yunanistan'dan gelen tepkilere rağmen devam ettirilmesi iki ülkenin de ilişkilerini sürdürmekteki kararlılığını göstermesi açısından önemlidir.
1996?da başlayan Türkiye-İsrail Askerî İşbirliği, 1958?deki Çevre İttifakı ile büyük benzerlikler arz etmekle birlikte; ilkinin çok ötesinde boyutlara sahiptir. Birincisini gizli tutmayı yeğleyen Türkiye?nin, ikincisini aşikâr etmekte bir sakınca görmemesi dikkat çekicidir. İkincisinde olduğu gibi birincisinde de Türk ordusu etkin rol oynamıştır. Dikkat çeken bir diğer husus ta anlaşmanın içeriğinden Erbakan hükümetinin haberinin olmamasıdır. İşbirliği anlaşması çerçevesinde Ocak 1998'de yapılan Türk-İsrail ortak tatbikatından da hükümet haberdar edilmedi. Doğu Akdeniz'de tatbikat sürerken Türk Dışişleri bu gelişmeyi yalanlamakla meşguldü. Teamüllere göre, anlaşmayı doğal olarak İsrail Savunma Bakanı'nın siyasi muhatabı olarak Türk Savunma Bakanı'nın imzalaması gerekiyordu. Anlaşmada Genelkurmay Başkanı'nın imzasının bulunması, siyasi karar mekanizmasındaki muhtemel değişikliklerden ilerde de etkilenmeyeceği şeklinde yorumlanıyordu. Zira anlaşmadan imzanın çekilmesi Genelkurmay'ın mutabakatına bağlanmış oluyordu. Ordunun Türk siyasetindeki ağırlığını bilen İsrail Cumhurbaşkanı Ezer Weizmann, ?İslamcı bir kişi olan Necmeddin Erbakan'ın başbakan olma ihtimali? konusunda ne düşündüğünün sorulması üzerine: ?Türkiye'ye gelme nedenim bu. Süleyman Demirel'i çok iyi tanıyorum ve onun elindeki bütün gücü kullanarak böyle bir gelişmeyi önleyeceğine inanıyorum. Ayrıca ordunun da kenarda bekleyeceğini sanmıyorum.? yorumunda bulunması dikkat çekiciydi.
Türkiye-İsrail yakınlaşmasına tepki gösterenlerin başında Refah Partisi gelmekteydi. Refah Partisi, iktidar olduktan iki ay sonra TSK'nın verdiği dört saatlik brifingin ardından Başbakan Erbakan, İsrail ile askeri anlamda çok önemli olan ?Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşması?nı 54. Hükümet olarak 28 Ağustos 1996?da imzalamıştır. Böylece son birkaç yıl içinde Türkiye, İsrail ile 19 antlaşma imzalamış oluyordu. Türkiye-İsrail ittifakı, özellikle askeri alandaki işbirliği ekseninde oldukça kısa bir dönemde meyvelerini verecekti. 1996?da İsrailli şirketler, yarım milyar dolar değerindeki Türk Hava Kuvvetlerine ait 54 F-4 uçağının modernizasyonu ihalesini kazandı. İsrail ile sürdürülen ilişkiler çerçevesinde, İsrail Türkiye?ye tank satacak, ortaklaşa füze üretiminin yanı sıra, Türkiye 48 F?5 savaş uçağının modernizasyonu işini de İsrail?e verecekti.
1996 yılında Rafah hükümetinin göreve gelmesi, İsrail?i rahatsız etmişti; fakat bu hükümet döneminde Türkiye?nin İsrail politikası değişmediği gibi yakınlaşma daha da ilerletilmiştir. Ordu, bu konuda İsrail yetkililerine endişelerini hafifletici açıklamalar yapmıştı. Bu açıklamaların ardından 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu kararlarıyla, ?demokrasiye balans ayarı? yapılmıştı. Generaller tarafından bin yıl süreceği söylenen 28 Şubat Süreci?nin başlamasında laik kesimin RP?den duyduğu genel rahatsızlığın yanı sıra en büyük pay İsrail faktörüdür. 28 Şubat post-modern askeri darbesinden sonra Erbakan?ın İsrail?e karşı politikasının yumuşadığını görüyoruz. Nitekim Erbakan?ın bir türlü kabul etmemesi nedeniyle sürekli ertelenen İsrail Dışişleri Bakanı Levy?nin Ankara ziyareti Nisan 1997?de gerçekleşmiştir.
29 Nisan 1997?de Genelkurmay, Milli Askeri Stratejik Konsept?ini (MASK), ?dış tehdit? yerine bölücülük ve irticai faaliyetler ile tanımlanan ?iç tehdit? olarak değiştirdi. Genelkurmay, tanımladığı bu iç tehdidin dışardan, Suriye ve İran tarafından beslendiğini işaret ediyordu. İsrail ile ilişkiler de bu konsept değişikliğinden etkilendi. Dış tehdit ikili görüşmelerde yer buldu. 1996 Şubat?ındaki Askeri Eğitim ve İşbirliği Antlaşması (AEİA) kapsamında Türk-İsrail yetkilileri arasında altı aylık periyotlarla yapılması planlanan ?Stratejik Diyalog? süreci başlatıldı. Haziran 1997?de Refahyol yerine kurulan ANASOL-D hükümeti ile ilişkiler önceki döneme nazaran daha rahat bir döneme girmiştir; ekonomik yakınlaşmayla birlikte askeri işbirliği konusunda da gelişmeler kaydedilmiştir.
İki ülke arasında askeri ilişkilerin en önemli adım 23 Şubat 1996 tarihinde imzalanan ?Askeri Eğitim ve İşbirliği Antlaşması? olmuştur. Bu antlaşmanın kapsadığı işbirliği konuları şunlardır:
- Askeri eğitim alanında karşılıklı bilgi ve deneyimlerin değişimi,
- Askeri akademiler ve karargahlar arası karşılıklı ziyaretlerin yapılması,
- Savaş gemilerinin karşılıklı ziyaretler yapması,
- Askeri, sosyal ve kültürel alanlarda bilgi ve personel değişimi ile askeri tarih, müze ve arşiv konularında işbirliği,
- Ortak eğitim yapılması
- İki ülke istihbarat birimlerinin işbirliği yapması,
- İsrail ve Türk donanmalarının Akdeniz?de ortak tatbikat düzenlemeleri,
- İsrail uçaklarının eğitim amaçlı olarak Türk hava sahasını kullanması
Nisan 1996?da sekiz İsrail F-16 savaş uçağı ilk defa Türk hava sahasında Konya semalarında Anadolu Kartalı (Anatolian Eagle) adıyla eğitim uçuşu yaptı. Aynı yılın haziran ayında on iki Türk savaş uçağı İsrail?e gitti. Ocak 1998?de, Akdeniz?de, İsrail-Türkiye-ABD gemilerinin katıldığı bir tatbikat düzenlendi. Güvenilir Denizkızı (Reliant Mermaid) adını taşıyan arama-kurtarma tatbikatına Ürdün, gözlemci olarak katılmıştır.
Tarafların 11 Temmuz 2000 tarihinde Camp David'de bir araya gelmesini memnuniyetle karşılayan Türkiye?nin İsrail ile ilişkileri, Aksa İntifadası'nın başlamasıyla sıkıntıya girmiştir. İsrail?in aşırı güç kullandığı yönündeki BM kararında Türkiye, Filistin lehine oy vermiş, yapılan açıklamalarda İsrail saldırılarının devam etmesinin Türkiye?nin politikasını değiştirebileceği, İsrail ile işbirliğinin zarar görebileceği belirtilmiştir. Türkiye yaşanan son gelişmeler karşısında ikili politikasına devam etmiş, bu meyanda 2001 yılının mayıs ayında İKÖ?nün aldığı İsrail ile her türlü ilişkiyi kesme kararına rezerv koymuştur.
Makalenin devamı için tıklayın:
Türkiye?nin AB?ye Üyelik Süreci ve Dengelenen İlişkiler