Türk Usulü Laik İslamcı Modelin Zaferi Üzerine
Yasir ez-Zeatire*
Bazılarının sandığının aksine biz Adalet ve Kalkınma Partisi?nin, yerli ve yabancı birçok analist ve gözlemcinin beklediğinin aksine yasaklanma kararından kurtulmasına sevindik.
Bu sevincimiz Adalet ve Kalkınma Partisi?nde vücut bulan Türk İslam Modeli?ne olan hayranlığımızdan kaynaklanmıyor. Sevinmemizin nedeni Türkiye?nin çalkantılı bir coğrafyada ağırlığı olan Müslüman bir devlet olarak kalma hırsıyla ve aşırı laik kesimlerin ısrarla yok etmeye çalıştığı İslami kimliğini korumaya devam etmesidir.
Adalet ve Kalkınma Partisi?ne hayran olan her kesimin gerekçeleri ve fikri geçmişi aynı değildir. Bu kesimler gerek program gerekse düşünce olarak çok farklı çevrelerden geliyorlar. Bu kesimlerin başında Ak Parti kurmaylarının ?takiyye? yaptığını oysa gizli islamcı ajandalarına sadık kaldıklarını, askerin ve fanatik laik siyasi elitin pençesinden kurtulmak için şimdilik böyle davrandıklarını düşünen İslamcılar geliyor.
Bu gruba böyle düşünen İslamcıların yanı sıra Arap ve İslam ülkelerinde her yönüyle İslami olguya sempati duyan sokaktaki insan da dâhildir. Özellikle içerden ve dışardan İslam karşıtı saldırılara maruz kalan çevreler arasında bu durum daha bariz bir şekilde tezahür ediyor.
Ak Parti deneyimine hayran kalan diğer bir grup ise daha önce devlet ve toplum için İslami bir bakış açısı benimseyen ancak daha sonra bu düşüncelerinden vazgeçenlerdir. Arap Dünyasında filizlenen ancak İslami devlet diye bir şeyin olamayacağını, İslami hareketlerin ya da siyasal İslam güçleri olarak bilinen hareketlerin temelini oluşturan şeriatı uygulamanın abes olduğunu sonradan keşfettikleri gerekçesiyle savunduğu çizgiden dönen ya da bazılarının iddia ettiği gibi bu çizgiyi yeniden gözden geçiren ilk militan İslami deneyimler bu gruba dâhildir.
Bu grubun üzerinde durmak gerekir. Çünkü bu grup pratik ve gerçekçi olarak İslami hareketlerden devlet ve toplum için İslamı yeniden referans olarak almaya çağıran cemaatlerden farklı bir biçim ve kimlik edinmelerini, gerek siyasette (örneğin Siyonist devletin varlığını kabul etmek, ABD?nin kucağına sığınmak ve fasit rejimlerle işbirliği yapmak gibi) gerekse sosyal ve ekonomik sistemle ilişkisi olan meselelerde helal ve haram tanımayan kurnaz siyasetçilere dönüşmesini talep etmektedirler.
Şüphesiz bu grubu oluşturan elemanların gerekçeleri aynı değildir. Bunlar arasında henüz gerçek dindarlık çizgisini terk etmeyen gayretkeşler olduğu gibi sistemin büyüsüne kapılıp aynı yörünge içerisinde dönenler de var.
Ak Parti deneyimini destekleyen üçüncü bir grup ise eski ideolojik geçmişleri bir yana gerçek laiklerdir. Bu grup ara sıra eski düşünceleri istikametinde gider. Bu grubun elemanları arasında Müslüman olmayanlar da var. Bunların çoğu ne İslam?ı ne de İslamcıları sevmezler. Bunlar İslami hareketleri sosyal, ekonomik ve siyasal alanda içinde İslami hiçbir kokunun bulunmadığı yeni bir politik dile çekmek istiyorlar. Bunların inancına göre böyle bir yola girdikleri takdirde İslami hareketler diye bir şey kalmayacak. Buna son yirmi yılda Arap ve İslam arenasında egemen olan dindarlık mekanizması da dâhil.
Özetle bu grup İslami hareketleri kademeli olarak iktidara ulaştırmak için nasihatten daha fazlasını yapıyorlar. Bu grup İslamcıların mevcut Arap rejimleriyle olan problemlerinin ideolojik olmadığının tamamen farkında. Asıl problemin iktidarı ve ülkenin kaynaklarını ele geçirmiş olan iktidardaki elit tabakaya muhalefet ve rekabetle ilgilidir.
Bu rekabet öyle bir rekabet ki tüm ideolojik değerlerinden ödün verse de kabul görmeyen bir rekabettir. Bu rekabet iktidardaki zümreye mensup biri ya da bu zümreye en yakın biri tarafından olsa bile.
Ancak Türkiye?nin durumu Arap ve İslam ülkeleri için tam anlamıyla bir örnek oluşturmuyor. Çünkü bu ülkelerde diğer ülkelerde olduğu gibi katı bir laiklik ya da dini kişisel alana veya belli oranda toplumsal alana indirgeyen bir anlayış yoktur. Devlet yapılanmasında şartlar uygun olsa da ve örneğin Cezayir?de Abdulaziz Belhadem örneğinde olduğu gibi Erdoğan?dan daha dindar devlet başkanları, bakanlar ve yöneticiler bulunsa da
Türk Modeli demokratikleşme bazında da elverişli değildir. Zira Arap Dünyası?nda demokrasi adına varolan belirtiler dekoratif demokrasiden öteye geçmediği gibi oynanan oyunun aktörleri dışında birisinin kazanmasına asla müsaade etmez. Bu aktör zemzem suyuyla yıkanmış kutsal bir kişi olsa bile.
Türkiye?de Adalet ve Kalkınma Partisi diye laik bir partinin varlığı yanında Türkiye?de İslami Hareketin piri olarak kabul edilen Necmettin Erbakan?a bağlı Saadet Partisi adında İslami bir parti de var. Adalet ve Kalkınma Partisi bugün iktidardaysa bunun nedeni Türklerin büyük bir kısmının yukarıda belirttiğimiz birinci grubun inancını benimsiyor olmalarıdır. Yani liderlerinin takiyye yapan İslamcılar olduğuna inanan. Ancak gelecekte bu durum değişebilir. Sahneye Saadet Partisi çıkabilir. Ya da devlet ve toplum yönetimi için referans olarak İslam?ı kabul eden başka bir parti iktidara gelebilir.
Burada Gallup Araştırma Enstitüsü?nün Mısır, İran ve Türkiye?de şeriatın uygulanmasıyla ilgili yaptığı kamuoyu araştırmasına değinmekte yarar var. Gallup?un yaptığı araştırma sonucuna göre Türklerin çoğunluğu şeriatın uygulanmasına ilişkin olumlu bir tavır içerisindedirler (gerçi sorulan soruya bağlı olarak oranlarda azalma ya da eksilme olabiliyor)
Burada şunu ifade etmemiz lazım: İslami Hareketlerin devlet ve toplum yönetimine ilişkin benimsediği İslami bir model yoksa bu hareketleri ?İslami? olarak nitelendirmenin de anlamı yoktur. Bu hareketler kendilerine istedikleri ismi verebilirler. İnsanları yönetmek için farklı programlar öne sürebilirler. Bunlar ve ?eski İslamcılar? nihai olarak iktidardan başka bir şey hedeflemediklerini açıkça ilan edebilirler.
Ancak insanları belli bir program etrafında toplamak sonra da bunu inkâr etmek onurlu insanlara yakışmayan bir oyun olur. Burada Erdoğan?ın da daha önce verdiği bir demecinde de belirttiği gibi Adalet ve Kalkınma Partisi kurmaylarının ılımlı, aydın ve benzeri bir sıfatla da olsa İslamcı bir parti oldukları iddialarını şiddetle reddetmekle kendi içlerinde tutarlı olduklarını söylemeliyiz.
Biz kendi açımızdan bu insanlara saygı duyuyor, onlara inanıyoruz. Üstelik bu insanların icraatları da söylemlerini doğrular nitelikte. Zira bunların programlarıyla İslami bakış açısı arasında bir ilişki bulunmamaktadır. Ne sosyal ne ekonomik ne de siyasi olarak. Buna başörtüsü meselesi de dâhil. Zira bu meseleye hak ve özgürlükler bağlamından yaklaşılmıştır. Şeriatın uygulanması bağlamında değil. Ayrıca halktan gelen talep doğrultusunda böyle bir girişimde bulunulmuştur.
Özetle biz bu insanlarla bu şekilde muamele ediyoruz. Bununla birlikte devlet ve toplum yönetimi için yeniden İslam?ı referans olarak almaya çalışmak abes ya da değersiz bir iş olmadığı aksine başka insanların peşinden koştuğu bir gerçek olduğunu ısrarla söylüyoruz. Birçok batılı siyasi parti nasıl ki isminin önüne ?Hıristiyan? sıfatını koymaya ve devlet yönetiminde Hıristiyanlığı referans almaya devam ediyor İslami arenada da aynısının yapılmasında neden gariplik olsun ki?!
Birçok İslamcı ve din âliminin düşündüğü gibi bizimle böyle düşünenler arasındaki fark bizim halen devlet ve toplum için İslami bir modelin var olduğu hakkında ısrarcı oluşumuzdur. Bu model bilhassa devlet bağlamında en ideal şekliyle henüz tam olarak berraklaşmamışsa bile bu modelin olmadığına anlamına gelmez. İslam?ın kutsal ve kalıcı metni olan Kur?an-ı Kerim ile sünnet-i mütahharanın birçok uygulaması sadece matemde okunan bir kelamdan ibaret değildir. Aksine dün olduğu gibi bugün de uygulanmaya müsait talimatlar olup zaman ve mekânın şartları doğrultusunda insanlığın hayatına indirgenebilir.
Nasıl ki batı belli bir model üzerinde nispeten bir anlaşmaya varıncaya kadar pazarlık ve savaş dolu nice yüzyıllar tüketmişse Müslümanlar da kendi bakış açılarıyla örtüşen bir model üzerinde karar kılmaları biraz zaman alabilir.
Bu sözlerimiz bazılarının hoşuna gidebildiği gibi bazılarınınsa hoşuna gitmeyebilir. Ancak bu bizim inandığımız ve benimsediğimiz görüştür. Başkalarının keşfettiği gibi biz bu görüşün abes olduğunu keşfetmedik. Başkalarının böyle bir kanıya varmaları gerçekten rasyonel bir kanaatin ifadesi olup olmadığına, başka nedenlerden ya da İslam dünyasının içinde kıvrandığı hezimet şokundan veya İslami Hareketlerin başarısızlığından kaynaklandığına bakmadan bu umutsuz duruma karşı koyabilecek tek şeyin İslami olgu olduğuna ve bu durumdan çıkış yolunun İslam olduğuna inanmamızdan kaynaklanmaktadır.
İslami hareketlerin halktan bu kadar destek görmesinin nedeni ümmetin genelinin eğilimleriyle örtüşen bir yöntem benimsemelerinden kaynaklanmaktadır. Sadece din ve dindarlaşma açısından değil aynı zamanda yolsuzluk ve despotizmi reddetmesinin yanı sıra ümmetin şanını geri getirmeye ve Siyonizmle batının saldırısına direnmeye çalışmasından da kaynaklanmaktadır. Bütün bu çabalar Siyonizmle barışık ve batıya tabi umutsuz bölgesel bir devlette iktidar arayışına dönüşürse kitleler neden bunların peşinden gitsin ki?
*Filistinli Yazar
Bu makale Mehmet Direk tarafından TİMETURK için tercüme edilmiştir.