-İlk gördüğümde kitabınızın adı, bir hayli şaşırtmıştı beni: 'Düşünmek Farzdır'. Şimdiye kadar duyduğumuz o malum sayısal farzlar arasında hiç böyle bir farza rastlamamıştık. Bu farzın meşruiyetini açıklar mısınız?
-Aralarında yaşadığımız toplum, korkutulmuş, kıstırılmış, ürkütülmüştür. Siyaseten ezildiği gibi itikaden de zillete mahkum bırakılmıştır. Düşünmeyen, kendi derdine yanmayan, merhem aramayan bir toplum buna müstahaktır. Göçebelik, bedevilik ve ümmilik gömleğini sırtından bir türlü çıkarmak istemeyenlerin taşıdıkları kirden ve pastan ötürü, etrafına rahatsızlık vermesi kaçınılmazdır. Hâlâ ninelerinin ayaklarında sallanan bebekler gibi masal ve efsanelerle avunan zihin ve kalplerin zeka yaşları olgunlaşmamış demektir.
Tarihin bir diliminde İslam'ın tamamladığı ilkeler üzerinde düşünen (ince anlayış sahibi) fakihler, yaşamlarına kolaylık sağlamak maksadıyla kimi içtihatlar üretmişlerdir. Farzlar, menduplar, helal ve haramlar tasnif etmiş, kendi toplumsal ihtiyaçları çerçevesinde açık formüller halinde insanlara sunmuşlardır. Sözgelimi vahiy, farz, vacip, sünnet, nafile, müstehap, mübah, haram, mekruh gibi kavramlara tarifler ve tasnifler yapmışlardır. Bütün bu tarif ve tasnifler sübjektiftir. Zaten her ekolün anlayışı da farklıdır. Mesela Şafii farz ile vacibi aynı zarf içerisinde mütalaa ederken, müteahhirin hanifiler ayrı başlıklar altında değerlendirmişlerdir.
Demem odur ki müçtehitlerin ortaya koyduğu tarif ve tasnifler Din değildir; fıkıhtır. Onların ince anlayışıdır. Her dönemin Müslümanı kendi fıkhını (ince anlayışını) üretmek, ortaya koymak zorundadır. Hiç kimse şunu söyleyemez: Kur'an'da farzların sayısı 54, vacipler 108, nafileler ise 1006 tanedir diye. İlahi Vahiyden böyle bir sonuç çıkmaz. Birisi böyle bir sonucu çıkarsa bile o yalnızca kişinin kendisini bağlar.
Bu durumda toplumumuza ezberletilmiş, neredeyse tekerlemeye dönüşmüş ilmihal bilgilerinin yenilenmesi şarttır. İmanın şartı 6, İslamın şartı 5, 32 farz, 54 farz, Dinin kaynağı Kur'an, sünnet, icmai ümmet, kıyası fukaha, dört mezhep haktır türünden ezberlerin bozulma vakti gelmiştir.
Günümüz Müslümanlarının haline baktıkça ben, en zaruri ihtiyacın, kişilerin kendi başlarına düşünmeleri olduğunu görüyorum. Zira iman bir kör kabul değil, akıl, bilinç, bilgi ve basiret eylemidir. Şek, şüphe ve merak denizinde yüzmeden, imanın kıyılarına varamazsınız. Bunlarsız vardığınız kıyı, sizi bir teslimiyet ve bağlanma havuzuna erdirse de, imanın sağlayacağı emniyet ve güvenden yoksundur. Dogmatik karakterlidir.
Onun için düşünmek farzdır.
- Kitabınızda düşünmeye müteallik birçok kavram var. İçtihat, kıyas, tefakkuh, tedebbür, tezekkür, yakin, ilim, iman v.s. bu mefhumların en başında ise 'akıl' yer alıyor. Toplumumuzda, çokları için akıl muteber nesne değil. Bizim oralarda delilere akl-ı selim derler mesela. 'Akıl, şeytanın dümen suyu değil midir? Gönül yolunu terk edip de kendimizi, aklın ustura çakıllı, dolambaçlı yollarına vurduğumuzdan kan içinde ya ayaklarımız. Bu işler kuru akılla olur mu hiç!' hal böyleyken akıl gibi itibarsız bir meleke nasıl olur da hayatta en üst sırayı alabilir?
- Allah'ın kelamını kendilerine rehber edinenler, konuşma ve düşünme dilinin kelime ve kavramlarını İlahi Vahye istinat ettirenler beni anlayacaklardır. Allah bir sinede iki kalp yaratmamıştır. Bu kalp akleden, fıkheden, fikreden, zikreden, tedebbür eden, tasavvur eden, tahayyül eden, hülasa iman eden kalptir. İlahi Vahiy, 'Nefs'i, yani insan tekini, kişiyi, akıl ve gönül yetilerine ayıran, İslam dışı düalist mantık ve mentaliteyi reddeder. Aklın ayrı, gönlün ayrı bir yol, yordam ve yöntemi yoktur, olamaz. Akıl ve gönlün her ikisi ile de kast edilen eylem, iş, davranış ve tutumların kumanda merkezi kalptir. Tabii bu kalbi vücuda kan pompalayan yürek ile karıştırmamak lazımdır.
Septik ve düalist Eski Yunan Felsefesi ile Budizm, Mecusilik, Şamanizm ve Zerdüştlük gibi doğu dinlerinin yaygın zihniyetler üzerinde köklü etkileri vardır. Onlar insanı beden ve ruh diye ikiye bölerler. Nefsi, kişinin kendisi diye tanımlayan İlahi Vahyin zıddına, insandaki kötülük, yahut kötü arzuların merkezi olarak görürler. Aklı da bu merkezin şeytanı rolünde sanırlar. Gönül diye muğlak bir mefhumu ise iyilik merkeziymiş gibi gösterirler.
Asıl karıştırdıkları husus, bence şöyle açıklanabilir: kendisine takva ve fücurun ilhamı kodlanan insan, başlangıçta nötrdür, suçsuz ve günahsızdır. Takvaya ulaşmanın yolu fikir, zikir, tedebbür, tefakkuh, nazar, basiret ve teakkuldan geçer. Bütün bunların merkezi selim kalptir. Fücura düşmenin yolu ise heva, heves, haset, nifak, küfür ve şirkten geçer. Bunların da merkezi yine kalptir. Ancak bu ikinci tip kalp, marazlı kalptir. Mühürlenmiş, kilitlenmiş kalptir.
Allah'ın kelamını doğru okuyanlar heva, heves ve evham ile akledişi birbirine karıştırmazlar. Bir soruyla cevabı tamamlayalım: Kur'an'da akletmenin, akıllı olmanın, akıllı ve akılla davranmanın, kişiyi saptırdığına, ustura çakıllı, dolambaçlı yollara sevkettiğine dair bir ima, en ufak bir işaret var mıdır; söyler misiniz? Kötülüklerin, zulümlerin, şerrin kaynağı İlahi Vahyin dilinde heva, heves ve evhamdır. O halde müminin her işi akılla ve akıllıca olur. Bu aynı zamanda müminin gönlüne de yatan tek şeydir. Zira akıl ve gönül düalizmi yoktur İslam'da. Bu aykırılık hem Eski Yunan Felsefesi, hem de Uzak Doğu Dinlerinin sapkın telakkilerinden İslam Dünyasına bulaşmıştır.-Düşünen, kalem sahibi Müslümanlardan şunu sık sık duyar, okuruz: Pozitivizmin bilgi kaynağı göz, rasyonalizmin akıl, İslam'ın ise vahiydir. Siz, kitabınızda imanın, aklın müteradifi olduğunu söylerken İslam'da rasyonalizmin varlığını iddia etmiş olmuyor musunuz? Eğer iddianız buysa tecrübenin var olduğunu da zımnen reddetmiş olmaz mısınız?
- Akıl, beş duyu ve sadık haber insan için bilgi kaynaklarıdır. Her üçü ile elde edilen bilgi, ilim haysiyeti taşır. Akıl ve beş duyu, Allah'ın insana ikram ettiği Metluv Vahiy'den- Nebevi Haber'den önceki Vahyi İlahidir. Selim biçimde çalışmak şartıyla aklın ve beş duyunun tespit ettiği bilgilerin doğruluk değeri itibariyle, Nebevi Haber'deki Vahyin bilgilerinden farkı yoktur. Nitekim Allah'ın Vahyi, bildiğimiz Metluv kitaptakilerden ibaret değildir. Kevni ayetleri unutmamak lazımdır. İslam, kanaatimce, her üç bilgi kaynağına da eşdeğerde itibar eder. Sadece Nebevi Haber, insan akıl ve duyularının yetişemeyeceği, güçlerinin sınırını aşan konularda kişiye rehberlik eder.
Pozitivizm, rasyonalizm ve katı nass'çı ortodoskluk gibi ekoller bilgi kaynaklarından yalnızca bir tanesine itibar edip, onu ön plana çıkararak, onun rehberliğinde görüş ve iddialar ortaya sürmüşlerdir. Bu sebepten de ilmi bir tutum içerisinde değillerdir. Onlar varlık ve vakıayı tek boyutlu bir düzlemde görürler. Eksik ve sapkın bir bakıştır onlarınki. Her biri İslam'ın ön gördüğü bilgi kaynaklarından yalnızca birisine saplanıp kalmıştır. Esasen pozitivistler yalnızca kafadaki göz ile bakıp, kalp gözünün farkına bile varmamışlardır. Ve hayvansal düzeyde donmuşlardır. Rasyonalistler ise asla akılla değil, marazlı ve mühürlü kalplerinin hevasından doğan ve zihinlerinin ekranına yansıyan manasız, kargacık burgacık ve evham yüklü görüntüleri, hak ve hakikat sanmaktadır. Oysa heva, heves ve evham ürünü iddialar onların kalplerindeki hastalığı artırmaktadır.
Nass'çı Ortodokslar ise kainattaki ve insan bünyesindeki İlahi Vahyi ihmal ederek, İlahi Kelamın salt zahiri ifadelerine takılıp kalmışlardır. Mecaz, sembol, siyak, sibak, sebebi nüzul v.s. onların nazarında bir değer taşımamaktadır. Bu sebepten bu gibilerin de kalplerinde maraz oluşmuş, saplantılarını Din sanmışlardır.
Varlık ve vakıayı çok boyutlu, her yönüyle kavrayan mümin, hem aklın hem beş duyunun, hem de metluv İlahi Vahyin rehberliğine ortaklaşa bağlanmıştır. İlim sahibi olmaya bu yüzden ancak müminler liyakat kesbetmiştirler.- 'Nasıl Düşünürüz' başlıklı yazınızda Rodin'in 'Düşünen Adam' heykelinin düşünmenin bir vechesi olduğunu söylüyorsunuz. Kitabınızdaki aşkı irdelediğiniz için soruyorum, siz de bir 'Aşık Adam' heykeli yapacak olsaydınız nasıl bir figür tasarlardınız?
- Nasıl düşünürüz, neremizle düşünürüz, hangi tutum, tavır ve duruş, düşünce adımı olur? Bu konunun hakikatinden laf aramızda yalnızca sıradan insanlar değil, toplumdaki aydınlar bile habersizdir. Ayrıca akletmek, fikretmek, zikretmek, fıkhetmek, tedebbür, tasavvur, tahayyül etmek, vehmetmek, heva ve hevese kapılmak, nazar etmek, basiret sahibi olmak v.s. bütün bu beşeri işler arasında bazen nüans bazen de devasa farklılıklar vardır. Ama bu toplum hüznü, elemi, kederi, melankoliyi bile tefekkür ile birbirine karıştırır. Ünlü yazar, çizer ve aydınlarda da bolca bu hataya rastlamak mümkündür. Mesela efkarlı bir insan neye tekabül etmektedir? Çok fikirli insana mı yoksa hüzünlü/ elemli insana mı?
Ben topluma bu geleneksel/ kadim yanlışı çok görmüyorum. Rahmetli Cahit Zarifoğlu diyordu ki: 'Halk aşksızsa sokaklar banka dükkanlarıyla doludur'. Meğer onu bile aldatmışlar. Oysa 'Halk aşıksa sokaklar banka dükkanlarıyla doludur.' Nitekim bu toplum tepeden tırnağa aşık değil midir? Herkes bununla övünmektedir. Masallarına, efsanelerine, destanlarına, şiirine, edebiyatına, kültürüne, folkloruna bakın bu toplumun. Ne göreceksiniz? Akıllı, uslu karakterler, ilmî tutum ve davranışlar, dengeli inanç ve eylemler mi? Adalet ve hakkaniyet modelleri mi? Hayır! Sadece mecnunluk ve aşk. Böyle söyleyince hayattan sevgiyi sildiğimi sanıyorlar. Halbuki böyle bir şey mümkün mü? Oysa ben kitabımda 'Muhabbet İmanın Ürünüdür' diye müstakil bir bahis açmışım. Nedense o bölümü görmek istemeyenler var sanki. Benim insana muvafık bulmadığım aşk ve mecnunluk, Allah'ın kelamında, Allah elçilerine muvafık bulmadığı şairlik, mecnunluk ve aşıklıktır. Yani akletme, fikretme, zikretme yetilerini yok eden, körelten, bulandıran bir tutku halidir.
'Aşık Adam' heykeli görmek için hiç uzağa gitmeye gerek yoktur. Millet Meclisinden camilere, kumarhanelerden birahanelere, gazete okuyucularından tv seyircilerine kadar yüzünüzü nereye dönseniz orada bir 'Aşık Adam' bulacaksınız. Şu sözler akıl işi midir: 'Hem laik hem Müslümanım; akılla iş olmaz; gönülle olur; filan zat benim efendimdir; ben efendime gassal önündeki meyyit gibi teslim olurum' diyen herkes, her fotoğraf bir aşık fotoğrafıdır. Bulunması güç olan 'Düşünen Adam' heykeliydi; onun bir taklidine Akıl hastanesinin bahçesinde rastladım, biraz da ironi ile Rodin'in bu taklidini örnek gösterdim.
Düşünmek Farzdır ve Ağabeyim'e Mektuplar'ı edinmek için:
Sır Yayıncılık, 0 224 223 72 10;
Röportaj: Mehmet Çağan Azizoğlu