Gülcan Tezcan/ Gerçek Hayat
Bir Cibuti seyahati sonrası, yolculuğun izleri henüz zihninde ve gönlünde taptazeyken bir araya gelmiştik O?nunla. Dünyanın öbür ucunda yaşanan bir insanlık dramından kendini sorumlu tutar gibiydi, öylesine acı dolu bir ifade oturmuştu aydınlık yüzüne?
Çünkü insanların kendi küçük sorunlarını dünyanın biricik meselesi haline getirmelerine inat O, hep ötekinin acılarıyla hemhal olmayı seçen bir isim.
Bu yüzden Doğu Konferansı?nda, Küresel Bak?ta, sivil itaatsizliğin olduğu, hak ve adalet arayışını temel alan pek çok girişimde ?Ben de varım!? diyen bir aktivist Yıldız Ramazanoğlu. Aynı zamanda edebiyat alanında da hatırı sayılır hikâyecilerden biri. Kadın hikâyelerinden oluşan Zilha Günü, edebiyat çevrelerinde oldukça ses getirdi. Ancak biz Ramazanoğlu?yla edebiyat sohbetini başka bir zamana erteleyip Timaş?tan yayınlanan son kitabı Bağdat Fragmanı üzerine Gülcan Tezcan Gerçek Hayat dergisi adına bir söyleşi yaptı.
İnsanlığa dair yakın tarihte ülkemizde ve yakın coğrafyamızda yaşanan nerdeyse bütün acılardan birer kesit var kitabınızda. En çok sizi etkileyen, sarsan ve kayıt altına almak istediğiniz ne oldu bu kitapta?
Bağdat aslında Doğu?nun modernleşmeye açtığı alanın tartışmaya açılmasının adı. Tartışılamaz Batı değerleri?nin sınırlarıyla karşılaştığımız zamanlarda yaşıyoruz. Genç kuşaklarda Avrupa arzusu diyebileceğimiz heves söndü epeyce. Bunun somut sebeplerine yaşanan gerçekliğe dair tanıklıklardan sözetmek istedim. İnsan soyunun varoluş mücadelesini nasıl sürdürebiliriz, direnmek için nasıl bir farkındalık gerekli. Kötülüğe karşı koymak için karşı karşıya olduğumuz şeyi bilmemiz lâzım. 2003?te başlayan Irak istilasından beri Batı da Doğu da dönüm noktasında. Ya insanlığın ortak değerlerinden yana bir duruş sergilenecek ve başkasının acısına hakikatine duyarlılık göstereceğiz ya da dünya kimseye yar olmayacak. Ebu Gureyb?e gelip dayanmış bir ?ilerleme?yle daha fazla yol alamayız.
Doğu Konferansı?ndan bir çok not var ama bu doğrudan bir Doğu Konferansı kitabı değil. Doğu Konferansı o gruptaki aydınların birbirine ve Ortadoğu?ya bakışını nasıl etkiledi?
Doğu Konferansı inisiyatifi aynı tarihi, kültürü hatta kaderi paylaştığımız komşularımızla onları temsil eden yazarlarla ve siyasetçilerle göz göze gelme, işbirliği ve dayanışma imkânlarını yoklama seyahatleriydi. Yola çıkmak için motivasyonu sağlayan sebep Bağdat?a girilmesiydi. Baudrillard?ın algı eşiğimizi aşan yalanlar dolanlar zincirine gönderme yapmak için ?olmadı, hayır olmadı ? dediği şey. Susan Sonntag?ın, saldırıyı şiddetle kınarken Amerikan halkından nefret etmeyin, bilmiyorlar diyerek dünyaya seslendiği nokta. İlkin Şam yolculuğuna çıkışımız tehdit altındaki ikinci ülke olması yüzündendi. İçinde yüzdüğümüz parçalanmış tarih ve coğrafyanın zihnimizde tekrar bütünlüğe kavuşmasını sağladı. Kendi içimizdeki gettolardan çıkmamıza yardım etti. Bölge halklarıyla dayanışma, iş birliği, bir ortaklaşma gerektiği iyice zihinlerde billurlaştı. Dolayısıyla yapay sınırlarla birbirinden ayrılmış olan aslında ortak bir gelecek ve kaderi paylaşan insanların Doğu nedir?, Doğu?nun imkânları nelerdir?, Dünyaya ne verebiliriz? gibi sorular etrafında düşünmemize sağladı.
Nasıl sonuçlar, etkileşimler yaşandı?
Gittiğimiz ülkelerdeki muhataplarımız açısından da bir ilkti. Çünkü farklı eğilimlerden insanların bir araya gelip ortak paydalarda ortak bir dil üzerinden seyahate çıkması ve aynı zenginlik içindeki muhataplarla bir araya gelmesi çok da yaşanmış bir şey değildi. Önemli bir deneyim bütün bölge için. Daha çok Doğu-Batı diyaloğundan söz ediliyor yıllardan beri. Fakat burada gördük ki öncelikli olarak gündemimize almamız gereken şey Doğu-Doğu diyaloğu. Birçok katılımcı bunun için geç bile kaldığımızı, fakat zararın neresinden dönersek bunun kâr olacağını ifade ettiler. Birinci Dünya Savaşı?ndan beri halkların böyle dağılması, atomize olması, etnik milliyetçilik, ulus devlet kurma heveslerinin yol açtığı yıkımlar ve daha birçok şey tartışıldı. Sürüklendiğimiz maceralar, cetvelle çizilen sınırlar. Önemli tespitlerden biri de birbirimiz hakkında Batı dolayımıyla bilgilendiğimiz gerçeğiydi. Avrupalı aydınları yazarları yakından tanıyan buluşan o Doğulu yazarlar, sanatçılar Türkiye?yi atlamışlardı bu güne kadar. Bu bizim için de geçerliydi. Kahire, Şam, Erivan, Tahran, Beyrut hatta gidemediğimiz Bağdat?la kardeşlik hattı nasıl kurulur?, Dolaysız sıcak ilişkiler ve işbirliği nasıl sağlanır?, Daha eşitlikçi, özgürlükçü toplumsal yapılanmalar için ortak mücadele verilebilir mi? bunları konuştuk gittiğimiz yerlerde. Görmezden gelme, yok sayma hatasını nasıl telafi edebiliriz, farklılıklarla nasıl zenginleşebilir ve birbirimizin hakikatine eğilme ve saygı duymaya dair hissiyatı Batı düşüncesine nasıl aktarabiliriz? Sanat, edebiyat, karşılıklı paylaşımlar, tercümeler, sinema günleri, buluşmalar neler konuşulmadı ki. Bence iyi bir başlangıç oldu fakat bunun çok daha geniş kitleler tarafından sahiplenilmesi, sürdürülmesi gerekiyor çünkü çok fazla emek yoğun bir iş ve bir de kendi imkânlarımızı zorlayarak bu seyahatleri gerçekleştirdik. Sponsorumuz olmadı.
Orta Doğu?ya kişisel seyahatler de yaptınız. Gittiğiniz coğrafyalardaki aydınlar Irak?ın işgaline, Filistin?de olanlara nasıl bakıyorlar? Onlar nasıl arayışlar içindeler?
Hepsi yaşanan büyük haksızlığın, büyük kapatmanın ve gözaltının farkındalar. Çocuklar, yaşlılar herkes siyaset bilimci. Hayat onları uzmanlaştırmış. Dolayısıyla bütün gelişmeler çok iyi takip ediliyor. İnsanlığın bütün kalp gücü seferber edilmeli, bu da bilinç yükselmesiyle ve ötekini de kendimiz gibi bilmekle olacak bir şey. Mesela Türkiye buna ne diyor? Beyazıt?ta bir gösteri yapılmış kaç kişi katılmış, dünyanın neresinde vicdanlarda bir kıpırtı varsa, farz edin İsveç?te beş kişi toplansa bir meydanda, Beyrut?taki bombalamalara karşı bir şey yapsa bundan haberdar oluyorlar. Dolayısıyla biz buradaki bütün eylemleri, itirazları sivil ya da resmi tepkileri çoğaltmak, çok ciddiye almak zorundayız. Sadece o kardeşlerimizin çabalarımızı görüp bizim bu direnişe, bu yapılan kötülüklere karşı verilen mücadeleye nasıl duyarsız kalmadığımızı gösteren küçücük bir kare fotoğraf, bir video görüntüsü bile onlar için çok kıymetli. Onun için yapılan eylemleri bazı insanlar küçümsüyor. Gittik de n?oldu, elli kişi toplandı, ne çıkar bundan gibi... Hayır, bunlar küçümsenecek şeyler değil. Tam tersine bütün insanlığın ortak insani birikimine, ortak direnişine, karşı koyuşa biriken fedakârlıklar. Bu açıdan çok önemli. Ezilen halkları çiğnenen halkların isteği direniş hattının genişlemesi, kanıksamanın suç olması, bir an önce zulüm çemberinden çıkmak.
Katıldığınız, takipçisi olduğunuz barış yanlısı uluslar arası toplantılarda alınan kararlar ne derece etkin oluyor bu küresel kötülük karşısında? Bu çabalara karşın işgalin, baskıların, bombalamaların durmayışı sizi umutsuzluğa sürüklemiyor mu?
Ümitsizliğe hiçbir zaman kapılmıyorum çünkü dünyanın her yerinde çok güzel insanlar var. Küresel adaletsizliğe, küresel yoksulluğa ve saldırılara karşı durmaya çalışanların da alttan alta büyük bir ortaklaşması var. Bombaların gürültüleri seslerinin yeterince duyulmasını engelliyor gibi gözükebilir ama iyiler çoğunlukta ve adil, hakça paylaşılan bir dünyaya dair özlemlerimiz sahipsiz değil. Ortak cümlelerimiz giderek çoğalıyor.
Ortak cümle üretmek dediniz az önce. Siz bu anlamda bir aktivist olarak çok farklı çevrelerle iletişim halinde bulunuyorsunuz. Eskiye göre bu tür ortalıklarda bulunmak daha rahat mümkün oluyor değil mi?
Hakikaten Türkiye şu anda büyük bir alt üst oluş yaşıyor. Farklı eğilimlerden insanlar iletişim içinde. İnanılmaz bir kırılma noktası ve bundan geriye dönüş söz konusu değil. Çünkü taşlar yerinden oynadı. İnsanların zihinlerinde farklı pencereler açıldı. Kendi içinde çürümeye yüz tutmuş fikirler, tutucu, gettocu yaklaşımlar havalanıyor, temiz havayla buluşuyor. Temiz havayla buluşmak; ötekinin acısına ve hakikatine eğilmek. Birimize yapılan hepimize yapılmış sayılır düşüncesi sıvı gibi yayılıyor. Bu durumun hepimizi değiştirip dönüştürmesini, bir genişlik, ferahlık yaratmasını umuyorum. Çok kötü görünen bu günler aslında birbirimize doğru adım atma, dayanışma ve ortak kaderi inşa etme günleri.
Bu anlamsız düşmanlıkları da ortadan kaldıracak belki. İnsanlar tanımadığının düşmanı oluyor değil mi?
Doğru. Hrant Dink?i öldüren genç mesela, onunla on dakika konuşup, çay içip sohbet etmiş olsaydı bunu yapması mümkün değildi. Çünkü insanı yürekten fetheden biriydi. Ermeni halkıyla helalleşip gelecek nesilleri bu nefret zincirinden kurtaracaksak buna öncülük edecek en ehil insanlardan birini kaybettik. Gerekçeleri itibariyle Türkiye?de olabilecek en cahilane siyasi cinayetlerden bir tanesi.
Bir yandan Irak?ı, Filistin?i işgali anlatırken bir yandan da küresel depresyondan söz ediyorsunuz Bağdat Fragmanı?nda. Bir bedel ödenmesi mi söz konusu?
İşgal edilen insanlara bu acıları yaşatanlar da çıkmazda. İlahi adalete inanmayan topluluklar sahip olma ve keyif alma dürtüsü içinde kendi küçük cennetlerini bu dünyada kurmak istiyorlar, bunun kime neye mâlolduğu umurlarında değil. Amerikan toplumunun bütün bu gelişmeleri bilmedikleri için bütün bu politikaların yol açtığı insanlık dramından haberdar olmadıkları varsayımından hareketle onları masum görmemiz beklenir. Halkları devlet politikalarından daha ayrı tutarız zaten. Öte yandan onlardan kaçırıldığını, kapatıldığını düşündüğümüz gerçekler önlerine konulsa bunu algılamak istiyorlar mı? Buna hevesliler mi? Çünkü bunun bir faturası olacak. Başkasından çalınıp getirilen şeyleri iade ettiklerinde dünyevi kayıplar kapıda. Bilmeye hazırlar mı bakalım? Bu, Avrupa için de geçerli tabii.
Türkiye?den hangi görüntüler yansıyor fragmana?
Kitapta Kardeşlik Enerjisi diye bir bölüm var. Burada Türkiye?nin farklı mücadeleler veren insanları var. İlgi alanımıza girmediği sanılan insanlar?
Başörtülüler sadece başörtüsü meselesine odaklanıyormuş gibi bir suçlama da var.
Her sabah uyandığınızda canınızı en çok yakan, hayatınızı karartan şeyle öncelikli olarak ilgilenmeniz kaçınılmaz ve insani bir şey. Bunun yanı sıra elbette Türkiye?nin başka gerçekleri de var. Ölüm oruçları, F tipi cezaevlerinin yol açtığı insanlık dramı, umut operasyonları, Kürtlere uygulanan asimilasyon. Görmezden gelinen şeyler var maalesef. Şemdinli davası savcısının yanında durulmadı meselâ. Bunun gibi daha bir çok susma suçu. Bunlarla yüzleşmemiz lazım. Savcının göz göre göre harcanması, hatta meslekten bile men edilmesi inanılmaz bir şeydi ve dindar kesim seyirci kaldı. Bu yöndeki eleştirilere karşı eleştiriyle cevap vermek yerine herkesin kendine yakışanı yapması gerektiğini düşünüyorum. Müslüman olmak adaleti ayakta tutma azmi ve sorumluluğuyla dolup taşmak değilse hiçbir şeydir.
İktidarın nimetlerinden dolayı mı insanlar suskun kalıyorlar?
Sadece iktidarın nimetleri meselesi değil. Şu anda Türkiye?de yapılması gereken en önemli şeyin sol kesimin kendisini jakoben Kemalizm?den, dindarların da kendilerini statükoculuktan, sağcılıktan ve fırsatçılıktan ayrıştırması gerektiğini düşünüyorum. Küçük hesaplara, küçük dünyevi kazanımlara, sahip olarak var olmaya gömülmek nereye kadar? Ebu Zer ruhunu yeniden diriltmemiz ve O?nun şu kısa dünya hayatına bakışını güncelleyip yeniden kuşanmamız ne iyi olur.