Ayıptır, ayıp
İki hafta kadar önce gazetelerden birinde gözümüze şöyle bir haber ilişti: Çanakkale Savaşları'nın cereyan ettiği bölgeye gezmeye giden Sayın Vehbi Vakkasoğlu yanında bulunan kişilere harbin safahatini anlatırken orada bulunan bir rehberin müdahalesine uğramış.
Çeşitli tartışmalar sonucunda rehber, Sayın Vakkasoğlu'nu bilgilerini çevresindekilerle paylaşmaktan men etmiş, hatta kolluk kuvvetleri marifetiyle 62 TL ceza kesilmesini sağlamış.
Gazete haberinden bu olayın yakın zamanlarda yapılan bazı düzenlemelerden kaynaklandığını anlıyoruz. Buna göre resmî makamlar güya Çanakkale Savaşı hakkında yanlış bilgilerin ve hurafelerin anlatılmasını önlemek maksadıyla bazı tedbirler almışlar. Çanakkale Savaşları hakkında ortak bir anlatım tarzı oluşturarak, bu tarzı kısa bir kurs vasıtasıyla bazı rehberlere aktarmışlar. Bu rehberleri de Çanakkale'ye gelip savaşın cereyan ettiği yerleri tanımak, savaş sırasında yaşanan olayları anlamak, atalarının mezarı başında dua etmek isteyen millet evlatlarının aydınlatılmasında tek yetkili kılmışlar. Bu düzenlemede 'Çanakkale, Anıtkabir'in yerini mi alıyor?' tarzındaki bağnaz feveranların ne kadar etkisinin olduğunu bilmiyoruz. Keza Çanakkale'de savaşmış tarihî şahsiyetlere hak ettikleri kadar değer verilip verilmediğinden de emin değiliz. Fakat emin olduğumuz hususlar da var.
Doksanlı yılların ortalarına kadar Çanakkale Harbi neredeyse Akif'in şiiri sayesinde hatırlanıyordu. Yıldönümlerinde ya da normal zamanlarda harbin hatırasını yâd etmek için Çanakkale'ye gelenlerin sayısı, kıtalar ötesinden yılmak yorulmak bilmeden geleneklerine sahip çıkan Anzaklar kadar bile değildi.
Doksan yıl önce Türk milleti, beş kıtanın Çanakkale Boğazı'nın iki yakasına sıkışan kaderini yorgun omuzlarından beklenmeyen bir metanetle taşıdı. En iyi komutan ve askerlerini savaşı bir an önce kazanmak amacıyla Çanakkale'ye gönderen mağrur müttefikler, karşılarında iman ve cesaretin sarsılmaz kalelerini buldular. Dünya tarihinin muhtemeldir ki en zorlu çarpışmaları, en kanlı boğuşmaları yaşandı. İki yakada saf tutan kahraman askerlerimiz, göğüslerini mermilere siper etmek pahasına da olsa hem içinde bulundukları savaşlar zincirinin hem de halen tamamlanmamış olan bir zaman diliminde dünya haritasının alacağı şekli belirlediler.
Bu kadar önemli bir savaşa dair bütün hatıralar Çanakkale'nin boz kayaları tarafından emilirken ve yerleri bile tam olarak tespit edilememiş siperlerde boylu boyunca uzanırken Vehbi Vakkasoğlu gibi kıymetli yazarlarımız konuyu ele alan araştırmalar yapmaya, kitaplar yazmaya, konferanslar vermeye başladılar. Vehbi Vakkasoğlu gibi değerlerimizin sayesindedir ki Çanakkale Harplerinin üzerindeki ilgisizlik perdesi aralanmaya başladı. Mücadelenin destansı niteliği fark edildi ve milletimizin alakasına mazhar oldu.
Bu olayda bir tuhaflık olduğu çok açık... Çanakkale sahillerinde kimsecikler yokken oralara gidip araştırmalar yapan, yakın tarihimiz hakkındaki alakayı uyandırıp canlı tutan Vehbi Vakkasoğlu, onun kitaplarını okuyarak gözleri yaşarıp Çanakkale'ye koşan insanlara kitaplarında yazdıklarını anlatamıyor. Kısa süre kurs gören bir rehber ona kolaylıkla mani oluyor ve belki de yaptığının bir marifet olduğunu düşünüyor. Memleketimizde Çanakkale hakkında kitap yazmış, makale yayınlamış çok sayıda ilim adamımız ve sanatçımız vardır. Çanakkale'nin gündeme gelmesini sağlayan bu insanların yasaklanmasını anlamak nasıl mümkün olabilir? Eğer orada Vehbi Vakkasoğlu'nun yerinde Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Kemal Karpat gibi değerli akademisyenlerimiz olsaydı aynı olay muhtemelen onların da başlarına gelecekti. Zira rehberlerin bu büyük ilim adamlarını tanımaları zordur.
Bu soruna acilen bir çözüm bulunması gerekmektedir. Eğer Çanakkale'de doğrunun anlatılması isteniyorsa anlatabileceklerin önü açılmalı, hatta rehberlerin de onları dinleyerek kendilerini geliştirmeleri sağlanmalıdır. Öncelikle tarih fakültelerinden mezun olanlar, tarih öğretim üyeleri, tarihle alakalı ciddi araştırmalar yapanlar, Çanakkale Savaşları'na dair dikkate değer eser verenler ve benzerleri yetkililer tarafından tabii rehber olarak kabul edilmeli ve onlara hususi kartlar tahsis edilmelidir.
Medeniyet ölçü demektir. Biz ne Çanakkale Savaşları'nın anlatılmasında ne de bir başka hususta bu ölçüyü orta yere koyamıyoruz. Ya ifrat ya tefrit... Yani iki uç arasında bocalayıp duruyor, her şeyi, hepimizin saygı göstermesi gereken hususları bile ele alınmaz hale getiriyoruz.
Zaman
(Yaralı asker anıtı)