Cihan imparatorluğu Osmanlı?nın çöküşünü hazırlayan sebepler, bugün bizim dünya arenasında hala ?Büyük Türkiye? olamayışımıza neden olan sebeplerle aynıdır. Ancak klasik sebeplerden ziyade temel sebep içinde bulunduğumuz ?Bilgi çağında? bile hala bilim tarihimizi ve siyasi tarihimizi bilmememizden kaynaklanır.
?Ey yolcu uyan! Yoksa çıkarsın ki sabaha:
Bir kupkuru çöl var; ne ışık var; ne de vaha.?
Cihan imparatorluğu Osmanlı?nın çöküşünü hazırlayan sebepler, bugün bizim dünya arenasında hala ?Büyük Türkiye? olamayışımıza neden olan sebeplerle aynıdır. Ancak klasik sebeplerden ziyade temel sebep içinde bulunduğumuz ?Bilgi çağında? bile hala bilim tarihimizi ve siyasi tarihimizi bilmememizden kaynaklanır. Bilimin önem kazandığı, dünyanın ?küçük bir köy? haline geldiği günümüzde, bilime yönelmek ve bilimi desteklemek en sağlıklı düşünce ve modern çağın gereğidir. Bilimin her alanında ilerleme kaydetmesi gereken bizler maalesef bilim tarihimizden ve çağını aşan bilim adamlarımızdan habersiz durumdayız.
Gücü ve teknolojiyi ellerinde bulunduran ve bu gücü, nükleer hedefler ve ideoloji kavgası için kullanan devletler (başta Amerika) bilimin sadece kendi tekellerinde olduğunu dünyaya ispat yarışına giriştiler. Hâlbuki bu devletlerin bilim anlayışı sözgelimi ?ırkçı bir bilimsel anlayış?tır. Yani bu milletler medeniyeti ve bilimi kendilerine mal etmek derdine düşmüşlerdir. Hâlbuki bilim bütün bir insanlığın ortak mirasıdır, alın teridir.
Yüzyıllardır insanlık her alanda kademe kademe ilerleme göstermiştir ve maalesef birileri bu mirasın üzerine konarak tarihin gerçek kahramanlarını unutturmak gayretindedir. Bu açıdan bilimin sadece belli alanlarda geliştiğini söylemek mümkün değildir. Bilimin hangi ellerden ve mekânlardan günümüze aktarıldığı yeniden yazılmalıdır.
O zaman anlaşılacaktır ki bilim ve teknoloji batının değil insanlığın ve büyük oranda bizim dedelerimizim mirasıdır. Batının mahareti bunları ustalıkla doğudan çalmış olmasıdır. Mehmet Akif?in doğuya hitaben haykırdığı şu sözler batının gerçek yüzünü ortaya koymaktadır; Korkuyorum garbın elinden yarın/ Kalmayacak çektiğin melanet.
Doğunun İhtişamı ve Cennete Giden Yol
İslam daha yeni yayılmaya başladığında Avrupa?da okuma-yazma bilenler kilise ve manastırlarda belli bir kesim iken, halife Muaviye?nin kurduğu Darü?l-Hikme?de bir milyon kitap vardı. İspanyollar günümüzde hala inkâr etseler de, bu dönemde Kurtuba?da halife El-Hâkim dört yüz bin ciltlik bir kütüphane kurarak, âlimleri Kurtuba?ya toplamış ve bugünkü İspanya?nın temellerini atmıştır. ?Esasında Rönesans bize anlatıldığı gibi 16. yy. da İtalya?da değil 10. yy. da Kurtuba?da başlamıştı. Deneysel bilimlerin kurallarını Bacon burada öğrendi.?(Abdülhakim Koçin, Çağını Aşanlar, Ankara,1993)
Astronomi, matematik, tıp, psikoloji burada öğretilmeye başlandı. Nice âlimler bu ilim şehrinden dünyanın muhtelif yerlerine dağıldılar. Avrupa, haçlı seferlerine Anadolu?ya Kudüs?e geldiği zaman doğunun ihtişamı karşısında ağzı açık kalakalmıştı. Ortaçağ Avrupa?sı özellikle İslam dünyasındaki medeniyete kavuşmak için neler vermezdi ki?
Nitekim doğu yani İslam medeniyeti bilimsel zenginliğinin yanında maddeten de zengindi. Doğunun hazineleri kim bilir kaç şövalyenin hayalini süslüyordu. Cennet gerçekten doğuda bir yerlerdeydi.
Ancak aradan asırlar geçti ve aynen şimdi olduğu gibi Müslümanlar yüzyıllarca yılın emeği olarak ortaya koydukları eserleri unutmaya, buldukları ve geliştirdikleri her şeyi başkalarının ellerine teslim etmeye başladılar. 14. yy. bilim İslam âleminde sekmeye uğradı.
Fatih?in vefandan sonra ise medreselerde bilimler bir kenara itilerek sadece uhrevi eğitime geçildi. İslam âlemi en büyük hatasını bu noktada yapıyordu. İslam ilimi kadına da erkeğe de farz kılmıştı. İslam sadece uhrevi ilimlere izin veren ortaçağ Avrupa?sının skolâstik düşüncesi gibi düşünülemezdi. Ancak İslam medeniyeti talihsizlik yaşıyordu.
Eski kitaplar artık okunmuyorsa bu kitapların suçu değil
Bu aşamada batı ise İslam âleminden çaldığı medeniyeti ilerletme ve kendine mal etme derdine çoktan düşmüştü. Arapça yazmaları alarak İbranice ve Latinceye çevirdiler ve bilim tarihlerini yazdılar. Ancak, bunu yaparken kaynağını aldıkları Müslüman âlimlerden hiç bahsetmeyip bilimsel gelişmeleri kendilerine mal etme alçaklığında bulundular. Yani İslam?ın ışığında gelişen bilim kendini geliştirmeyen Müslümanlar yüzünden, batının kanlı ellerinde gelişti.
Böylece bilime yıllarını vermiş İslam âlimleri; Battaniler, Harezmîler, İbn-i Sinalar, Hazerfen Ahmet Çelebiler tarihin tozlu sayfaları arasında kaldı? Onlar tozlar arasında kaldıkça batı ilerledi ve Tanzimat?la başlayan batı hayranlığı yerini yenilmişlik psikolojisine bıraktı. Müslümanlar eski günlerine dönmek, kendi değerlerine sahip çıkmak yerine kendi ilimlerini çalan batıyı taklit yoluna giriştiler. İşte bugün muasır medeniyet seviyesine çıkamamanın acı tablosu budur. Çağdaş olmanın aynı çağda yaşayan olduğunu bilmeyenlere gelince ?1200 sene önce yaşamış Cabir hepinizden çağdaş?tı. Eski kitaplar artık okunmuyorsa bu kitapların suçu değil sadece bin kelime ile konuşan gençliğin ve onlara eksik eğitim verenlerin suçudur.
İslam Medeniyetinin Batıya Açılan Kapıları
İslam uygarlığı altın çağını yaşarken batının karanlık dönemi yaşadığını söylemiştik. Batının Rönesans?ı anlatıldığı gibi 15?16 yy.lardan ziyade 10 yy.da olmuştur. Özellikle Müslümanların İspanya hâkimiyetlerinden sonra birçok Avrupalı kral oğlunun eğitimi için Şam, Bağdat gibi İslam medreselerinden hocalar getirmek için elçiler yolluyordu. (mesela 830 yılında Avusturya hükümdarı olan Alfons veliaht oğlunun eğitimi için Şam?a elçiler yollamıştı) İslam âlimlerinin eserlerinin ve İslam ilminin batıya açılan kapıları şunlardı:
- Endülüs yolu
- Sicilya yolu
- Tercümeler
- İslam ülkelerine yapılan seyahatler
- Haçlı seferleri
- Taklit yolu
İşte bu yollarla bilgiyi doğudan alan Avrupa aydınlanmaya başlamıştı. Ondan önceki dönemde Avrupa bilimden habersiz kan ve gözyaşları içinde sürünmekteydi. Avrupalıların anlattıkları gibi İslam medeniyeti ile olan ilişkiler haçlı seferleri döneminde değil 10.yy.dan itibaren başlamıştı.
Buhara?dan Kurtuba?ya uzanan medeniyet
Bilimin Avrupa?da(Rönesans ve reform) ortaya çıktığı, geliştiği ve doğunun bilimden uzak, bilimsel çalışmalara soğuk olduğu mantığı astarı olmayan bir safsatadır. Bilimin bugünkü seviyeye gelmesinde İskenderiye, Atina, Bergama, Roma?nın yanı sıra; Bağdat, Şam, Buhara, Kurtuba, Semerkant, Bursa ve Konya?nın da çok önemli yeri ve ağırlığı vardır. Bizim için medeniyet Medine?den gelir. Dünyanın en medeni ve bilimsel devletini Hz. Muhammed(s.a.v) Medine?de kurmuştu. Onun izinden dünyaya yayılan İslam medeniyeti ve bilim adamları bilim tarihinin asıl kahramanlarıdırlar. Bugün Japonya?da var olan ?bilim şehri? asırlar önce Şam, Bağdat, Buhara, İstanbul, Bursa, Isfahan olarak tarihe intikal etmişti.
Tarihçilerin ortak kanaati olarak bilim eski Mısır ve Mezopotamya?da başlamıştır. Daha sonra bunu Yunanlılar devam ettirmiştir. Bu dönem yeni başlayan Helenistlik çağ ve Roman?ın Mısır?ı almasına kadar devam eder. Roma önemli bilim merkezi haline gelir. Ancak bu tarihten sonra Roma?da (M.Ö 30) bilimsel düşüncenin yerini metafizik ve büyü alır. Böylece Avrupa asırlar süren kapkaranlık bir çağa girmiştir.(476). Artık bilim merkezi İslam âlemine taşınmıştır. Sırası ile Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı bilim merkezi bayraktarlığını üstlenir. Diğer Müslüman devletlerinde bilim tarihine katkıları oldukça fazladır. İslam devletleri bilime bilim adamına büyük önem vermişlerdir. Ancak başı çekme konusunda Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı bayrağı kimseye kaptırmamıştır.
Bilim tarihinde Roma?nın yeri şüphesiz çok önemlidir. Osmanlı İstanbul?u fetih ettikten sonra Osmanlı sultanları artık Roma?nın da imparatoru unvanını almışlardı. Bu şekilde bir sıfat taşımaları Roma?nın dünya vizyonundaki öneminden ileri gelir ve bu dönem kudretin zirveye ulaştığı noktadır. (zira padişahlar 1. Osmanlı sultanı 2. İslam?ın halifesi 3. Roma?nın imparatoru sıfatları taşıyorlardı.)
Avrupa bu dönemde karanlık günlerini yaşarken İslam âlemi İspanya?dan Türkistan?a, Avrupa?dan Çin?e uzanan coğrafyada altın çağını yaşıyordu. Bu aydınlığın sebebi şüphesiz hızla yayılan İslam dininin ilime ve âlime verdiği büyük önemden ileri geliyordu. Müslümanlar arasında ilim öğrenme yarışı artık bir tutkuya dönüşmüştü. Halife El- Me?mun?un Bizans?ı yendiğinde savaş tazminatı olarak eski yunan yazmalarından istediği meşhurdur. Bu şekilde gelişen bilgi akışı sonucu İslam âleminden bir sürü bilim adamı çıkmıştır. Bu bilim adamları gittikleri Şam, Bağdat, Buhara, Kurtuba gibi şehirleri ilim merkezleri haline getirerek buradan tüm dünyaya ilimlerini yaymışlardır. Zamanla bu âlimlerin kitapları kültür etkileşimi ile Latinceye ve İbraniceye çevrilerek Avrupa?ya geçmiş oradan dünyaya yayılmıştır. Ancak doğu medeniyetinin zafiyeti bu âlimlere ve eserlerine sahip çıkamayarak gelişimini batının eline bırakmış olmasıdır.
Kaynak: Milli Gazete