Nebil Şebib*
Direniş mihveri olarak isimlendirilen cephe bazı hata ve tehlikelerle kuşatılmış durumda. Bunun en büyük sorumluluğu da kuşatmaya destek verenlere ait. Bölgedeki bugünkü manzara iki veya birkaç yıl öncesine göre farklı. Hamas ve İsrail arasındaki ateşkes anlaşması bunun en son göstergesi.
Bir süre önce Doha anlaşması imzalanarak Lübnan?da hükümet koalisyonunun isteği doğrultusunda yeni Devlet Başkanı seçildi. Fakat muhalefetin bakanlıkların dağıtımı ve yeni hükümet oluşumu konusundaki talepleri ise henüz karşılanmış değil.
Bu iki gelişmenin hemen akabinde direnişin mihverinin en önemli unsuru olan Suriye ile İsrail arasında Türkiye aracılığıyla dolaylı barış görüşmeleri başladı.
İran açısından da farklı gelişmeler söz konusu. Nükleer programı nedeniyle savaş tehdidinde ekonomik ambargoya kadar büyük bir baskı altına alındı. İran?ın Irak?daki en önemli müttefiki olan Sadr grubuna büyük darbeler vuruldu.
Fakat İran Batı ülkeleri ile olan nükleer sorununu bir şekilde çözdüğü takdirde, bölgeyle ilgili hali hazır politikalarında bazı değişikliklere gitmesi muhtemeldir.
Değişen görünüm
Olup bitenlerin tam bir resmini çekmemiz mümkün mü? Daha ayrıntılı analiz gerektiren İran meselesini bir yana bırakarak, niyet okuyuculuğundan kaçınarak ve direniş mihverinin fiili bir gerçek olduğunu var sayarak mevcut görünümü tasvir etmeye çalışalım.
Şu anki genel görüm akla ilk planda iki ihtimalden birini getirmektedir: Ya bu mihverin unsurlarından birinde bir gerileme var ve bu mihverin geneline yansıyor veya bu olup bitenler mihverin üzerinde anlaştığı belli bir aşamanın gerektirdiği ?taktik?ten ibarettir. Birçokları olup bitenleri, önleme savaşlarının babası Bush?un gidişini bekleme yönündeki bir mutabakatın gereği olarak değerlendirmektedir.
Diğer bir ifadeyle, direniş mihveri unsurları orta bir çözüm yoluna rıza göstererek, Bush?un son bir çılgınlık yapıp, önleme savaşı tezlerine başvurarak İran veya Suriye?ye yönelik bir askeri operasyona girişmesini engellemek istiyor.
Hamas?ın başını çektiği Filistin direnişine gelince; bu hareket asla geri çekilme seçeneğine sahip değil. Zira geri çekilme, direnişin bitmesi demektir. Direniş hareketlerinin kendi varlık sebepleriyle çelişemezler. Çelişen olursa sahadan silinir onun yerini mutlaka bir başka hareket alır. Direniş olmasaydı İsrail çoktan Filistin meselesini kendisi açısından çözmüş olacaktı.
Direnişin gerilemesi hazırda bekletilen yeni bölgesel ve uluslar arası projelerin devreye sokulmasını gündeme getirecektir. Arap Birliğinin Beyrut ilanının ısıtılarak tekrar gündeme getirilmesinden tutun da, başarısızlıkla sonuçlanan Büyük Ortadoğu Projesinin yerini almak üzere ikame edilmeye çalışılan Akdeniz Birliği projesine kadar bir yığın proje bu kapsamda devreye sokulacak. Ayrıca Golan Tepelerinin bir bölümü Suriye?ye iade edilerek, İsrail ile yakın işbirliğine dayalı genel ve kapsamlı bir barışın önü açılmak isteniyor. Belki İsrail?in himmetine muhtaç, tarihi Filistin topraklarının cüzi bir parçası üzerinde cılız bir Filistin Devletinin de kurulması bu aşamada gerçekleştirilmiş olacak. Bu kapsamda Hizbullah?ın ve İran?ın da eli kolu bağlanarak, bölge de etkin konumda olmaları önlenmeye çalışılıyor.
Filistin Direnişi:
Hamas?ın İsrail ile ateşkes anlaşması yapmış olmasına bakarak direnişin gerilediğini söylemek mümkün değil. Fakat direniş örgütleri için savaşçıların dinlenmeye çekilmesinin getirdiği tehlike, - verilen onca kurbana rağmen- savaşa devamın getirdiği tehlikelerden daha büyüktür. Direniş örgütleri bu tehlikeyi şu şartlara riayet ederek önleyebilirler.
1- Ateşkesten amaç, uzun süre devam eden ambargonun kırılması ve günlük hale gelen düşman saldırılarının önlenmesidir. Bu anlaşma, ambargonun başka yollarla kırılmasına yaklaşıldığı ve günlük İsrail saldırılarının Filistin halkının direncini kırmakta başarısız olduğunun netleşmesinden sonra gerçekleşmiştir. Direniş örgütlerinin ateşkesi bu ölçüleri içinde değerlendirmesi ve düşmanın her an yeniden başlatacağı saldırılara karşı hazırlıklı olması gerekir.
2- İsrail ile yakın işbirliğine dayalı kapsamlı bir barıştan yana olan herkes bu ateşkesi sanki kendi yaptıkları veya yapmak istedikleri gibi bir ?barış anlaşması? olarak lanse etmeye çalışacaklardır. Oysa bu bir barış anlaşması değil, -ne eksik ne fazla- sadece geçici bir ateşkes anlaşmasıdır.
Onlar bunu barış anlaşması gibi sunarak içerideki ve dışarıdaki Filistin halkının direnişe olan inanç, güven ve desteğini sarsmak istiyorlar. Direniş örgütlerinin bunun farkında olarak, ateşkes şartlarına uymakla beraber direniş seçimine bağlılığını teyit etmesi ve halkala olan bütünlüğünü koruması gerekir.
3- İsrail açıkça ateşkesin başarısız olması halinde ihtiyat babından büyük bir askeri operasyon hazırlığı içinde olduğunu açıklamaktan çekinmiyor. Bu demektir ki İsrail savaş kararını verdiği anda, ateşkesi bozacak bahaneler bulmakta gecikmeyecektir.
Dolayısıyla direniş örgütlerinin bu kısmı sükûnet dönemini iyi değerlendirerek savaş gücünü artırıcı çalışmalar yapması gerekir. Savaş kabiliyetini yükseltme hakkının sadece İsrail?in hakkı olduğu yönündeki söylemlere kulak asılmamalıdır.
Lübnan?da açılan gedik:
Bölgede Lübnan direniş hareketini durdurma ve etkisizleştirme için ciddi bir operasyon yürütülmektedir. Doha?da anlaşmasına rağmen Lübnan direnişi üzerindeki baskılar ve kuşatma hareketi devam ediyor. Bunun nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Sadece Lübnan?da değil tüm bölgede mezhepsel ihtilaflar kaşınarak, direniş hareketleri arasındaki ilişkileri bozulmaya çalışılıyor. Örneğin Lübnan içinden ve dışından Hizbullah?a yönelik sempati ve halk desteği, gerek Hizbullah?ın kendi hataları ve gerekse de dış müdahaleler sonucu mezhep unsuru devreye sokularak önlenmeye çalışıldı.
2- Suriye?den Golan karşılığında İran ile ilişkilerini kesmesi talep edilmektedir. Suriye İran ile iliklilerini kesmese bile sınırlayabilir. Bu durumda Suriye?nin, İran ile Hizbullah arasındaki köprü rol son bulacaktır.
Ortak çıkarlar Suriye?ye böylesi bir rol biçmişse, çıkar ayrılığı durumunda -Golan uğruna- bu rolün sona ereceği tabiidir. Böyle bir gelişmeden en çok Lübnan direnişinin olumsuz etkileneceği bellidir.
3- Askeri açıdan önemini yitirmiş olmasına rağmen İsrail, Lübnan?a ait Şeb?a çiftliklerini işgal etmeye devam ediyor. İsrail, Lübnan direnişi üzerindeki baskıların daha da artmasını sağlamak için kendi açısından uygun bir zamanda çekilebilir. Bu durumda Hizbullah?ın silah gücü konusundaki tartışmalar, bu gücün ülke topraklarının kurtuluş aracı olmasından çıkarak, olası bir saldırıda ülke savunmasına katkı sağlaması istikametinde gelişecektir.
Golan?ın Suriye?ye ve Şeb?a arazisinin Lübnan?a iadesi durumunda, Suriye?nin artık İran ile Hizbullah arasındaki aracı rolünü sürdürmesi için bir nedeni kalmayacaktır.
4- Hizbullah?ın birtakım hatalı tavırlarının, kendisine karşı cephenin genişlemesinde büyük rolü oldu. Askeri olarak yok edilemeyen Hizbullah, siyasi olarak sıkıştırılmaya başlandı. Şeba işgalinin sona ermesi ve Suriye ile İsrail arasındaki görüşmelerin ilerlemesi Hizbullah'ı daha da zora sokacaktır.
İran bağlantısı ve yardımının kesilmesi Hizbullah için zor bir dönemin başlangıcı olacaktır. Bu nedenle Hizbullah?ın artık kendisine çeki düzen vererek hatalarını düzeltmesi ve pozisyonunu yeniden gözden geçirmesi gerekir. Hizbullah, Lübnan aidiyetini güçlü bir şekilde yeniden vurgulayarak Lübnan direniş örgütü olarak, Filistin meselesini Lübnan, Arap ve İslam açısından sahiplenmelidir. Bu anlayışı benimsemesi durumunda İran ile ilişkileri onun Lübnan kimliğine bir halel getirmez. Tabii İran yardımlarını mezhebi amaçlar için kullanmadığı sürece!
Suriye barış ile savaş arasında:
Bölgedeki Avrupa destekli Siyonamerikan hegemonyası önündeki en büyük engellerden biri halen Suriye?dir.
Bu nedenle Suriye?nin siyasi olarak etkisizleştirilemediği takdirde asker olarak devre dışı bırakılması hale gündemdedir. Bush?un gidip yerine başka bir ismin gelmesi, bölgenin geleceği ile ilgili Siyonamerikan projelerini çok fazla etkilemeyecektir.
Şu an görünürde Türkiye?nin arabuluculuğuyla devam eden Suriye ?İsrail dolaylı barış görüşmeleri ve Golan işgalinin sona erebileceği yönündeki cılız ışık Suriye?yi siyaseten etkisizleştirme operasyonunun bir sonucudur.
Şu an Suriye iki tehlikeli seçim ile karşı karşıya bulunuyor:
1- Ya İsrail ile yakın ilişkiye dayalı büyük kapsamlı bir barış anlaşması imzalayarak Golan?ı geri alacak ve direniş odağı rolünü tamamen terk ederek Siyonamerikan politikalarının bir parçası olacak;
2-Veya İsrail ile direnişe desteği kesme esasına dayalı küçük kapsamlı bir anlaşma yaparak Golan?ı geri alacak. Bu durumda Suriye artık bölgedeki Siyonamerikan politikalarının bir parçası olmasa bile, Golan?ı geri alarak ulusal hedefini gerçekleştirdiği gerekçesiyle, direnişe aktif destek politikasından geri adım atacak.
Her iki durumda da Suriye?nin, Suriye?nin, Filistin meselesi ile Suriye meselesini bir bütün olarak değerlendiren bölgesel rolü sona erecektir. Oysa Suriye, iç durumunun diğer Arap ülkelerinden çok farklı olmamasına ve hatta daha da kötü olmasına rağmen sınırları dışına taşan halk desteğini oynadığı bu tarihi role borçludur.
Bu durumda Suriye?nin bölgesel ve uluslar arası güçlere yakınlaşarak, kendisine yönelik siyasi kuşatmayı kırmasının bir önemi yoktur. Bu, zemin aynı kaldığı sürece batı başkentlerine ziyaretlerle aşılacak bir sorun değildir.
Örneğin Fransa Suriye, Lübnan ve bölgeye yönelik politikalarında bir değişiklik yapmış değildir. İran bile şartları gerektirmesi ve ihtilaf konularının artmasıyla Suriye ile olan stratejik ilişkilerini ikinci plana atabilir.
Suriye rejimi, bölgesel konumunu zorunlu olarak güçlendirmek için, iç konumunu güçlendirici tedbirler almaktan ve bunun için gerekli ıslahatları yapmaktan hale aciz bulunuyor? Fakat artık yirmi- otuz yıl öncesinin dengelerine göre dizayn edilmiş bölgesel rolünü yitirmek üzere!
Net bir strateji yok!
Bölgedeki örgütlerin bazı hataları ve bunlardan kaynaklanan sorunlar nihayetinde sınırlı bir etkiye sahiptir. Fakat bölgesel güçlerin hatalı politikaları, hem kendileri açısından hem de Arap ve İslam dünyasını ile olan ortak çıkarlarına büyük zararlar vermektedir.
Direniş örgütlerinin karşılaştıkları bölgesel ve uluslararası büyük engellere rağmen varlıklarını koruması ve hatalarını düzelterek yollarına devam etmesi gerekir. Bölgesel güçlerin ise yolunu temelden düzeltmemsi zorunludur.
Bölgenin geleceği direnişin bitirilmesinde değil, güçlendirilmesindedir. Direnişi engellemek, zayıflatmak ve kırmak isteyenler aslında bölgedeki Arap ve İslam varlığını tehlikeye atmaktadırlar. Direnişin gücü bölgedeki Arap devletlerinin gücüdür. Onların zayıflaması bölgenin zayıflaması demektir.
Filistin meselesi ve uluslar arası gelişmelerle başa çıkabilmenin yolu, bölgedeki güçlerin ortak hedefler doğrultusunda beraber hareket edebilmesine bağlıdır. Aksi takdirde büyük güçlere yem olmaktan kurtulamazlar.
-------
Nebil Şebib
* Suriyeli yazar
Bu makale Oktay Yılmaz tarafından TİMETURK için tercüme edilmiştir.