Muhammed Ammara*
Frankofon modernistlerden biri Büyük İskender?in (m. 324-356) heykellerinin her yeri süslediği bir törenle kutlama çağrısında bulundu?ki O, Doğu?da büyük felaketler dönemini açmış, Doğu kültürünün Müslümanların İslam sancağı altına getirdiği kurtarıcı fetihleri gelene kadar üzerindeki karanlığı yaklaşık 10 asır boyunca atamamasına neden olmuş bir kişidir-.
Ayrıca bu zat, bağımsızlık falan değil, Mısır?ın Napolyon Bonapart tarafından işgalinin 200. yılını (hicri 1213-1216 ve m. 1798-1801) kutlamak üzere düzenlenmiş olan törenlere de katıldı. Bilindiği gibi bu işgal sırasında yüzlerce Mısır köyü yakılmış, Mısır?daki yedi etnik köken yok edilmiş, Ezher-i Şerif atların bağlandığı bir ahıra dönüştürülmüş, Fransızlar burada Kur?an-ı Kerimleri yakmışlar, İslami ilimleri yok etmişlerdir. Hatta bununla da yetinmemişler, buralara pislemiş, sarhoş olmuş ve olmadık şirretlikler işlemişlerdir.
Bu zat, kendisine yaratıcı şairin kutsal olanla çatışmaya girdiğinde ne olacağına ilişkin sorulan soruya verdiği cevapta, kutsalın varlığını inkâr ederek Batılı modernliğin Modernist-Frankofon sınırlarına ulaşmıştır. Akıl ve özgürlük değerlerini kutsayan bu şahıs, dînî bir kutsalın olmadığını ifade etmiştir.
Dînî kutsal olarak isimlendirilen şeyin sonradan bizim tarafımızdan uydurulmuş bir iddia olduğunu belirterek, sorulan bir soruya verilen cevapta şunları söylemiştir: ?Kutsal, şiirin ya da insanın dışında bir şey değildir. Kutsal olan, biz onu kutsal kabul ettiğimiz için kutsaldır. Şair kendisine esrikliğin, alaycılığın ya da inkârcı bir ruhun hâkim olduğu bir kişidir. Tüm bu duygu ve durumlar insana ve şaire gelir. O zaman ne yapılacaktır? Biz daima şairin neyi düşünüyor ya da ifade etmek istiyorsa onu ifade etmesini, ancak bunu yaparken de şiirin sahip olması gereken güzelliği korumasını bekleriz.?
Bu modernist Frankofona göre kutsal olan, akıl ve özgürlüktür. Dini kutsal ise ona göre dine inananların sonradan icat ettikleri ancak gerçekte olmayan bir şeydir. Bu kutsallıkla alay etmek, esrik ve yaratıcı dönemlerde onu inkâr etmek, ona göre istenilen ve olması gereken bir şeydir ancak bu alaycılığı ve inkârı güzel üslupla ifade edebildiği zaman?
Evet? Bu modern edebiyat maalesef sadece İslam?ın getirdiği ve bütün semavi dinlerin üzerinde ittifak ettiği ahlâki kriterlerle değil aynı zamanda Batılı anlamıyla da içindeki güzelliğini yitirmiştir. İçeriğin güzelliğinin ifade güzelliğiyle birleştiği fıtri güzellik anlayışında da bu yaklaşım çirkin bir yaklaşım olarak kabul edilir. Bu fıtrat ki Rus eleştirmen Balinski?yi güzelliğin ahlâkın kardeşi olduğunu söylemeye sevk etmiştir. Şayet sanatsal bir çalışma gerçek anlamda sanatın ürünüyse aynı zamanda ahlâkidir. İnsanların hayatlarını anlatan ya da aktaran pozitif sanatsal çalışmaların ifade biçimlerindeki güzellik ve asalet bizi saygı duymaya zorlar, hayatın içerisinde yer almış gerçek kahramanlar olan sanatçılar, okuyucuya ya da izleyiciye hoş vakit geçirmenin zeminini sağlar, içini sevinçle doldurur.
Ancak sanatın olumsuz ifade biçimleri, insanda ahlâki anlamda hoş olmayan duyguların meydana gelmesine sebebiyet verir, neyin aşağılık ve çirkin olduğunu anladığımızda (ya da anlıyorsak) bu sefaleti hissederiz. Bundan dolayıdır ki ahlâkilikle güzelliğin birlikteliği sanatların toplusal hayatta üslendikleri ideolojik dönüşümün ve pedagojik rolün temelini oluşturur.
Doğru bir tabirse şayet edebi fıtrat, aynı zamanda İslam filozofu İbn-i Sina?nın (h. 370-428-m. 980-1037) da ifade ettiği şeydir: ?Her şeyin güzelliği ve zerafeti, olması gereken şekilde bulunmasıdır.?
Bunu tarihçi ve edebiyatçı olan İbn-i Esir (h. 555-630-m. 1160-1233) de çok güzel bir şekilde ifade etmiştir: ?Güzellik, resmeden (sanatçının ürettiği) zerafet, iyilik ve süs demektir.?
*Mısırlı ünlü düşünür ve yazar.
Bu makale İslam Özkan tarafından TİMETURK için tercüme edilmiştir.