Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Hürriyet'i istihbaratçılar mı yönlendiriyor?

Derin haberlerde istihbaratçıların payı mı var? Gazete niye böyle bir yönlendirmeye izin veriyor?

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-07-25 15:02:00

Hürriyet'i istihbaratçılar mı yönlendiriyor?

 

İki büyük faili meçhul cinayeti (Ahmet Taner Kışlalı, 1999 ve Necip Hablemitoğlu, 2002) izleyen günlerde Hürriyet gazetesinde yayımlanan iki manşetle ilgili olarak hiçbir fikri takip fırsatını kaçırmadım. İki manşetin de ?istihbarat kaynakları?nın (haberlerde kaynak böyle zikrediliyordu) dezenformasyonu olma ihtimalini bıkmadan, usanmadan vurguladım. İkisi de aynı muhabirin imzasını taşıyan bu manşetlerle ilgili olarak Taraf gazetesinde ilk yazılarım 29 Ocak 2008 ve 2 Şubat 2008'de yayımlanmıştı.

O yazıların birincisinde, Ahmet Taner Kışlalı cinayetinin bazı ayrıntılarından yola çıkılarak dillendirilen ?Kışlalı'yı dost kuvvetler mi öldürdü?? kuşkularını ?gidermeye? yönelik gibi görünen Hürriyet manşetini ele almıştım. 29 ocak tarihli o yazıyı geçtiğimiz cuma bu sayfada kısaltarak tekrar hatırlattım size. Çünkü elde artık yeni bir bilgi vardı. Bu bilgiyi, Sabah gazetesinin Zülfikâr Aydın imzalı bir haberinden şöyle aktarmıştım:

?Kışlalı suikastı soruşturmasında Ergenekon izi... Kilit isimler Kışlalı suikastını birlikte soruşturmuş... Ergenekon'da gözaltına alınan (o zaman henüz tutuklanmamıştı ?A.G.) emekli Albay Hasan Atilla Uğur'un Ahmet Taner Kışlalı suikastı soruşturmasını, Hrant Dink'in öldürüleceği yönündeki istihbarat bilgisini kasıtlı ihmal etmekle suçlanan Albay Ali Öz'le birlikte yürüttüğü ortaya çıktı.?

Yani şöyle: Kamuoyunda oluşmaya başlayan kuşkunun yanlış olduğunu, Kışlalı'nın ?dost kuvvetler? tarafından öldürülmediğini anlatmaya çalışan manşetin ?malzeme?sini gazeteciye veren ?istihbaratçılar?ın yukarıda adı geçen istihbaratçılar olması ihtimali çok güçlü bir ihtimal olarak orta yerde durmaktadır. O istihbaratçılar bu kişiler midir? Bu sorunun cevabı ?evet?se, o zaman ?Kışlalı cinayeti yeniden ele alınmalıdır? talebi çok daha güçlü bir biçimde öne sürülebilir demektir.

Hablemitoğlu cinayetinde de...

Türkiye'yi sarsan son büyük siyasi cinayet, 18 Aralık 2002'de Ankara'da işlendi. Necip Hablemitoğlu da, tıpkı Ahmet Taner Kışlalı gibi ?Atatürkçü, ulusalcı? kimliğiyle öne çıkan bir üniversite hocasıydı.

Yukarıda Kışlalı cinayeti için anlattığım şeylerin aynısı Hablemitoğlu cinayetinden sonra da yaşandı. Bu kez kamuoyunda oluşan kanaat, Hablemitoğlu'nun ?derin? bir cinayete kurban gittiğiydi. Ve gene cinayetten birkaç gün sonra Hürriyet'in bu defa kendi kendisini de tekzip eden manşeti geldi. 2 Şubat tarihli Taraf'ta bu tuhaflığı şöyle anlatmıştım:

?Atatürkçü, laik, ulusalcı kimliğiyle öne çıkan Prof. Dr. Necip Hablemitoğlu'nun Ankara'da faili meçhul bir suikasta kurban gitmesi (18 Aralık 2002), basında önceki cinayetlerden çok farklı bir tepkiyle karşılanmıştı... Hiç kuşkusuz 'irtica bir can daha aldı' içerikli haberlere de rastlanıyordu ama özellikle üç büyük gazetenin tavrı çok farklıydı. Mesela Sabah 'Biz bu filmi görmüştük' derken, Hürriyet (manşet: 'Derin suikast') genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök de televizyonlarıyla, gazeteleriyle bütün medyayı inceledikten sonra 'Bu kez ıskaladılar' yorumunu yapmıştı...

?Fakat cinayetten birkaç gün sonra, bunun 'erken bir iyimserlik' olabileceğini düşündürten garip bir atmosfer oluştu... Mesela Akşam gazetesi 'yeşil terör' dizisine başladı. Gazeteye göre, Necip Hablemitoğlu cinayeti de bu çerçevede algılanmalıydı. Dizinin yazarı Emin Demirel, Hablemitoğlu cinayetini şu sözlerle aktarıyordu: 'Belli ki, bilinen yapılanmaların devamı Hizbullahi bir grup yeniden işbaşı yapmıştı!..'

?Orada burada Hablemitoğlu cinayetiyle 'irtica' ve 'İran' arasında bağlar kurulmaya çalışılıyordu. Cinayetten beş gün sonra (23 Aralık 2002) Kubilay'ı anma gününde Hürriyet de girdi devreye. Gazete, o gün Kubilay ve Necip Hablemitoğlu'nun fotoğraflarını yan yana koyarak, altına 'Aynı uğurda can verdiler' başlığını yerleştirdi. (Başlıkta tırnak falan yoktu, haberi okuyunca bu sözlerin Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk'e ait olduğu anlaşılıyordu. Ama belli ki Hürriyet'te birileri genel yayın yönetmeninin tersine, Hablemitoğlu cinayetiyle 'irtica' arasında bağ kurmak hevesindeydi.)

?Fakat gazetenin asıl numarası bu değildi. O gün Hürriyet'in manşetinde gene bir Kadir Ercan manşeti vardı: ASIL HEDEF 'UYUYANLAR'? Haberin spotu da şöyleydi: 'Necip Hablemitoğlu suikastının ardından gözler, İran'da eğitildikten sonra Türkiye'de 'uyuyan' ajanlara çevrildi. 25 siyasi cinayetin emrinin İran'dan verilmiş olması, şüpheleri yine bu ülkenin üzerine çekti...

?Görüyorsunuz, tıpkı Kışlalı cinayeti sonrasında olduğu gibi: Birinci cinayetten dört gün sonra kamuoyundaki 'Kışlalı'yı dostları mı öldürttü' kuşkusunu giderecek bir manşet ve Hablemitoğlu cinayetinden beş gün sonra kamuoyundaki 'bu kez mesele derin' inancını izale edecek bir başka manşet? Her ikisi de Hürriyet'ten, her ikisi de Kadir Ercan'dan? Şaşmamak mümkün değil: Beş gün önce gazetenin genel yayın yönetmeni ne dediyse, onun tam tersini söyleyen bir spekülatif haber gazetenin manşetine kadar tırmanabiliyor? Acaba diyorum, bu tuhaflık Hürriyet'in 'sahibinden çok devletin gazetesi' (Aydın Doğan'ın sözleri) olmasıyla açıklanabilir mi??

Bu kadar... Şimdi Hablemitoğlu cinayetiyle ilgili olarak doğan kuşkuyu dile getirebilirim... Soru şu: Acaba Kışlalı cinayeti sonrasında ?ben dezenformasyonum? diye bağıran bilgiyi gazeteciye sızdıran ?istihbaratçılar? ile Hablemitoğlu cinayetinden sonra ?Bu da İran işi? bilgisini gazeteciye sızdıran ?istihbaratçılar? aynı kişiler midir?

Gazeteciye (gazeteye?) düşen görev...

Gazeteci Kadir Ercan, benim Taraf'taki bu yazılarım üstüne gönderdiği cevapta kendisinin ?ödüllü? ve ?temiz toplum savunucusu? bir gazeteci olduğunu anlatmış, fakat sorduğum hiçbir soruya ve dile getirdiğim hiçbir kuşkuya değinmemişti. Ercan ayrıca yazdığı bir dizi haberin başlığını sıralamış ve ?Benim sizin bahsettikleriniz dışındaki haberlerim çiçek gibidir? demeye getirmişti.

Şimdi dönüp baktığımda, Kadir Ercan'ın tam metnini yayımladığım mektubuna verdiğim cevapta bir noktayı yeterince vurgulamadığımı görüyorum. Bu vesileyle o noktayı netleştireyim: Ben elbette bu örneklerde gazetecinin kusurunun, kendisine gelen bilgiyi yeterince kontrol etmeden haberleştirmesinden ibaret olduğunu düşünüyorum. (Bana sorarsanız, yazı işlerindeki ağabeylerin çok daha büyük bir sorumluluğu var olan bitende ama konumuz bu değil.)

Fakat tam bu noktada gazeteciye ve gazeteye önemli bir görev düşüyor: O manşetlere dönüp yeniden bakmak ve vicdani kanaatlerini okurlarıyla paylaşmak. O manşetlerde hâlâ bir sorun görmüyorlarsa mesele yok, bunu söylesinler. Ama sorun görüyorlarsa bunu da söylesinler ve ardından da gereğini yapsınlar.

Alper Görmüş, Taraf

Haber Ara