Mor Kitap'tan (1997) bu yana şiiri ses ve söyleyiş olarak zenginleşti. Kimi zaman kederli sözcüklerle söyledi şiirini... Bazen raydan çıkmış kelimelerle...Ama hep coşkulu, hep âşık, hep içten oldu bu söyleyiş. Şiirlerinde âraftan bakan ve acıyla gülümseyen esmer bir insan yüzü gördük hep. Yenilerde dördüncü şiir kitabı 'Derin', Ebabil Yayınları'ndan çıktı. Aycı ile şiiri ve 'derin mesele'yi konuştuk.
İlk şiir kitabınız Mor Kitap'ta asi, hırçın bir o kadar da yorgun bir şair portresi vardı. 'İnsan bir yorgunluktur sevgili babacığım' o kitaptaki şiirleri anlatan en güzel dizelerden... 11 yıl geçti ve siz dördüncü kitabınızı yayımladınız. Son iki kitapta heyecanlı, 'çılgın' ve 'kabına sığamayan', hayata 'dil çıkaran' Mehmet Aycı görüyoruz. Aradan geçen yıllar sizi daha genç kılmış.
Karacaoğlan'ın 'sıfat kocasa da gönül kocamaz' dizesini hatırlasam mı? Gençlik de yorgunluk da benden değil, şiirden... Şiirden iz sürerek bir gençlik libası giydirilecekse üzerime, bu gençliği olgunluk anlamında kabul ediyorum. Yoksa çocuklarımızın bizden yaşlı olduğu gerçeği dağ gibi karşımızda. Tespitiniz doğru... 'Mor Kitap' bir ilk kitap olarak özellikle Yakı'nın ve Derin'in de habercisi... Arada haberdar olamadıklarınız da var tabii... Dergilerde kalan şiirler, dergilerde kalmaması gerekip de kalanlar, kalması gerekenler, yerini beğenmeyenler, yerlerini beğendikleri halde şairinin o yeri dar bulduğu şiirler... Ha evet, galiba katılmış oldum söylediklerinize...
Son şiirlerinizde sesin öne çıktığı görülüyor. Yüksek sesli bir şiir yazıyorsunuz. Hatta yazmıyor, söylüyorsunuz...
Şiir zaten doğası gereği yüksek seslidir. Şiirin sesi yüksektir yani... Bu yükseklik gürültü anlamında, sesin çok çıkması anlamında değil. Biz şair milleti dünyada niye bulunmuşluğumuza, nasıl bulunmuşlumuza, dahası kaybolmuşluğumuza ve bulunmuşluğumuza dair, kendimizi bulmamıza, kendimizde bulunmamıza dair, daha başka şeylere dair yüksek sesli bir eylemde bulunuruz. Evet, bunu yazmayız, söyleriz. Yazsak da söylemiş oluruz. Son kitaptaki şiirlerin ses tonu yüksek olduğu kadar derin de... Derine, en derine, bizi dünyaya bağlayan sızıya işaret eden şiirler.
Adeta vecd halinde coşkuyla söylenmiş dizeler görüyoruz şiirinizde. Şiir size nasıl gelir?
Bu başka şairlerde nasıldır bilemem. Bir, ben çağırırım gelir; iki, beni çağırarak gelir. Şöyle: Ya kendinizi bir yoğunluğun içinde bulursunuz, verim olarak şiire dönüşür bu. Ya da, yoğunluğu kendiniz oluşturursunuz şiire dönüştürmek için... Annenizin sahiden ölmesiyle annenizin sahiden öldüğünü düşünerek o anı yaşama gibi durumlar... Anneniz sahiden ölürse öksüz kalırsınız. Annenizin sahiden öldüğünü düşünmek de sizi öksüz kılar. Yeryüzü hayatımız bir annesizlik açmazıdır nihayetinde. Şiiri besleyen kutsal metinler, tarih, doğa, sosyal hayat ve bunların şair dünyasındaki izdüşümü de nihayetinde annesizlikten ibaret bir portredir.
Mehmet Aycı'nın şiirinin okurda karşılık bulması o şairin içtenliğinden, samimiyetinden mi ileri geliyor? Şiiriniz üzerinde söz söyleyenlerin hemfikir olduğu bir nokta bu; içtenlik...
Bu galiba söylediğinizi önce kendinize söylemenizden, kendiniz için söylemenizden kaynaklanıyor. Doğal olarak okur da kendinden ve kendiliğinden buluyor. Bilmiyorum işin okur yüzünü pek, öyleyse öyledir.
Bütün kitaplarınızda ortak izlek acı ve sızı. 'derim ki Tanrı yalnızca/şair Mehmet Aycı için yarattı o sızıyı' diyorsunuz.
Nitekim öyledir de... Tanıklık bir yana, dünyada bulunmamız başlı başına acı... İyi ki yaşıyorum, iyi ki varım derken bile bir burukluk var dilimizde... Oyuna daldığımızda söylüyoruz bunları. Oyunun oyun olduğunu bilmekle başlıyor şiir ve o zaman da sızının tam ortasındasınız. Çektiğinizi sezdirmemek için aşk, hayret... Bir de, bu işin kültüre tekabül eden yüzü var. En azından millet oluşunuzun çekilen müşterek acıyla bağı... Yahya Kemal'in işaret ettiği gibi yani...
Haydar Ergülen sizin için 'meselesi olan bir şiir' yazıyor diye yazdı. Aycı'nın meselesi 'Derin' mesele midir? Mesele ve şiiriniz hakkında neler söylersiniz?
Meselesi olan bir şiir söylediğimi, şiiri başat kaygı edindiğim anlamında alırsam evet. Türk şiirini bir bütün olarak gördüğüm, az buçuk tanıdığım ve o muhteşem ırmağa karışma bahtiyarlığına eriştiğim için Allah'a hamdolsun. Kaldı ki, zaten şiir söylüyor olmak başlı başına bir meselesi olmak demek... Haydar Ergülen'in 'Yakı'daki şiirler için vardığı yargıya gelince, derim ki, meselesi olan bir şiirim varsa, bu, şiirde mesele edilmesi gerekeni mesele ettiğimdendir. Dünyanın neresinde olursa olsun her insanın yüreğine işleyen sözler söylüyor muyum, bunu Türkçeyi kanatlandırarak, dansa kaldırarak söylüyor muyum, ona bakmalı... Yakı'da da, Derin'de de bunu yaptığımı düşünüyorum.
Derin, Rilke'den üç dizeyle açılıyor. Yine bölüm başlarında Eşrefoğlu Abdullah Rumi'den, Fatih Sultan Mehmet'ten, İzzet Molla'dan, Aftabi'den alıntılar var. Bu isimler bizi Aycı'nın şiirinin kaynaklarına mı götürür?
Götürür mü? Biraz, belki... Şiir için 'beslenme kaynağı' diye tanımladığınız alanı şiirle sınırlı tutarsak eksik olur. Şairi şiir besler evet, ama şairi musiki de besler, tarih de besler, kutsal metinler de besler. Şairi merkezinde insan bulunan, insani olan her şey besler. Saydığın isimlere de saymadıklarına da, bu topraklarda tek dize de olsa şiir söyleyen herkese teşekkür borcum vardır ayrıca. Cümlesinden müstefit olduk, olmaya da devam ediyoruz.
Kaynak: Zaman