Rüzgârlı Camlar'ın öykülerinin hem durum hem de olay öykücülüğünün özelliklerine göre kaleme alındığını görürsünüz. Yalnızlık, ölüm, ayrılık ve hüzün üzerine yazılmış bu metinler her ne kadar yaşamın acı yönlerini imlese de mutsuzluk vermiyor okuyana. Diğer metinlerden farkı bu olsa gerek. Acının kucağında ama hep mutluluğa göz kırpıyor pencereden görünenler. Hayattan beslenen öyküler yazıyorum.
SELÇUK KÜPÇÜK
- İlk önce şunu sormak isterim aslında. Bugün Dergah, Yedi İklim, Hece gibi önemli edebiyat dergilerimizin başında öykücüler bulunuyor. Sen de Ada dergisini çıkarıyorsun. Bu bahsettiğim dergicilik geleneğimizdeki hatırı sayılır öykücü editör olgusu hususunda sen neler söylemek istersin?
İyi bir edebiyat dergisi çıkarmak için yalnızca şiirle ya da öyküyle değil tüm edebi türlerle yakınlık kurabilmek gerekir. Sanatı bir bütün olarak düşündüğümüzde hazırladığımız derginin şiir, deneme, öykü ve diğer sanat dallarında başarılı ürünler yayımlaması birazda editör kadrosunun seçiciliğine bağlı. Ada dergisinde gerek arkadaşlarım, gerekse ben çok titiz davranmaya çalışıyoruz. İlk kez ürün yayımlamış olanı da, yıllardır edebiyatta kendine yer etmiş olanı da aynı disiplin çerçevesinde değerlendiriyoruz. Bir editör öykücü olarak okuduklarımın yazdıklarıma yansıması mutlaka olacaktır. Hem yukarıda bahsettiğin dergiler hem de diğer dergilerin öykücü editörleri benzer zenginliği kendi yazım dünyasında harmanlamasını bilmişlerdir. Kendilerine özgü bir dil geliştirip o eksende Türkçeyi zenginleştirmişlerdir.
- Öykülerinde zengin ve yoğun bir betimleme okuyorum. Her nesnenin, bizim fark etmediğimiz ayrıntısını metinlerinde malzemeye dönüştürmüşsün. Bu gözlem zenginliğini besleyen nedir?
İlhan Berk'in 'her şeye yazmak için bakıyorum' söylemini ödünç alıyorum burada. Yaşamın her anında gördüklerimi kaydediyorum. Sonra onlar hafızamda başkaca anlarda yazılmayı beklermiş gibi ortaya çıkıyorlar. Mutfak musluğunu yan dairede açmış bir komşu bize yalnızlığı da anlatabilir mutluluğu da. Esas olan benim o sesi duyduğum anda içime attığım görüntüye yansıttığım şey. Bakmayı seviyorum her nesneye. Görecek şeyler olduğu sürece onlara bakacağım ve anlatacağım diyorum kendime çoğu zaman. Birbirinin gözüne bakmayan insanlar olduk konuşurken. Gözümü kaçırdığımızdan samimiyeti de yitiriyoruz.
- Öykülerinde özellikle şiirsel bir açılım da var. Birçok cümleyi çıkarıp, bir şiirde malzeme olarak kullanmak mümkün. Öykün şiirden ne kadar besleniyor?
Aslına bakarsan ben bir metne öykü, şiir, roman ya da deneme diye ayırmaksızın bakmak isterim. Yazarken de tüm türlerin iç içe geçtiği bir malzemenin ortaya çıkması normalmiş gibi geliyor bana. Deneme ya da öykülerimi incelediğinizde şiirin orada durduğunu görmeniz bu yüzden normal. Yıllardır hazırladığım radyo programlarım sayesinde de çok fazla şiir okuma fırsatım oldu. Bu yüzden belki her sözüm dönüp dolaşıp şiirle buluşuyor. Öyküm şiirden, şiirim öyküden besleniyor. Benzer bir soruyu Kül Öykü Gazetesi için şairlere sormuştum. ?Şairler öykücülerden beslenir mi? diye. Yazan insanlar olarak bütün edebi türleri ne yazık ki aynı samimiyetle takip etmiyoruz.
- Rüzgârlı Camlar ikinci öykü kitabın. Senin de içinde bulunduğun yeni ve genç bir Türk öyküsü var. Rüzgârlı Camlar bu yeni jenerasyonda nerede duruyor?
Ülkemizde son yıllarda çıkan öykü kitaplarını okuduğunuzda durum ve olay öykücülüğünün birinin ağırlıkta olduğunu anlıyoruz. Rüzgârlı Camlar'ın öykülerinin hem durum hem de olay öykücülüğünün özelliklerine göre kaleme alındığını görürsünüz. Yalnızlık, ölüm, ayrılık ve hüzün üzerine yazılmış bu metinler her ne kadar yaşamın acı yönlerini imlese de mutsuzluk vermiyor okuyana. Diğer metinlerden farkı bu olsa gerek. Acının kucağında ama hep mutluluğa göz kırpıyor pencereden görünenler. Hayattan beslenen öyküler yazıyorum. Her şey sadece hüznün kavşağından geçiyor. Geleneksel olanı biraz da modern dünyanın karmaşasında doğru şekilde anlatabilmek derdindeyim. Benim öykü dünyamda doğa çok önemlidir. Zeytin ağaçları, duvarları badanalı evler, çiçek zengini bahçeler, deniz, tepeler ve yollar bol çağrışımlıdır. İnsanın insana dokunduğu, dokunabildiği bir dünyada yaşamak istiyorum. Yan daireden ölü kokusu gelmeden o kapıyı çalabilen insanlarla konuşabilmek?
- Rüzgarlı Camlar'da Pevase'den, Selim İleri'ye, Çiğdem Sezer'den, Hilmi Yavuz ve Tezer Özlü'ye kadar birçok önemli isim geçiyor. Kimi öyküne bir epigraf, kimi kendisine adanmış bir öykü ve kimi de bizatihi öykünün kendisi olarak yer alıyor. Bütün bu isimlerin senin öykü izleğinde yeri neresidir?
Her yazarın özellikle okumaktan haz aldığı metin türleri vardır. Biraz içeriye doğru açılan metinlerdir benim için bunlar. Bahsettiğin yazarların ve şairlerin benim yazım dünyamın zenginleşmesinde sayısız katkısı olmuştur. C.Pavese ve Tezer Özlü ekseninde bu soruya yanıt vermem gerekirse iki yazarda çevrelerinde gördüklerini olduğu gibi anlatırken, kendilerini de çoğunlukla yazmışlardır. Ölümü ve esasen yaşamı diri tutan bütünlüğü gördüklerini düşünüyorum onları okurken. Hem Uzak Yaz?da, hem de Rüzgârlı Camlar?da da bende onlar gibi en çok ölüm teması üzerinden yalnızlığı, içselliği anlatmayı seçtim.
Selim İleri'nin Türk edebiyatında henüz yeterince ağırlığı fark edilmeyen bir yol açıcı olduğunu düşünüyorum. Onun metinlerinde de çoğu kez hayattaki günlük sesleri duyarız. Benim anlattıklarımla örtüşüyor dili. İnsan sevdiklerine yakın durur. Bu yüzden bir selam göndermek isterim yazdıklarımla. Kitabımın ilk öyküsünün şöyle bir özelliği var. Selim İleri ilk kitabından bir süre sonra Suda Ölen Yalı adlı bir hikâye yazmak istediğini, ama ne yazık ki düşündüğü hikâyeyi yazamadığını geçtiğimiz yıl gazetedeki köşesinde kaleme almıştı. Edebiyattaki kırkıncı yılını kutladığı geçen yıl onun için Ada dergisinde özel bir dosya hazırlamıştık. Bu dosya için o yazılamamış öyküyü yazmayı denedim.
İyi bir öykücü aynı zamanda geçmişin izini sürmekle kalmaz onu yeniden hayatla yoğurur. Ben de dünyamı zenginleştiren şair ve yazarların arasında yeniden geçiyorum her şeyin üstünden.
- Öykü dergilerinde de yazıyorsun. Ne yazık ki ülkemizde öykü dergiciliği uzun soluklu olamıyor. Sence bunun sebepleri nelerdir?
Bu durumu sadece öykü dergiciliği olarak değerlendirmiyorum. Ne yazık ki dergi sektöründe bu sıkıntı var. Birkaç sayı çıkıp kapanan onlarca dergi var ülkemizde. Ölü dergiler mezarlığına son olarak Eşik Cini katıldı. Oysa ilk çıktığı sayısında hepimizde başkaca heyecanlar yaratmıştı. Yazar kadrosu ustalardan oluşan bu dergi bile 15. sayısında okura veda ettiyse gerisini siz düşünün. Dağıtım sorunu, reklâm sorunu, okurun dergileri sahiplenmemesi diğer nedenler. Ülkemizde bu kadar çok okur-yazar insan varken neden bir dergi satmıyor siz düşünün artık. Yazanların bile takip etmediği dergiler edebiyatta hangi boşluğu dolduruyor onu da zaman gösterecek.
Kaynak: Milli Gazete