TAKDİM
Cemaleddin Afganî (1838-1897) modern dönemin en meşhur, aynı zamanda en tartışmalı isimlerinden biridir. Bu kadar tartışılan bir şahsiyet olması, etkisinin büyüklüğü yanında şöhreti ile paralel yürüyen bir meçhûliyet halesine bürünmüş olmasıyla alakalıdır. Etnik kökeni ve buna bağlı olarak milliyeti ve mezhebi, masonluğu ve daha da önemlisi siyasî misyonu hakkındaki tartışmalar hâlâ sonuçlanmış değildir. Ancak Afganî tartışmalarının güncelliğini hâlâ korumasının, sadece Afganî'nin kendisi ile alakalı birtakım hususlardan kaynaklandığı düşünülmemelidir. Din, siyaset ve modernizme dair tartışma ve hesaplaşmaların, diğer bazı isimlerin yanı sıra Afganî ismi üzerinden yürütülüyor olması da bu güncelliğe katkı sağlamaktadır.
Bu tartışmanın tarafları arasındaki uçurumun büyüklüğü Afganî hakkında objektif bir değerlendirme yapmayı neredeyse imkânsız hale getirmektedir. Sevenleri tarafından büyük bir İslâm âlimi ve müçtehit, modern İslâm düşüncesinin ve emperyalizme karşı mücadelenin öncüsü ve Şark'ı uykusundan uyandıran kimse olarak takdim edilirken, muarızları tarafından asıl kimliğini gizleyerek Müslümanları aldatan bir şarlatan, bir maceraperest ve bir İngiliz ajanı olarak gösterilmektedir.
Yakın tarihimizin tartışılan isim ve meseleleri hakkında soğukkanlı değerlendirmelere olan ihtiyacımız eskiden olduğu gibi bugün de devam ediyor. Dönemi ve şahsiyetleri siyah-beyaz, hain-kahraman ikilemlerinin dışında anlamaya çalışmak; ara tonları ve kişilerin olumlu yönler taşımakla beraber zafiyetlerle malûl olduğunu fark etmek, en azından bu yönde çaba sarf etmek, kendimize ve geçmişimize olan saygının bir icabı olsa gerektir.
Amacı yakın geçmişimizin farklı perspektiflerden hareketle yeniden düşünülmesine ve soğukkanlı değerlendirmelere konu edilmesine katkı sağlamak olan 'Arap Gözüyle Osmanlı' dizisi, elinizdeki kitapla, modern dönemin en tartışmalı isimlerinden birinin hatıralarını yayınlamaktadır.
Hatıralar, Cemaleddin Afganî'nin 1892'den 1897'de vefatına kadar ikamet ettiği İstanbul'da yakın çevresinde bulunan Muhammed Mahzumî Paşa'nın kendisiyle yaptığı sohbetleri kaleme almasıyla ortaya çıkmıştır.
Afgani'nin Dehriyyun'a Reddiye kitabının Türkçe baskısı
Mahzumî Paşa kitabın başında Afganî'nin hayatına dair kısmen Muhammed Abduh'un Afganî'den yaptığı er-Redd ale'd-Dehriyyîn tercümesinin başına koyduğu Afganî biyografisine dayanan bilgilere yer vermektedir. Mahzumî Paşa buraya sözkonusu biyografide yer almayan kimi bilgiler de ilave etmiştir. Bunun dışında Mahzumî Paşa, kendi tercihi ya da bizzat Afganî'nin tasvibi ve yönlendirmesiyle bazı uzun iktibasları da metne dâhil etmiştir. Kitapta Afganî'nin Urvetü'l-vüskâ'nın bazı ana makalelerinin yıllarca evvel kendisi tarafından yazıldığını söylemesi ve Mahzumî Paşa'dan hatıralara dâhil etmesini istemesi, sözkonusu yazıların Afganî'ye ait olduğunu savunanların görüşlerini de güçlendirmektedir.
Cemaleddin Afganî çok fazla yazılı eser bırakmadığından, elimizdeki kitap, hayatı ve fikirleri için önemli birincil kaynaklar arasında yer almaktadır. Ancak bu hatıralar doğrudan Afganî'nin kaleminden çıkmadığı ve ikinci bir şahıs tarafından aktarıldığı için ihtiyatla değerlendirilmelidir. Kitapta Afganî'ye atfedilen görüşler genel hatları ile diğer kaynaklardan elde edilen bilgilerle uyuşsa da bazı farklılıklar göze çarpmaktadır. Afganî üzerine kapsamlı bir biyografi kaleme alan Nikki R. Keddie bu bağlamda, kitapta Afganî'ye atfedilen savaş karşıtı düşüncelere dikkat çekmektedir. Bizim dikkatimizi çeken bir konu ise kitapta Afganî'ye atfedilen ve Türkleri Araplaşmadıkları ya da Arapçayı resmî dil haline getirmedikleri için eleştiren kısımlardır. Diğer kaynaklarda Afganî'nin millî dillerin geliştirilmesinden yana olduğu ve İslâm birliğine mani olmayacak bir milliyetçiliğe taraftar olduğu yolundaki bilgileri göz önüne aldığımızda, bu düşüncesi bize çelişkili görünmektedir. Bununla beraber Afganî'nin gerek savaş karşıtlığına gerekse Türklerin resmî dillerine yönelik fikirlerinin, içine düştüğü tezat örnekleri arasında yer aldığı ya da bu konulardaki fikirlerinin zamanla değişmiş olabileceği de söylenebilir. Ancak böyle bir izaha konu olamayacak ve şahsen bize anakronik gözüken bir husus Arapların 'Türkleştirilmesi' (tetrîk) iddiasıdır. 'Türkleştirme' Osmanlı'nın son döneminde Türk-Arap ilişkilerinin yabancısı olmadığımız mihver sözcüklerinden birisi olduğundan bu fikrin Afganî'ye atfedilmesi normal gözükebilir. Ne var ki bu sözcüğün birçok Arap milliyetçisi tarafından ancak II. Meşrutiyet'in ilanından sonra ve İttihatçılara yönelik olarak dillendirildiği hatırlanacak olursa, 1897'de vefat eden Afganî'nin bu görüşe sahip olmasının tarihsel sıralama bakımından problemli olduğu rahatlıkla anlaşılabilir.
Afganî'nin Hatıraları'nı yukarıda sözünü ettiğimiz ihtiyatın yanı sıra ayrı bir dikkatle de okumak gerekmektedir. Mahzumî Paşa'nın Afganî ile konuşmalarının arasına, zaman zaman kaynak göstermeden çeşitli dergi ve gazetelerden iktibaslar yapması nedeniyle bazen Afganî'ye ait sözlü aktarımlarla bu iktibasların birbirine karışması tehlikesi bulunmaktadır. Gerçi biz kaynağını tespit ettiğimiz iktibaslara yeri geldikçe işaret ettiğimizden, bu tehlike büyük ölçüde bertaraf edilmiştir, ancak üslubundan iktibas izlenimi edindiğimiz ve bununla birlikte kaynağını tespit edemediğimiz az sayıda pasaj olduğu da unutulmamalıdır.
İstanbul'da kaleme alınması ve Afganî'nin din, tarih, siyaset ve topluma dair fikirlerinin yanı sıra Osmanlı ve onun bir parçası olarak Mısır hakkındaki değerlendirmelerini ihtiva etmesi, bu hatıraları 'Arap Gözüyle Osmanlı' dizisi açısından daha da önemli kılmaktadır. Afganî'nin hatıralarının bu dizi içinde yer alması, dizinin başlığındaki 'Arap' sözcüğünün, etnik değil kültürel bir vurguya sahip olmasındandır. Bu anlamda Afganî, eserlerini Farsçanın yanı sıra Arapça yazdığı ve etkileri başta Muhammed Abduh ve Reşid Rıza gibi Mısır'daki şahsiyetler kanalıyla yayıldığı için bu dizide yerini almıştır. Kaldı ki bu hatıraları derleyen Mahzumî de bir Araptır.
Cemaleddin Afganî bir âlim, bir düşünür olmaktan ziyade bir siyaset ve eylem adamı olarak görülmelidir. Daha doğru bir ifadeyle, yaşadığı dönemin şartları, keskin bir zekâya, kıvrak bir üsluba ve etkileyici bir hitabete sahip olan Afganî'nin siyasetçi ve eylemci tarafını daha fazla geliştirmiştir. Etnik, bölgesel ve mezhebî yönlerden parçalanarak ümmet şuuru zayıflamış, inanç ve ahlâk yapısı yaralar almış, siyasî ve iktisadî alanda sömürgeci güçlerin pençesine düşmüş bir dünyanın ferdi olarak siyasî temaların ve aktivizmin Afganî'nin düşüncesinde neden bu kadar ağırlıklı bir yere sahip olduğunu anlamak zor değildir. Hindistan, İran, Türkiye ve Mısır gibi İslâm dünyasının en önemli merkezlerinin yanı sıra, İngiltere, Fransa ve Rusya gibi dönemin sömürgeci güçlerini de yakından inceleme ve tanıma fırsatı bulması, sömürgeciliğin mahiyetine ve İslâm dünyasının siyasî durumuna yönelik bugün de önemini muhafaza eden görüşler ortaya koymasına yardımcı olmuştur.
Ne var ki Afganî'nin, yaşadığı dönemin ulema ve aydınlarından çoğunun mahrum olduğu bir siyasî perspektife, kavrayış ve duyarlılığa sahip olmasına karşılık, dinin inanç, ibadet ve ahlâk boyutlarını talî planda bırakacak bir politizasyona ve aktivizme kapı aralayan süreci başlatması ya da takviye etmesi, tartışılması gereken bir konudur. Modernist söylemin zaaflarıyla malûl olan Afganî'nin, Hatıralar'da faiz ve tesettür gibi bazı konularda tartışmaya açık fikirler serdettiği de burada vurgulanmalıdır.
Hatıralar Afganî'nin en azından Mısır'da bulunduğu yıllardaki tartışmalı masonik faaliyetleri hakkında da önemli bilgiler vermektedir. Onun her şeyden evvel yukarıda vurguladığımız siyasetçi ve eylemci güdülerle mason localarında faaliyet gösterdiği, Mısır Hidivi İsmail'i devirerek yerine oğlu Muhammed Tevfik'i geçirmek gibi siyasî amaçlar için bu ilişkilerden yararlanmak istediği anlaşılmaktadır. Öte yandan sahip olduğu formasyon, İran'da akrabalarının bulunuşu, İran Şahı ve Şiî ulema ile ilişkileri ve tütün protestosu fetvasında olduğu gibi Şiî ulema üzerindeki etkisi göz önüne alındığında, Afganî'nin İran menşeli olması ihtimali daha da güçlenmektedir. Bu ihtimali güçlendiren hususlardan birisi de Mısır'dan sürülen Afganî'nin İran'daki el-Hac Muhammed Eminü'd-Darb'a teslim ettiği evrakının, bu kimsenin torunu olan Asgar Mehdevî tarafından yayınlanması (Mecmua-i esnâd ve medârik-i çap neşode der bâre-i Seyyid Cemaleddin meşhur be Efganî, nşr. Asgar Mehdevî - Îrec Afşar, Tahran 1963) olmuştur. Ancak bu durum kanaatimizce ne Afganî'nin önemini azaltır, ne de onu 'takiye yapan bir şarlatan' haline getirir. Şiî-Sünnî ayırımına karşı çıkan ve İslâm birliği idealine gönül vermiş, siyasî ideallere sahip birisi olarak onun İslâm dünyasının kahir ekseriyetini oluşturan Sünnî dünyada Şiî orijinini gizlemek istemesi, anlaşılması zor bir durum değildir. Kaldı ki bu durumun Osmanlı yöneticileri tarafından bilindiği ve Afganî'nin İttihad-ı İslâm için Şiî ulemanın desteğini sağlamak üzere istihdam edildiği de anlaşılmaktadır.
Önceki kitaplara olduğu gibi bu kitaba da çeşitli dipnotlar ilave edilmiş, bu dipnotlardan çevirene ait olanlara -çev.- kısaltmasıyla işaret edilmiştir. Bu kısaltmanın olmadığı ilaveler şahsımıza aittir. Kitaptaki hadislerin kaynakları Dr. Halit Özkan tarafından tespit edilmiştir. Kitabın aslında konular, alt alta başlıklar halinde sıralanmışken, rahat okunması için tarafımızdan bölümlendirmeye gidilmiştir.
Yararlı olması ümidiyle!
KİTABIN İTHAFINA DAİR
Telifât ve kitapların hükümdarlara, emirlere ve yüce şahsiyetlere ithaf edilmesi, müteahhir (sonraki dönem) bilgin ve ediplerince devam ettirilen bir gelenektir. Onlar bu konuda Kâmûs'unu Yemen hükümdarı el-Melikü'l-Eşref İsmail'e sunan Feyrûzâbâdî, Tarih'ini müminlerin emiri Ebû Abdullah el-Merînî'ye sunan allâme hakîm İbn Haldûn ve aynı geleneği devam ettiren başka seçkin mütekaddimûn bilginlerini takip etmişlerdir. Bu bilginler, eserlerini telif ederken sarf ettikleri gayretler, karşılaştıkları güçlükler ve çektikleri zahmetler için hükümdar tarafından değerine uygun ödüller ve mallar kazanmışlardır. Bütün bunları sıralamak ve ayrıntıya girmek amacımızı aşar. Zira bizim asıl amacımız, sadece Hatırat isimli bu eserin ithafı hakkındaki görüşleri zikretmektir. Allah'a hamdolsun ki, Doğu memleketleri hükümdarlarıyla aydınlanmaktadır. Onların ilme ve ilim ehline olan takdire şayan teşvikleri, hatırı sayılır ve aşikârdır. Zaten hükümdarlar ve ulu kişiler böyledirler. İşgal ettikleri makamdan dolayı onlardan herbiri, kendisine sadece değerli şeylerin takdimine layıktır.
Fakat Hatırat'ın sahibi Şark'ın bilgesi Seyyid Cemaleddin Afganî (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) olunca, durum değişmektedir. Zira o, hem Doğu'nun uyanışının en sağlam direklerindendir hem de bu uyanışının temelini atan ve köşe taşını koyan şahsiyettir. Kendisi Afgan topraklarının yetiştirdiği önemli şahsiyetlerden biri olmasına rağmen okuyucunun da göreceği gibi, o bütün Doğu ve Doğu halklarıyla eşit düzeyde ilgilenirdi. Doğu ülkelerinin başına gelen her felaket veya Doğu halklarını saran her dert onu derinden sarsar ve üzerdi. Ona göre bu konuda memleketi ve doğum yeri olan Afganistan ile Allah'ın kinânesi (sadağı) Mısır veya Hint bölgeleri ya da Fars diyarı İran arasında hiçbir fark yoktu. Şairin dediği gibi hepsi birdi:
Ülkelerimiz farklı olmasına rağmen nasihat ettim,
Çünkü dert ve sıkıntılarımızla hepimiz Şark idik.
Bu yüzden eserin, bölgeleri ve ülkeleri farklı olsa da bütün Doğululara ithaf edilmesinde hemfikir olundu. Bunun için Doğu'nun bağlarının siyaset yüzünden kesilmesi ya da birleşik sınırların ve mücavir tahtların kötü niyetli ellerce ayrılması nazar-ı itibara alınmadı. Zira her şeye rağmen bütün Doğuluların kalpleri birdir. Doğu'nun baskıyla etrafa saçılan parçaları, birleşecektir. Doğu'nun parçalanmışlığını kaldırması ve sıkıntılarını bertaraf etmesi için (yüce) Allah'a duacıyız. Zira O, her sesi işitir, dualara icabet eder.
Muhammed el-Mahzumî
Beyrut 27 Şevval 1349/12 Nisan 1931
GİRİŞ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
Peygamberlerin sonuncusu Muhammed'i her millete bir uyarıcı ve aydınlatıcı kandil olarak gönderen ve O'na 'Kime hikmet verilmişse, ona hakikaten pek çok hayır verilmiş demektir' [Bakara 2/269] ayetini indiren Allah'a hamdolsun. (Muhammed'e ve onunla birlikte) bütün halkları hakka yönelten hidayet rehberleri olan sair nebilere ve resullere, onların bütün aile ve arkadaşlarına salât ve selam olsun.
Hâtırâtu Cemâliddîn el-Afgânî (Cemaleddin Afganî'nin Hatıraları) isimli bu eserin çeşitli bölümlerini, 1892-1897 yılları arasında, Sultan Abdülhamid'in sarayında masum kişilere özellikle Seyyid Cemaleddin Afganî ve onunla sık sık biraraya gelen veya evine girip çıkan kişilere iftiraların arttığı bu zamanda, hafiyelerin çoğalıp kontrolün sıklaşmasından doğan bir endişeyle tam bir gizlilik içinde kaleme aldım.
Şu an için belki okuyucu esere fazla ehemmiyet atfetmeyebilir. Fakat otuz-kırk yıl öncesine bir göz atıp, eserin İstanbul'da kaleme alınmasını nazar-ı dikkate alır ve buradaki fikir ve görüşlerin makaslanmayıp en ufak bir değişikliğe uğramadığını bilirse, eserin önemini anlar. Yine okuyucu, eserdeki konuların birbirinin devamı niteliğinde olmadığını görecektir. Bunun sebebi şudur: Hatırat yalnız bir konu ya da bir meseleyle ilgili değildir. Aksine bunlar, pek çok konuşmadan ibaret olup bunların bir kısmı yaşanan olaylar hakkında, bir kısmı ise sorulara cevap olarak söylenmiş sözlerdir. Diğer bir kısmı başka kişilerle yapılan tartışmalardır. Bir kısmı da belli bir sebebe bağlı olmaksızın yapılan sohbetlerdir. İşte biz, bütün bunları, sebepleri ve söylenme şartlarıyla birlikte kaydettik.
Osmanlı Kanun-i Esasîsi ilan edilir edilmez [1908] Cemaleddin Afganî'nin Hatıraları'ndan haberdar olan dostlarımdan pek çoğu, uzun süren gizleme ve rafa kaldırma döneminden sonra artık eserin neşredilme vaktinin geldiğini düşündü.
Mısır'daki kardeşlerim ve aramızda tanışıklık bulunmayan Hindistanlı bazı kimseler beni bir an önce kitabı basmaya teşvik eden birçok mektup gönderdi. Kitabı basmaya teşebbüs ettiğim zaman, Afganî'nin 'Doğu'daki Partiler' başlığıyla kaleme aldığı makalesinde dile getirdiklerinin, İttihat ve Terakki Cemiyeti yöneticilerinin bencillik, enâniyet, halkı avutmaya yönelik boşa giden yalan vaatlerine uygun olduğunu gördüm.
Değişik kesimlerden birçok arkadaşım eserin yok olması ve onu bekleyenlerin bundan mahrum kalması tehlikesini dile getirdi. Biz ise, daha uygun bir döneme kadar eserin basımını ertelemenin daha iyi olacağını düşündük.
Biz eserin basımı konusunda kararsız bir tutum sergilerken yıllar geçti. Nihayet 1329/1912 yılında, aralarında matbuat aleminden bazı değerli kişilerin de bulunduğu dostlar, kitabın basımına ilişkin taleplerini yinelediler. Bu talebe cevap vermek için canla başla çalıştık ve eserin fihristini neşrettik. Daha biz onun dağıtımını tamamlamadan, siyasî hava puslanmaya başladı. Bazı İttihatçı memurlar tarafından kitabın muhtevasından duyulan birtakım endişeler seslendirilmeye başlandı. Oysa kitabın, birtakım kişileri kınamak veya bazı kurumların çalışmalarını karalamak ya da herhangi bir hükümeti devirmek gibi bir amaç taşımadığını çok iyi biliyorlardı. Sonra çok geçmeden Cihan Harbi çıktı, İtilaf devletleri onların ülkesini işgal ettiler, peşinden onları devletçiklere bölerek parçaladılar vs. Biz bu faktörler sebebiyle kitabın neşrini yine ertelemek zorunda kaldık. Ama bu durum kıyamete kadar sürmeyecekti. Okuyucuya sözlerimizin doğruluğunu kanıtlamak için burada, on dokuz yıl önce 1912 senesinde Beyrut'taki el-Matbaatü'l-Edebiyye tarafından basımı gerçekleştirilen matbu fihristi iktibas ediyorum. İşte kelimesi kelimesine sözkonusu fihrist:
Cemaleddin Afganî'nin Hatıraları
(Muhammed Mahzumî Paşa'nın Kaleminden)
Bütün bölge ve yörelerden kardeşlerin, dostların ve tanıdıkların, Şark bilgesi Cemaleddin Afganî'nin Hatıraları'nın basımı hususundaki talepleri arttı. Öyle ki bütün güçlüklere rağmen bu talebi karşılamak ve bu çağrıya kulak vermekten başka çare kalmadı.
22 Zilhicce 1329 [14 Aralık 1911] tarihli er-Re'yü'l-âmm'ın 492. sayısında çıkan bir yazıyı dikkatlerinize sunuyoruz:
Afganî'nin Eserleri
Gerek ülkemizde gerekse Doğu ülkelerinin çoğunluğunda saygın şahsiyetlerden ve eli kalem tutanlardan hiç kimse yoktur ki, Şark bilgesi merhum Seyyid Cemaleddin Afganî'nin değerini takdir etmesin. Onun hem bilgelikte hem de Doğu'nun uyanışını gerçekleştirecek her türlü yola başvurma ve bu uğurda karşılaşılan zorluklara göğüs germede gösterdiği gayreti herkes takdir eder. Merhum Cemaleddin'in 1310/1892 yılında İstanbul'a son gelişinde -ki sonsuzluk yurduna bu gelişinde 1314/1897 senesinde irtihal etmişti- orada kaldığı süre içinde fikirlerini, görüşlerini ve gönlünden geçirdiği tasavvurlarını Suriye'nin en seçkin yazarlarından hemşerimiz Muhammed Mahzumî Paşa'ya aktardığını daha önce duymuştuk. Mahzumî Paşa, Afganî'nin bütün fikirlerini biraraya getirerek bir kitapta toplamıştır ki, onun faydalı ve değerli bir eser olduğunda kuşkumuz yoktur.
Öğrendik ki, Osmanlı Kanun-i Esasîsinin ilanının hemen ardından Mısır ve Hindistan bölgelerinin yöneticilerinden ve ulemasından birçok kimse zikri geçen Mahzumî Paşa'yı, kitabın basımını hızlandırması için teşvik edip çeşitli bahanelerle bu işi daha fazla ertelememesini söylemişlerdir. Ayrıca kitabın kisve-i tab'a bürünmesine engel olan bütün güçlüklerin aşılmasında kendisine her türlü desteği vermeye hazır olduklarını bildirmişlerdir. Ümmetin Afganî gibi bir bilgenin görüşlerine en çok muhtaç olduğu şu dönemde hazreti bu isteği yerine getirmekten alıkoyan nedir, bilmiyoruz. Mahzumî Paşa Seyyid Cemaleddin'in son yoldaşı, İstanbul'daki sağ kolu ve sırdaşıdır. Hemşerimizden beklentimiz, kitabın neşri hususunda gevşeklik göstermemesi ve matbuat dünyasını, kendi bakış açısına göre onun eserlerinden seçeceği mühim ictimâî konularla renklendirmesidir. Bu isteğin karşılanmasında cimri davranmayacağı konusunda onun vatanseverliğine ve hamasetine güveniyoruz. Zira ülkemiz Suriye'de olduğu gibi, İstanbul ve Mısır'da da matbuat dünyası onun bu hizmetteki önceliğini ve geçmişini takdir etmektedir.
Yine, 11 Kanûn-i Sâni 1327 tarihli Lisânü'l-hâl'de çıkan yazıyı dikkatlerinize sunuyoruz.
Seyyid Cemaleddin Afganî'nin Eserleri
Doğu halklarından uzak yakın herkes bilir ki, merhum Cemaleddin Afganî Doğu'daki fikrî uyanışın en sağlam direklerindendi. O uzak görüşlüydü. Kendisinden hikmet pınarı fışkırır ve yoluna aşkla bağlanan, kalıbına göre şekillenen ve üstün idrak kabiliyetiyle büyülenen bilgiye susamış müritleri bu pınara koşardı. Şu anda yerimiz, bu bilge kişinin menkıbelerini, İran hükümetinden ve Abdülhamid dönemi İstanbul hükümetinden çektiklerini sıralamaya müsait değildir. Zaten bu, seçkinlerin çoğunluğunun bildiği bir gerçektir. Fakat biz bu girişte şunu belirtmek isteriz: Hikmet, siyaset ve ictimâî felsefe alanlarındaki yaygın şöhretine rağmen Seyyid Cemaleddin'in eserleri, özel bir kitapta derlenmediği gibi o canlı eserler, ediplerin ve siyaset öğrencilerinin okuyabileceği bir yayın içerisine de konmamıştır.
Saygın ve seçkin biri olan değerli hemşehrimiz Muhammed Mahzumî Paşa, bu boşluğu gördü ve gayrete gelerek onu gidermek istedi. Bunun için bütün o sözleri özel bir kitapta toplamaya karar verdi. Kendileri abonelik için eseri takdim edecek ve bunun için belli bir süre belirleyecektir. Bu süre zarfında abonelik bedelini tespit edecektir ki, kitabın konularından bazılarına işaret edeceğimiz bir başka fırsatta, bunu da zikredeceğiz.
Mahzumî Paşa'nın Seyyid Cemaleddin Afganî'nin en seçkin dostlarından biri olduğunu herkes bilir. Zira İstanbul'da onun yanından ayrılmamıştır. Seyyid (Cemaleddin) sırlarını ona açar ve en etkili sözlerini onun kulağına fısıldardı. Dolayısıyla kitap, gazetelerin derlemediği sözleri ve Afganî'nin kendisine sakladığı incileri toplamış olacaktır.
Seyyid Cemaleddin Afgani'nin ıslahat ve tecdid çağrısı İslam dünyasının pek çok düşünüründe cevap bulmuş, İttihad-ı İslam projesi Said-i Nursi tarafından da benimsenmiştir. Afgani'nin maddi ve manevi öğrencileri arasında Muhammed Abduh, Şekip Arslan, Mehmet Akif Ersoy, Hasan el-Benna ve Ali Şeriati sayılabilir.
Cemaleddin Afganî'nin Hatıraları
Muhammed Mahzumî Paşa
Çeviren: Adem Yerinde
Arap Gözüyle Osmanlı Serisi
397 sayfa
ISBN: 975-8740-40-7
Klasik YayınlarıVefa Cd. No:56 Kat : 3 Vefa/İstanbul
Tel.: 0212 520 66 41
Faks: 0212 520 74 00
e-mail: klasik@ klasikyayinlari.com
satış: satis@ klasikyayinlari.com