Raşid Gannuşi*
Hindistan İslam?ın, medeniyetinin ve tarihî övüncünün en büyük kalelerinden birini temsil etmekte. Hindistan, İslam?ın yenilenme (teceddüt) merkezlerinden biri olup İslami hareket burada Cemaat-i İslami tarafından temsil edilmektedir. Son yıllarda Kirla?daki İslam Üniversitesi, Hindistan?daki İslami faaliyetlerin içerisinde en çok göze çarpan unsur olmuştur. İslam?ın geleceğinin en önemli köşe taşlarından biri, Hindistan?ın güneyinde yüksek düzeyde bir kültürel uyanışın habercisi olmuştur.
Bu kültürel uyanış çerçevesinde İslam Üniversitesi Projesi, çok küçük bir Şeriat Fakültesiyken, ilim ve marifetin kalelerinden biri haline gelmiştir. Dinî ve beşerî düşüncenin farklı alanlarında her sene mezun ettiği öğrencileriyle ve bu öğrencileri yetiştiren hocalarıyla İslami uyanışa büyük katkılarda bulunan ve ona ivme kazandırarak gelecek vadeden bu proje, büyük ölçüde tebriki hak etmekte ve duayı gerektirmektedir.
Burada bu üniversitenin mezuniyet döneminde yetişen pırıl pırıl Müslüman gençleri görmemiz nedeniyle onur duyuyor, bütün mezunları ve onları yetiştiren hocaları, onların başarılarının arkasında olan anne ve babaları da tebrik ediyoruz.
Baylar ve bayanlar, bu vesileyle üniversite yönetiminin konuyu anlatmak üzere beni çağırdığı yeni dünyada İslam?ın durumu, İslam?ın bu dünya içerisinde karşı karşıya kaldığı meydan okumalar ve geleceğe ilişkin umutlar, bunların hayata geçirilmesi ve İslami hareketlerin tüm bunlarla ilgili rolüne ışık tutmamıza izin verin.
1. ?Yeni dünya?daki İslam?la kastedilen nedir? Konuyu Batı düzleminde ele aldığımızda zihinlere Batı dünyasının eski bir üyesi olan Avrupa?nın 16. yüzyıldaki keşifleri sırasında ele geçirdiği yeni dünyalar (Amerika ve Avustralya) arasındaki karşılaşma geliverir. Nitekim bu karşılaşma, söz konusu bölgelerin yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin yağma edilmesine, kıtanın asli sakinlerinin yok edilmesine yol açmıştır ki bu olgular, Avrupa?da servet birikimini sağlayan ve modern kapitalizmin doğuşunu ortaya çıkan temel etkenlerdir.
Böylece dünyadaki güç dengeleri, Batılı ülkelerin lehine bozulmuş, İslam milletleri eski dünyada sıkışıp kalmıştır. Batı bununla da yetinmemiş İslam dünyasını muhasara altına almış, ticaretini yok etmiş, ekonomisini mahvetmiş, gemilerine el koymuş ve sonunda İslam dünyasını işgal etmiştir.
Hindistan alt kıtasında İslam?a karşı başlatılan bu darbe, söz konusu keşiflerin ürünlerindendir.
İslam dini ve İslam ümmeti özellikle Hint alt kıtasında güçler dengesindeki bu korkunç bozulmanın sonuçları nedeniyle çok zor günler geçirmişlerdir. Söz konusu darbe, İslam dünyasının bütünüyle işgal edilmesine ve onun hamisi ve siyasi şemsiyesi konumundaki hilafetin yitirilmesine, yeraltı ve yer üstü zenginliklerinin yağmalanmasına, İslam?ın hayatın içinden alınıp hayatın kıyısına itilmesine, siyaset, düşünce, toplum gibi unsurlardan yalıtılmasına ve sadece inanan insanın Tanrısıyla olan ilişkisini düzenleyen sıradan bir dine dönüşmesine yol açıştır.
Eğitim yapısına da büyük darbe vurulmuş, İslami eğitim kurumları etkisiz hale getirilmiş, bunun yerine modern eğitim sistemi getirilerek Batılılaşmış elitler yetiştirilmeye başlanmıştır.
Batılılar İslam dünyasındaki dini kuruluşların merkezine kadar nüfuz edince Ezher Şeyhi 1925 yılında Hilafetin aslında İslam?a sonradan girmiş olduğunu ilan etmiş, İslam?ın siyasetle ilgisinin bulunmadığını, tersine Muhammet (s.a.v)?in sadece ruhi bir risalete sahip olduğunu, hiçbir zaman bir devlet başkanı ya da kral olmadığını ilan etmiştir.
2. Direnen ümmet: İslam ümmeti, mütegallibenin güç dengelerine hiçbir zaman teslim olmamış, İslam?ı diriltmek ve onu akaidi ve fikri uyanışın önündeki engellerden özgürleştirmek için direnişe geçmiş, İslam?ın şümullü bir din olarak akaidi, ruhi, manevi, siyasi ve toplumsal bir mesaj olduğunu dile getirmiştir.
Buna paralel olarak, 18. yüzyıldan başlayan İslami İhya hareketlerinde Hindistan?daki İslami faaliyetlerin önemli etkileri olmuş, özellikle Allame ve Müceddit Şah Veliyyullah Dehlevi aracılığıyla bu ihya olgusu hız kazanmış, bu kazanımları torunu Şehit Ahmet daha da ileri götürerek İslam dünyasındaki kurtuluş hareketlerinin bayraktarlığını yapmıştır. 20. yüzyıla geldiğimizde İslam dünyası, işgalcileri topraklarından kovma başarısını gösterebilmiş, Filistin?deki gibi halen özgürlük mücadelesinin devam ettiği ülkelerde ise bir avuç işgalci kalmıştır.
Sömürge ve işgal dönemlerinin sona ermesi, Batı?ya doğru kayan güçler dengesinin değişmesine yol açmamış, İslam dünyasının boyunduruk altına alınması ve İslam?ın yönetimden uzaklaştırılması için Batı?nın desteklemeyi sürdürdüğü Batılılaşmış yönetici eliti İslam dünyasına dayatmıştır.
İslami hükümlerin uygulanmasını isteyen İslami hareketlerin önderlik yaptığı Müslüman çoğunluğun bulunduğu her yerde özellikle de doğal zenginliklerin merkezi olan ve siyonist devletin bulunması hasebiyle daha stratejik bir öneme sahip olan Arap dünyasındaki savaş, daha sıcak ve şiddetli olmuştur.
Batılılar tarafından desteklenen istibdat sistemi, İslami güçleri yönetimden uzaklaştırmak için her anlamda serbest bırakılmıştır. Suriye, Mısır, Cezayir ve Tunus?ta olan budur.
Tarihî merkezlerinde başka diğer faktörlerin yanında İslam?a yönelik baskılar; öğrenci, işçi, göçmen, siyasi mülteci olarak Batılı ülkelere göçe neden olmuştur.
Müslüman göçmenler bu ülkeleri kendilerine vatan edinmişler, yeni nesiller bu ülkelerin vatandaşları haline gelmiş, toplumsal ve siyasi yaşama katılmışlar, saldırılara karşı kendilerini savunmak ve bu toplumların temel bir unsuru olmaya dönüştükleri bir sırada daha geç olmadan önlem almak için bir araya gelmişlerdir. Bu durum ise Batı?da etkin bir konuma sahip olan Yahudi lobilerini rahatsız etmektedir.
Bugün İslam dünyasının Batı?yla ilişkisi, meydana gelen dönüşüm ve barış içerisinde bir arada yaşayan Müslümanların, elde ettikleri haklar ve özgürlüklerle Batılı ülkelerin geleceklerinde söz sahibi olma konusunda verilen mücadelenin sonuçlarına bağlıdır. Hemen şunu söylemek gerekir ki İslam ve Müslümanların Batılı ülkelerde söz sahibi olmaları, kendilerine karşı olan düşmanlığın ve bağnazlığın en temel nedenlerinden biridir.
Tercihen bu kampanyalar, İslami varlığı kökleştirmekten başka bir işe yaramayacaktır ama bu Müslüman azınlıkların liderlerinin cemaatler içerisinde bulunan aşırılık yanlılarının hareketlerine gem vurmaları şartıyla olabilecek bir husustur. O takdirde İslam?ın yeni ufuklarından söz etmemiz mümkün olabilir.
3. Çağımızda İslam ümmetinin durumu: Yenidünya ile kastedilen çağımızdaki İslam ümmetinin durumunun, karşı karşıya kaldığı meydan okumalar ve fırsatlar birlikte değerlendirildiğinde iyi olduğunu söylemek mümkündür. Gerçek sıkıntı ise liderlerde ya da yönetimlerdedir. İslam ümmetinin bilinci ve bu bilinci yaşama geçiriş tarzı, çağa tanıklığı ve dili ise giderek gelişme arz etmektedir.
Ümmetin karşı karşıya kaldığı en önemli meydan okuma şudur siyasi konulardadır. Öncelikle ümmetin yöneticileri, kendisinden değildir. Çünkü bu yöneticiler halklarının iradelerini siyasi dile aktaramamakta, bağımsızlığının aşınmasından beslenmekte ve halklarının içinde bulunduğu sıkıntıyı kullanmaktadırlar.
Bu konudaki kesin kanıt, araştırmacıların demokrasinin genel anlamda dünya çapında yaygınlık gösterirken İslam ülkeleri ve özellikle Arap dünyasında bunun bir istisna teşkil ettiği yönündeki gözlemleridir.
Bazıları ise bunun İslam?ın kendisinden kaynaklandığını ve demokrasiye engel teşkil ettiğini düşünüyor. Bu baştan aşağı bir hatadır, çünkü İslami Hareket, bütün unsurlarıyla demokratik yapılanmanın kendilerine sağladığı az miktardaki fırsatları bile kabul etmektedir. Esas demokrasiye mani olan İslam ülkelerinde ipleri eline almış ve Batılılar tarafından desteklenmekte olan diktatör yapılardır.
Nedeni ise Batı?nın demokrasinin İslam ülkelerinde kapitalizmi değil kendisine düşman sistemler teşekkül etmesine yol açmasından endişe etmesidir. Onlara göre bu sistemler elde ettikleri güçleri, Filistin?in özgürleşmesi, bölgenin birleştirilmesi, yağmalanan yeraltı ve yer üstü zenginliklerinin geri alınması ve bu zenginlikleri yeniden uyanış için kullanacaktır. Bütün bunlar Batı için kırmızı çizgilerdir ve bu nedenle de istenen şeyler değildir.
Çağdaş İslam?ın ve İslami uyanışın karşı karşıya kaldığı ikinci meydan okuma ise, İslam ve Müslümanların karşı karşıya kaldığı zulümlere verilen tepkiler ve hesapsız atılganlıklardır. Müslümanların gerek kendi ülkelerinde gerekse ülke dışında maruz kaldıkları zulüm, küçük cemaatleri cihad ilkesini hiç de yerinde olmayan bir şekilde gündeme getirmelerine neden olmaktadır: Cihad, kabul edilebilecek tek din olarak İslam?ın başkalarına dayatılması ya da rejimlerin değiştirilmesi için bir araç olarak kullanılamaz, İslam bunu meşru bir gerekçe olarak kabul etmez. Bu ilke ancak işgal altındaki İslam ülkeleri için geçerlidir.
İslam?ın karşı karşıya kaldığı bir başka sıkıntı ise kadın konusudur. İslam toplumları, çöküş devirlerinde yaşananların sonucunda bizim atıl ve felç hale getirilmiş toplumlar olarak nitelediğimiz toplumlardır. İslam kültürü ve felsefesinden yola çıkılarak kadının toplumsal rolüne kavuşturulması İslami İhya hareketlerinin en temel görevlerinden biridir. Ancak bu proje uygulamaya geçirilirse kadın, erkeğin yanında İslami uyanışta misyon üslenebilir.
4. Dördüncü meydan okuma ise birlik sorunudur. Birlik, güç ve iktidarın bileşenidir. Ayrılık ve fırkalaşma ise zaafın alametidir. Birliğin en önemli şartı, ihtilafların barışçı şekilde çözülmesidir.
5. Beşinci meydan okuma ise izolasyondur. İslami hareketin en önemli kolu (Burada Müslüman Kardeşler Cemaati kastediliyor) değişim için sivil ve medeni araçlar kullanılması gerektiği konusunda istikrara kavuşmuş bir kanaate sahip olmuş, kanunların kendisine izin verdiği ölçüde partiler, medya organları ve dernekler kurmuş, her düzeydeki seçimlere iştirak etmiştir.
İslam ülkelerindeki parlamenterler, iki yıldan beri İslam ülkeleri Parlamenterler Birliği?ni kurmak için gayret gösteriyor ve çalışma yürütüyorlar. Bu çalışmalara şu ana kadar Fas, Cezayir, Mısır, Sudan, Bahreyn, Kuveyt, Pakistan, Bangladeş, Endonezya ve Malezya?dan birçok isim katılmıştır. Tüm bu çalışmalar İslami hareketlerin bütün İslam dünyasında rejimlerin değiştirilmesi konusunda barışçıl bir yöntemi benimsediğini göstermektedir.
Bu alanda yaşanan son gelişmeler, daha önceki dönemlerde Şehid Seyyid Kutup ve Mevdudi?nin İslami olmayan yönetimlere katılmanın hiçbir şekilde kabul edilemez addettiği bir döneme kıyasla daha olumlu bir gelişme olarak karşımızda durmaktadır. O dönemin gerekleri onu gerektirmekteydi ancak bugün Pakistan ve Mısır?da da görüldüğü gibi İslamî cemaatler seçimlere girmekte ve yönetimlere ortak olmaktadırlar.
Pakistan ve Bangladeş?teki Cemaat-i İslami de bu yöntemi benimsemiş ancak nüfuslarının çok olmasına rağmen (180 milyon) Hindistan?daki Müslümanlar içerisindeki en önemli yapı olan Cemaat-i İslami, azınlık olmaları nedeniyle aslında siyasi faaliyetlere katılmanın şartları oluşmuşken, hâkimiyet esasına dayalı olarak seçimlere katılmamayı yeğlemiştir. Uzun vadede çoğunluk olmaktan başka düşünceleri bulunmamaktadır.
Aslında kendilerini ve çıkarlarını savunmak için sıradan bir devlet olmayıp dünyanın demokrasiyle yönetilen en büyük ülkelerinden biri olan, en hızlı kalkınma oranlarına sahip ve nükleer silahı elinde tutan Hindistan gibi bir ülkede Müslümanların siyasi yaşama katılmaları şarttır.
Müslümanların en büyük azınlığı oluşturduğu bu dev, İslam ve Müslümanlara karşı nefretle dolu olan grupların eline geçme riski taşımaktadır. Bu nedenle Hindistan?da Müslümanların siyasi hayata katılmaları sadece mubah değil aynı zamanda vaciptir, çünkü kendisiyle vacip olan şey de vaciptir. (Müslümanların etkin olmaları, toplumu iyi ve doğru yönde yönlendirmeleri vacip olduğuna göre, bunu sağlayacak olan en önemli araç olarak siyasal katılım da vacip demektir.-çev.)
Müslüman gücü yettiği kadar ıslahla mükelleftir, ?Ben sadece gücümün elverdiği kadar ıslah etmek istiyorum? (Hud-88), ?O halde, elinizden geldiği kadar Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun? (Teğabun-16). Yusuf Aleyhisselam?ın hayat hikâyesinde onun Firavun yönetiminde Ekonomi Bakanı olarak görev yaptığı anlatılır. Ayrıca Peygamber Efendimiz?in (s.a.v.), Habeş Kralı?nın krallığını onaylaması da bu tezi desteklemektedir.
40?lı yıllarda ve sonrasında zorba laiklik anlayışının yaygınlaşması ve bu anlayışın Müslümanları da etkilemesi korkusuyla İslami davet önderleri, laiklerden ve laik sistemden kopuşu savunmuşlardır. Bugün için böyle bir korku kalmayıp laiklik gerilemekte İslam ise yükselen bir güç olmaktadır. Bu nedenle, söz konusu dönemde içtihatta bulunan kişilerin içtihatları, şartların değişmiş olması nedeniyle değişmelidir.
Bu (yöntem sorunu), dinin sabitelerinden kaynaklanan bir husus değildir: Ayrıca gerçekte siz şanslısınız, biz Arap toplumu olarak sahip olduğunuz özgürlüklere gıpta ile bakıyoruz.
Kardeşleriniz en basit haklarından bile mahrumdur. Ben sadece kültürel özgürlüklerden bahsetmiyorum. Nitekim siz burada beni davet ederek bir konferans verdiriyorsunuz. Devletin herhangi bir müdahalesi olmadan buna benzer etkinlikler düzenliyor, 20 şehirde basılan gençlere mahsus dergiler çıkarıyorsunuz. Benim bahsettiğim özgürlükler bunlar değil, tersine ben yargı bağımsızlığından, parti kurma özgürlüğüne sahip olmaktan, bütün vatandaşlarına katılma hakkının tanındığı temiz seçimlerden, saflarını birleştirdiğinde küçük bir azınlığın bile büyük bir partiyi yönlendirme ve ülkenin siyasi hayatına tesir etme gibi bir şansa sahip olduğu bir siyasal özgürlüklerden bahsediyorum.
ABD?de nüfusu %5?i bile geçmeyen azınlıklar dünyanın en büyük gücüne hükmedebilmekte iken Hindistan gibi nüfusu %15?i geçen bir ülkede Müslümanlar, siyasetin dışında kalmaktadır. Bu müthiş kuvvet ve potansiyeli heder etmeniz kendinize yazık etmeniz anlamına gelecektir.
Biz Müslümanların durumu üzüntü vericidir. Bazılarımız ülkelerinde en ufak bir katılım fırsatı yakaladığında onun ardından dili bir karış dışarıda koşarken bazılarımıza ise yönetime katılma imkânı sonuna kadar sunulmakta ancak onlar bu fırsattan yüz çevirmektedirler.
Bu, üzerinde düşünmemiz ve muhasebede bulunmamız gereken garip bir durumdur. Karşımıza çıkan fırsatları tanıyabilmemiz ve karşı karşıya kaldığımız tehlikeleri görebilmemiz için bu şarttır.
Bizi sevindirecek haberlere değinmek gerekirse, İslam şu anda dünyada en çok yaygınlaşan dindir. Farklı toplumsal sınıflardan insanların İslam?a ikballeri artmaktadır. Özellikle de gençlerin dindarlaşma oranı yüksektir, bunu Batılı ülkelerde bile gözleyebilmek mümkündür.
İdeolojik kaleler bir bir yıkılmaktadır: Laik ideolojiler çökmektedir. Ateizmin kalesi olan SSCB?nin çöküşü bunun en önemli işaretlerindendir.
Direniş güçlerinin sahip olduğu teknoloji ve sair bilimlerde gelişme göstermeleri, kendinden önceki mücahitlerden farklı olarak teknolojiye daha yatkın olmaları, geleceğe ilişkin başka bir göstergedir.
Kendisinden bir müjde olarak Allah (c.c.), Kur?an?ın ve Muhammed Mustafa (s.a.v.)?in nurunun bütün dünyayı kaplayacağını ve geleceğin İslam?ın olduğunu gösterecektir.
*Tunuslu yazar ve düşünür.
Bu makale İslam Özkan tarafından TİMETURK için tercüme edilmiştir.