İslam Deklarasyonu-İslami Yeniden Doğuşun Sorunları /Fide Yay.
Birkaç yüzyıl öncesine kadar medeniyeti belirleyen Müslümanlar, bugün neden geri kalmış durumdalar?
Çağdaşlık ve İslam yan yana gelebilir iki kavram mıdır? Kur?an ve İslam hakkında ne kadar şey biliyoruz? Bildiklerimizin ne kadarı gerçekle örtüşüyor?
İslam sadece bir inanç biçimi midir, yoksa insan hayatının tüm çizgilerini belirleyen bir sistem mi?
Müslüman kadın kimdir, nasıl olmalıdır?
İnsanların eşitliği diye bir şey var mıdır?
Müslümanların kardeşliği nasıldır ve bu mümkün müdür?
Din ve vicdan özgürlüğünün sınırları var mıdır?
Azınlıklar sorununa nasıl bakmalıyız?
İslamî yeniden doğuş, dinî veya siyasî devrim mümkün mü?
Geçmiş-günümüz-gelecek üçgeninde yer alan bu ve benzeri konuların aydınlatılması, Müslüman zihinlerde şüpheye yer bırakmayacak şekilde çözülmesi gerektiği ortadadır.
Doğu ve Batı Arasında İslam / Nehir Yayınları
Kitapta Aliya İzzetbegoviç, yukarıda bir kısmı zikredilen onlarca soru ve problemin cevabına ilişkin görüş ve düşünceleriyle çözüm önerilerini ortaya koymakta. Kitap Fide Yayınlarından çıktı.
Otoriteye itaat etmiş ve fakat inanmadığı yasaları hiçbir zaman benimsememiş Alija İzzetbegoviç, yaklaşık yarım yüzyıl ateist ve materyalist bir politik hegemonyanın çoraklaştırdığı topraklarda 'Ölümünden sonra Allah'ın yeryüzünü diriltmesi' düşünceleriyle çevresini diriltmiş, onu izleyen ve okuyan insanların acılı ruhlarına Mesih'in kutlu nefesi gibi esmiştir.
Bu yüzyılın başlarında Hind Yarım kıtasında nasıl Muhammed İkbal Doğu İslamı'nın derin ve şiirsel bir soluğu oldu ise, onun gibi aynı yüzyılın sonlarında Alija İzzetbegoviç de Batı İslamı'nın soluğu olmaya aday bilge bir kişiliktir. İzzetbegoviç yakın tarihimizin en önemli ve seçkin müslüman bilge düşünürlerinden biridir. Onun entelektüel birikiminin zenginliğini ve derinliğini anlamak için elinizdeki bu kitabını okumak yeterlidir.SİTE
Köle Olmayacağız / Fide Yayınları
20. yüzyılın en büyük dramlarının yaşandığı Bosna Hersek, bilge devlet adamı İzzetbegoviç?in önderliğinde kendini toparlamış, ayağa kalkmış ve Avrupa?nın göbeği sayılabilecek bir coğrafyada hayatiyet kazanmıştı. Devlet adamı olmanın çok ötesinde bir kimlik çizen İzzetbegoviç, düşünce ufkuyla sadece Bosna halkı için değil, tüm İslâm dünyası, hatta Batı dünyası için bile büyük öneme sahiptir.
Elinizdeki kitapta, bu bilge devlet adamının gerek Bosna Hersek, gerekse tüm İslâm dünyası ile ilgili temel sorunlar ve bu sorunların çözümlerine ilişkin ?bilgi ve hikmet? penceresinden baktığı görüş ve düşünceleri yer almakta. Muhtelif zaman ve zeminlerde yapılmış konuşmalar ve kaleme alınmış makaleler, 21. yüzyılda tetiklenmeye çalışılan ?medeniyetler savaşı? kaosu için neler yapılabileceğine dair ipuçları da içeriyor.
Tarihe Tanıklığım / Klasik Yayınları
Çeviren: Alev Erkilet
Ahmet DemirhanÖnsöz
Bu kitapta okuyacaklarınız benim hayatımdan kesitler sunmaktadır, çünkü diğer kısımlar ya unutulmuşlardır ya da sadece bana aittirler. Geriye kalan bir otobiyografiden çok bir vakayinamedir; benim hayatım boyunca cereyan etmiş olan olaylarla, kişisel değerlendirmenin elverdiği ölçüde doğru ve dürüst biçimde yeniden gözden geçirilmiş bir hesaplaşmadır.
Anıların nasıl yazıldığına aşina değilim. Churchill'in ünlü çalışmasını okurken, edebiyatın bu türünde Churchill'in kendisinin de belirttiği gibi, yazarın askeri ve siyasal olaylara ilişkin kendi vakayinamesini 'kendi kişisel deneyiminin iplikleriyle' bağladığını farkettim. Bu itibarla hatıratlar, daima öznel bir algılayıştır. Tarih değildirler ve zaten tarih de, onu yapanlar ya da parçası olanlar tarafından yazılmamalıdır. Bu kitabın görece büyük bir parçası mektuplardan ya da benim mektuplarımın parçalarından, konuşmalardan ve o dönemde yapılmış olan mülakatlardan oluşmuştur.
Bunlardan bazılarını olduğu gibi ya da kısmen alıntılamanın önemli olduğunu düşündüm, çünkü onlar benim anlık tepkilerimdi; olaylar hakkında, onlar göz önüne çıkar çıkmaz yaptığım hızlı hatta bazen anlık yorumlarımdı ve sonuç olarak da, olaylar hakkındaki en otantik şehadetleri oluşturuyorlardı. Bu, aynı zamanda, bu tür yazılarda sık sık ortaya çıkan bir tür 'şeylerin mahiyet ve önemini sonradan anlama' durumunu önlemenin de bir yoluydu.
Kısacası bu kitapta okuyacaklarınız, benim, tarihimizin zor bir dönemine ilişkin gerçeklerimdir.
Konuşmalar / Klasik Yayınları
Çeviren: Fatmanur Altun
Rıfat Ahmetoğlu
Aliya İzzetbegoviç, yirminci yüzyılın son on yılında kendisinden en çok bahsedilen liderlerden birisidir. Her şeyden önce o bir düşünürdür. Ortaya koyduğu eserler, onun, insanın evrensel sorunları üzerine düşünen Müslüman bir mütefekkir olduğunu göstermiştir. Bir lider olarak hayatının hemen her döneminde toplumunun önünde olmuştur. Baskılara boyun eğmeyen bir özgürlük savaşçısı, halkının bağımsızlık savaşına öncülük eden bir lider, askeri ve diplomatik alandaki başarılarıyla devlet kurucu bir önder olduğunu herkese göstermiştir.
Bir lider ve düşünür olarak hayatının değişik dönemlerinde farklı alanlarda mücadele etmek zorunda kalsa da bu iki özelliği kişiliğinin bölünmez bütününü oluşturdu. Bir düşünür olarak entelektüel tutarlılığıyla ve bir eylem adamı olarak siyasi çizgisiyle hem kendi kişiliğinde hem de hayata bakışında bütünlüğü yakalayabilmiştir. O, muhalif bir özgürlük savaşçısı olarak da devlet kurucu bir önder olarak da her zaman öncelediği temel ilkeleri savundu. Bosna'da katliamların gerçekleştiği dönemde bile bilge bir kişiliğin hayata bakışını yansıtan, insanı var kılan temel değerlere vurgu yapan bir söylem geliştirdi. Bu yönüyle tüm dünyaya siyasi ahlâk ve erdemlilik dersi verdi.
Aliya'nın bir insan olarak karşı karşıya kaldığı, derin çelişkiler içeren durumlarda bile savunduğu ilkelerden taviz vermeyen tutumunu, onun beslendiği değerlerde ve tarih yazmış büyük liderlere özgü kişiliğinde aramak gerekir.
Bu kitapta, Aliya'nın çok farklı ortamlarda yaptığı konuşmalar yer alıyor. Büyük kısmı yazılı metinlere dayanmayan bu konuşmaları okurken bir düşünür ve lider olarak ve daha da önemlisi bir insan olarak Aliya'ya dokunduğunuzu hissedeceksiniz. Bu konuşmaların satır aralarında, hayatında hiç sevmediği ama katlanmak zorunda kaldığı resmi protokollerin, törenlerin ötesinde halkına öncülük eden ama onlardan biri olarak özgürlüğü uğruna saldırganlarla sonuna kadar mücadele eden, katliamlara örtük destek sağlayan büyük ve medeni devletlere insan olmayı mümkün kılan erdemlilik dersi veren bir Aliya'ya tanık oluyoruz.
Savaşın mağdur ettiği, acıyı tatmış insanlara yaşama sevincini yeniden aşılamaya çalışırken, cephede askerlerini yüreklendirirken, siyasi parti kongresinde dava arkadaşlarıyla hasbihal ederken, hacda ümmetin bir parçası olarak hacılara konuşurken, Birleşmiş Milletler'de tüm dünyaya seslenirken yaptığı konuşmalar bütün olarak onun çok yönlü kişiliğini, birikimini ve Bosna direnişinin ruhunu yansıtır.
Şöhretin ve karizmanın bastıramadığı bir insana dokunursunuz Aliya'yı okurken.
Sağında ve solunda patlayan bombalara aldırış etmeden yürürken 'Başkan korkmuyor musun?' diye seslenen Saraybosnalı kadına 'Korkuyorum, ben de insanım' diyebilen bir Aliya var karşımızda.
Konuşmalar daha önce yayınlanan Bosna Mucizesi adlı kitabın (Yöneliş Yayınları, 2003) genişletilmiş neşridir. Bu baskıya, ilk baskıda yer alan konuşma ve röportajlara ilaveten iki önemli konuşma eklendi:
Saraybosna kuşatmasında aylarca Aliya'yı ve Boşnak halkını yalnız bırakmayan ünlü Fransız düşünürü Bernard Henry Levy'nin Aliya ile kuşatma altında yaptığı söyleşi Aliya'yı tanımamıza ışık tutacak özellikte. Akif Emre'nin Saraybosna'da Aliya ile yaptığı televizyon konuşmasının metni ise hem Türkiye'den bir katkı olarak hem de savaş yıllarının bir muhasebesi olarak dikkat çekiyor.
Konuşmalar'ın bir lider ve düşünür olarak Aliya'nın anlaşılmasına yapacağı katkı kadar yirminci yüzyılın sonunda yaşanan insanlık trajedisinin ve bunun sorumlusu olan bir dünya sisteminin doğru okunmasına da katkısı olacaktır.
Konuşmalar bir Aliya portresidir.
Özgürlüğe Kaçışım Zindandan Notlar / Klasik Yayınları
Çeviren: Hasan Tuncay Başoğlu
ÖnsözOkuyucunun göz atacağı (ve belki de okuyacağı) şey benim özgürlüğe kaçışımdır.
Maalesef bu gerçek bir kaçış değildi. Oysa ben öyle olmasını isterdim. Bu zihnî ve fikrî kaçış, yüksek duvarları ve demir parmaklıklarıyla Foça Hapishanesi'nden mümkün olan tek kaçış şekliydi. Eğer yapabilseydim, gerçek ve maddî kaçışa öncelik tanırdım.
Sanırım okuyucular da, benim siyaset ve felsefe konularındaki çeşitli düşüncelerimi ve yorumlarımı okumaktan ziyade bir mahkumun müstahkem bir hapishaneden heyecanlı kaçış hikayesini dinlemeyi tercih ederlerdi.
Konuşamazdım ama düşünebilirdim. Dolayısıyla bu imkanı sonuna kadar kullanmaya karar verdim. Önce her türden varlık hakkında sessiz tartışmalar yaptım; okuduğum kitaplar ve dışarıda vukubulan hadiseler hakkında yorumlarda bulundum. Ardından notlar almaya koyuldum. Başlangıçta gizlice not alıyordum, ama daha sonra oldukça cüretkâr hale geldim; oturdum, okudum ve yazdım. Neticede teknisyenlerin A5 olarak adlandırdıkları ebatta 13 deftercik ortaya çıktı. Bunlar çok küçük bir yazıyla ve kasten okunması imkansız bir şekilde yazılmışlardı. Sekreterim Mirsada Hanım onları istinsah etme eziyetine katlandı. Şifrelerimi çözmede gösterdiği sabırdan dolayı ona teşekkür ederim. Bu notlarda din, İslâm, komünizm, özgürlük, demokrasi ve otorite gibi 'tehlikeli' kelimeler yerine sadece benim bildiğim başka kelimeler -benim yıllar sonra bile garip ve anlaşılmasını çok zor bulduğum kelimeler- kullanılmıştı.
İlk yılın hemen hemen tümünde hiçbir şey yazmadım, yazamadım. Bu, araştırma, muhakeme etme ve hüküm verme yılıydı. Sanırım ilk notlar 1984'te yazıldı; ardından bu yazma işlemi yaklaşık beş yıl boyunca her gün devam etti. Bildiğim kadarıyla son not 3676 numaralı ve 30 Eylül 1988 tarihlidir. O dönemde, hâlâ yaklaşık 13 yıllık bir hapse mahkumdum ve ölüm tek umudummuş gibi görünmekteydi. Sanki sadece benim bildiğim büyük bir sır gibi bu umudu gizli tutmaya devam ettim; bu, onların benden alıp götüremedikleri bir sırdı.
Dolayısıyla bu düşüncelerin değeri, kendilerinde değil, fakat kaleme alındıkları şartlardadır. Duvarın bu tarafında hapishanenin mutlak sessizliği hüküm sürüyordu, öbür tarafında ise 1988'de kasırga haline gelecek olan bir fırtınanın işaretleri vardı. Sözkonusu kasırga Berlin Duvarı'nı yıkacak, Honecker ve Çavuşesku'yu iktidardan uzaklaştıracak, Varşova Paktı'nı ortadan kaldıracak ve Sovyetler Birliği ile Yugoslavya'yı parçalayacaktı. Zamanın geçişini ve onun tam gözlerimin önünde değişen safhalarını neredeyse maddî bir şekilde algıladım.
Sözkonusu dönem, Doğu Avrupa'nın komünist hükümetlerine dair korkunç tecrübelerin ardından, düşünce ve inançlarda yaşanan radikal bir revizyon dönemiydi. Dünya, milyonlarca insanın hayatını değiştirecek ve tarihin akışını farklı bir istikamete çevirecek olan muazzam bir dönüşüm geçiriyordu. Uzun bir süre çift kutuplu olan dünya tek kutuplu hale gelmişti. Bunun iyi olup olmadığını bilmiyorum, fakat olan buydu.
Mücellidin tutkalına ilave olarak bu dağınık düşünceleri biraraya getiren tek şey, (hapiste geçen) 2000 küsur gündür. Bir dereceye kadar bu düşünceler, hadiselere katılmaktan alıkonulan ama onları izlemek ve -doğru veya yanlış- kendi hükümlerini vermek için bol bol zamanı olan bir adamın anahtar hadiseler üzerinde yaptığı bir yorumdur.
Bunlar, maddî ve vicdânî özgürlük, hayat ve kader, insanlar ve hadiseler, okunan kitaplar ve onların yazarları, çocuklarıma hitaben tasarlanmış ama yazılmamış mektuplar hakkındaki çeşitli düşüncelerdir; bir başka ifadeyle bu uzun 2000 gün (ve gece) boyunca bir mahkumun zihninden geçebilecek her şey hakkındaki düşünceler.
Yazarken notları 1, 2 ve 3 sayılarıyla işaretlemiştim.
1 numaralı notlar, o dönemde bana hayat, insanlar ve özgürlükle ilgili gibi görünen birtakım genel düşüncelerdi. Daha iyi bir başlık bulamadığım için şimdi onlara aynı başlığı verdim.
2 numaralı notlar, başkalarıyla ilgili bazı gerçekler ve düşüncelerdir; eğer fırsatım olsaydı onları okuması ve bilmesi için oğlum Bakir'e gösterirdim. Hürken bunu sık sık yapardım. Bu bölüm bir bakıma oğluma hitaben tasarlanmış ama yazılmamış bir dizi mektuptan oluşmaktadır.
3 numaralı notlar, Doğu ve Batı Arasında İslâm adlı kitabımı o zaman yazmış olsaydım, ona eklerdim dediğim her şeyi içermektedir. Bir hatırlatma yapmak gerekirse, bu kitapta geçen vakıalar ve fikirler tek bir temel düşünce etrafında, -bir gerekçesi olsun olmasın- benim üçüncü yol teorisi olarak adlandırdığım şey etrafında toplanır.
Elyazmalarımın nihaî versiyonunu hazırlarken din, siyaset ve komünizm hakkındaki düşünceleri 1. bölümden farklı bölümlere (2., 3. ve 5.) aktardım ve İslâm hakkındaki notları da '2 numara'dan çıkardım (6. Bölüm).
EK kısmı daha sonra ilave edilmiştir. Bu kısım, hapisteyken çocuklarımdan aldığım yaklaşık 1500 mektubun bir kısmını içermektedir. Edebiyat benim özgürlüğe aklî kaçışım olduğu gibi bu mektuplar da benim hissî kaçışımdı. Çocuklarımın, o mektupların benim için ne anlama geldiğini bildikleri ya da bilebilecekleri hususunda emin değilim. Onları okuduğumda kendimi sadece hür bir insan olarak değil, aynı zamanda Allah'ın dünyanın tüm hazinelerini kendisine bahşettiği birisi olarak da hissediyordum. Onları EK kısmında yayınlamayı seçmemin sebebi budur. O mektuplardaki bazı cümleler bana dönemin ve şartların, siyasî bir mahkumun ailesindeki atmosferin ve düşüncelerin iyi bir resmini sunuyor -ve tabi onların yazarları hakkında da bir şeyler söylüyor- gibi görünmüştür.
On küsur yıl sonra elyazmalarım üzerinde çalışmaya başladığımda niyetim onu tutarlı, tam bir metin haline dönüştürmekti. Maalesef hapishanede yaptığım asıl düzenlemeden (onları 'üç raf' diye adlandırmıştım) daha ileriye gidemedim. Zamanımın olmadığını hissettim; belki de eldeki malzemeden daha iyisi yapılamazdı. Dolayısıyla elyazma nüshamı yazıldığı şekliyle ham olarak okuyuculara sunuyorum.
Belki size bu defterlerle ilgili bir hikaye anlatabilirim. Çünkü bu hikaye hapishane atmosferinin bir tasviridir.
Bir defteri bitirdiğimde onu asla dolabımda bırakmazdım. Onu bir arkadaşa, adam öldürme suçundan hüküm giymiş bir mahkuma emanet ederdim. Dolayısıyla bir defada sadece bir deftere, 'üzerinde çalışılmakta olan' bir deftere el konulabilecekti. Gerçekten de gardiyanlar 'tehlikeli şeyler' bulunup bulunmadığını kontrol için dolaplarımızı ararlardı. Herkes bu aramaya eşit derecede tabiydi; fakat bazılarımız 'daha eşit'ti. Bir köylü olduğu için bahsigeçen arkadaşımın dolabına sadece şöyle bir göz atılırdı. Hapis dönemimin sonlarına doğru, sahte belge düzenlemekten hüküm giymiş bir başka arkadaş, Veselin K., bu defterlerin onunu bir satranç kutusu içinde dışarıya çıkardı. Paketi çocuklarıma verdiğinde de herhangi bir para almadı. Bizim cani olarak adlandırdığımız insanlar bazen şöhretten hatta beğenilmekten hoşlanırlar. Bunun sebebi onların genellikle gerçek yoldaşlığın ne olduğunu bilmeleridir ve onlar fırsatlardan istifade etmeye isteklidirler. Sözde 'kibar insanlar' çoğunlukla bu meziyetlerden mahrumdurlar.
Oğlum Bakir, nihaî yayından önce elyazı nüshanın tümünü gözden geçirdi. Sabrı ve sayısız yararlı tavsiyesi için ona müteşekkirim.
Hepsi bu kadar. Geriye, notların her bir bölümde kronolojik olarak sunulduğunu söylemek kalıyor.