Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Akdeniz Birliği: İkiyüzlülüğe bir son?

Akdeniz Birliği Toplantısı'nı değerlendiren Le Monde Diplomatique yazarı Samir el-İta, hatıra fotoğrafında yer almak dışında liderlerin neyden bahsedeceğini soruyor.

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-07-11 12:49:00

Akdeniz Birliği: İkiyüzlülüğe bir son?

Semir el-Ita* 

Çektirilen hatıra fotoğraflarında yer almak, ulusal bayramlarda askeri geçit törenlerinde şeref tribününde görünmek dışında Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy?nin davetiyle 13 Temmuz günü Akdeniz Birliği için bir araya gelecek olan liderler neyden bahsedecekler? 

Avrupa Birliği, yapılan referandumda tek bir ülkenin (İrlanda?nın) red oyu vermesinin ardından Avrupa Anayasası projesinin çökmesi nedeniyle yediği tarihi tokadın etkisinden hala kurtulabilmiş değil. Bu tokat,  aslında söz konusu projenin sahibi olan Sarkozy?ye atılmış sayılabilir. Red, geçmişte yapılan birçok referandumun ardından söz konusu projenin çökmesine yol açan sebeplerle aynı noktada birleşiyordu. Arap ülkeleriyle Avrupa arasında geçiş noktası olan Türkiye, temelde kendisinin Avrupa rüyasına son vermeyi amaçlayan bu projeye karşı son derece çekinceli yaklaşıyor. Arap ülkeleri de aynı şekilde, Avrupa Birliği ve Fransa?nın kendisinden istediği, ileride hayata geçirilmesi düşünülen projeleri finanse etmeye yanaşmadı. Arap ülkeleri Akdeniz?de kıyısı olmayan ülkeler gibi bu toplantılara çağrılmamaktaydı. Filistinlilerin çektikleri sıkıntılar halledilmediği ve Suriye ile yapılan görüşmeler olgulaştırılmadığı müddetçe İsraillilerle de oturup konuşmanın bir anlamı yoktu. Ayrıca Sarkozy, Arap girişimini sürekli ihmal ediyordu. 

Esas fikrin sahipleri, projenin finans ya da yatırımlarla değil AB gemisinin Güney ülkelerinin limanlarına demir atmasıyla geleceğini ima ediyorlar.1 Sorun şu ki siyasi tezlerin birbirine yaklaşmasının zorluğu, özellikle de AB?nin ABD?nin Akdeniz?de ve Ortadoğu?daki hegemonik yaklaşımını destekleme eğilimi karşısında bu demir atmanın ne anlamı olacaktır?

Makroekonomik düzeyde Madrid ve Barcelona?dan sonra Güney ülkelerinin hayalleri boşa gitti. Avrupa Birliği?ne katılmak ekonomilerin ve yaşam standartlarının yükselmesiyle sonuçlanacak bir Marshall planından başka bir şey değildi. Devlet düzeyinde ise AB yardımları, yapısal reformları destekleyecek araştırma merkezlerini beslemekten öteye gitmiyordu. Buradaki gaye, ABD?yle birlikte üzerinde anlaşmaya varılan, ekonomi yönetimi ve sosyal gelirin yeniden dağılımının sağlanması noktasında devletin rolünün zayıflatılması idi. Aynı zamanda pazarların bütünüyle serbest bırakılması ve toplumsal kazanımların bütününden vazgeçmek şeklinde özetlenebilecek dogmanın hâkim olması da sağlanıyordu. Geriye, sadece sirkülasyon için bir alan bırakmayan ve gelir tekelleriyle yakından bağlantılı yönetimlerden başkası kalmıyordu.  Avrupa?nın kuzey bölgelerinde uygulamaya geçirilmesi için Bay Berlusconi ve Sarkozy?nin çalıştıkları ancak Avrupa halklarının bizzat kendilerinin reddettiği örneklerdir. Güney?deki toplumsal kırılganlık karşısında kuzeye doğru da uzanan kırılganlık.  

Toplanmadan önce bütün liderler bilsin ki Güney?deki durumlar, Avrupa Birliği?nin ilk dönemlerinde esen olumlu havanın ardından giderek kötüleşen bir durum arz ediyor. Orta-Güney?deki Akdeniz ülkeleri, yetmişli ve doksanlı yıllarda yaşadıkları nüfus patlamalarının şu ana yansıyan olumsuz etkilerinden muzdarip. Bu ülkelerin toplam nüfusu şu anda 200 milyon2. Yıllık olarak ise buralara 1.8 milyon yeni işçi geliyor. Gıda güvenliği siyasetlerinin zayıflamasından sonra tarım sektöründeki çalışma imkânlarının azalmasıyla birlikte, kadın ve çocuklar da geçimlerini sağlayabilmek için bu kervana katılarak çalışma oranlarını artırıyorlar.  Yeni gelenlerin ancak üçte birinin çalışması güç bela garantiye alınabiliyor. İş fırsatlarının yarısı ücret akitlerinin ve hiçbir sosyal garantinin olmadığı düzensiz sektörlerde bulunuyor.3 İşsizlik baskısı, yapısal reformlar ve para politikaları düzenli sektörlerdeki ücretlerin düşmesine ve çalışma yasalarındaki reformlara dayanmasına neden oluyor ki bu da onu daha da kırılgan hale getiriyor. Böylece hukuki olarak sosyal hakların talep edilmesi imkânsız hale geliyor.  

Mademki göç Avrupalıları ilgilendiriyor, özellikle de Mısır, Suriye, Ürdün ve Fas?tan yeni gelenlerin üçte birinin geçimlerini sağlayacak4 bir yol olarak göçe hazır olduğunu bilsinler.

Yeni göç ise daha çok eğitimli kişileri ilgilendiriyor ki bu da ülkenin kalkınma potansiyelini bitirebilir (nitekim Bay Sarkozy, seçici göçlerden bahsetmişti). Herkes şunu bilsin ki, Avrupa?ya göç edenler, (birinci göç dalgası, söz konusu ülkelerin ilk bağımsızlıklarını kazandıkları dönemde, orada yaratacakları sonuç hesap edilmeksizin gerçekleşmişti), sadece göçmenlerin yarısını teşkil ediyor yani en iyimser tahminle 6 milyon kişi. Hâlbuki bu ülkeler bundan daha fazlasını, 7 ila 10 milyon arasında Filistinli, Somalili, Eritreli ve Sudanlı göçmeni karşılamış durumda (özellikle Mısır?da), ve son olarak da Iraklı mülteciler (özellikle Suriye ve Ürdün?de.) Bunların hepsi, çok dar bir zaman aralığında ve ülkelerindeki felaketlerden kaçarak bu ülkelere gelmiş durumda. Avrupa?da olduğu gibi aşamalı olarak ve ekonomik taleplerle değil. Buna siyasi karışıklıkların neden olduğu iç göçler dahil değil (bir milyondan fazla Cezayirli, Cezayir?deki iç savaş nedeniyle köylerinden sürüldü), Ürdün ve Lübnan gibi ülkelerde giderek daha fazla görülmeye başlanan Asyalı işçi göçü de bunun içerisinde yer almıyor (bunların çoğu, İsrail?le özel olarak oluşturulmuş ekonomi bölgelerinde çalışıyor).  

Ayrıca göç olgusunun onlardan daha çok bizi ilgilendirdiğini bilmeleri gerekir. Nitekim göçmenlerin yaptığı katkılar yıllık olarak 50 milyar doları buluyor (bu rakam resmi ve gayrı resmi rakamları kapsıyor, bir başka deyişle söz konusu ülkelerin gayr-ı safi milli hâsılalarının %12?sine tekabül ediyor). Bu, bütün Avrupa yardımlarından çok daha büyük ve ne siyasi şartlara ne de piyasanın serbest hale getirilmesi koşuluna da bağlanmış değil. Bu katkılar, söz konusu ülkelerin toplumsal yüklere tahammül etmesini ve toplumsal yapısının ayakta durmasını sağlıyor. Özellikle de tehcir edilmiş ve göçe zorlanmış ?kardeşler?in karşılanması noktasında.. 

Bu gerçekler Bay Sarkozy?ye Güney gemisinin görevini yerine getirdiğini ve sizin ırkçılığınıza ve fiyaskolarınıza tahammül edeceğinizi dile getirir mi? Güneydeki komşular, liderler ya da Avrupa Birliği temsilcileri değil, Avrupa halkları Güney halklarının yaşadıklarını yaşamaya başlayacaklar.  

*Ekonomi uzmanı. Le Monde Diplomatique?in Arapça versiyonunun Genel Yayın Yönetmeni.  
 
* Bu makaleyi TİMETURK okuları için tercüme ettik.

 

Haber Ara