Haber Merkezi / TİMETURK
Osmanlı Devleti yönetiminin Cezayir Dayısı Hüseyin?in vefatıyla birlikte 178 yıl önce yıkılmasına rağmen arkasında bıraktığı yapılar halen Cezayir?de varlığını sürdürüyor ve ülkedeki 4 asırlık Türk hükümranlığına tanıklık ediyor. ?Daru?s Sultan?dan ?Cezayir Kalesi?ne, ?Lala Hadvac Sarayı?ndan ?Hakim Bahçeleri?ne, ?el-Ahmer Hapishanesi?nden ?Ağa Burcu?na kadar Türk yönetimi, izlerini halen buralarda koruyor.
Bu eserlerden bazıları harap haldeyken bazıları ise sapasağlam ayakta olsa da her biri yaşadığı döneme tanıklık eden eserler olarak şu ana kadar varlığını sürdürebilmiş. Birer başyapıt olan ?Daru?s-Sultan? (Sultan Evi) ve Cezayir Dayıları?nın 1830 yılına kadar kullanmış oldukları ?Dayı Sarayı? gibi yerlerin önünde bir süre beklemeksizin Osmanlı Devleti?nin Cezayir?deki varlığından söz etmek mümkün değildir. Daru?s Sultan, başkent Cezayir?in körfezine uzanan eski halk mahallesi olan el-Kasba mahallesi karşısındaki yüksek tepelerde bulunan nadir sanatsal yapılar olarak muhteşem bir manzara ve hoş bir görünüm arz ediyor.
Zamana kafa tutan saray: Daru?s Sultan
Denizden yaklaşık 118 m. yükseklikte ?Daru?s Sultan?, sonsuzluğa meydan okuyan ve zamana kafa tutan devasa ve harikulade bir sığınarak olarak konumlandırılmış. Kenarları süslemelerle, revakları kabartmalarla, salonları nakışlarla, sütunları mozaiklerle bezenmiş bu geniş kalenin içinde dolaşırken insanin içine garip hisler hücum ediyor ve kendisini zaman tüneli içerisinde Osmanlı döneminde şu revakın altında Cezayir Dayısı Hüseyin?le şu divanda hazinedarlardan ya da Paşalardan biriyle karşılaştığını tahayyül ediyor, gözleri, haremde geniş fincanlara çay doldurmakta olan hanımlara takılıyor.
Serapa hayallere ve sanatsal olarak zengin bir perspektife sahip bir kişi, Cezayir dayısına ayrılmış bölüme girdiğinde dayıyı gerçekle hayal arasında, tahtının üzerinde bağdaş kurmuş vaziyette, yüzünde bir komutanın kararlılığı ve sertliğini güzel bir tebessümle yumuşatarak güzel bir imtizaç oluşturduğunu hayal eder. Harem dairesine girdiğinde ise kendilerinden Papatya ve nergis çiçeğiyle misk ve anber gibi kokuların karışımından elde edilmiş rayihaların geldiği, üzerlerinde yakut ve elmas süslemeli giysilerin bulunan saten elbiseler giymiş genç güzellerin görüldüğü bir tablo gözünün önüne geliverir. Çoğu, kaftan ve şalvar gibi geleneksel giysiler giymiş kadınların katıldığı, Sudan?dan getirilen bir ağaçtan yapılmış yuvarlak masanın üzerinde Hindistan?dan veya Sind?den ithal edilen son derece kaliteli bir çayın içildiği törendeler hepsi.
Sarayı her ziyaret edildiğinde oraya buraya dağılmış çeşitli tatlı ayrıntıları gözünün önüne getirir. Şurada kadın efendilerinin kendilerinden sıcak havanın bunaltısını azaltmasını istedikleri hadimeler, ellerinde yelpazeleriyle efendilerinin emirlerini beklemekte, ötede ellerinde geleneksel müzik aletleri saz, ud ve kanun gibi enstrümanları çalan kadınlar otururken biraz uzaklarında ince ve latif sesiyle bir saray kadını Cezayir kültürünün asaletini ve inceliğini yansıtan bir şarkıyı terennüm etmektedir.
Suyun büyüleyen sesi
Başkentlilerin Daru?s Sultan olarak isimlendirdikleri sarayda komşu Ebyar mahallesinden gelen su dağıtım şebekesiyle çeşitli sulama kanallarının oluşturduğu şirin derelerin akıntısını yazlık ve kışlık bahçelerden çıkan pırıl pırıl su kaynakları güçlendirmekte. Daru?s Sultan, Cezayir?i 12 sene boyunca yöneten Dayı Hüseyin Paşa?nın daimi ikametgâhıydı.
Kaleden çıktığınız zaman 1516 yılında Türklerin, meşhur kahramanı Oruç Baba?nın önderliğinde, Cezayirlilerin yardımıyla yaptığı Cezayir Kalesinin surlarıyla karşılaşırsınız. Ancak bu surların yapımı 65 sene boyunca sürüncemede kalmış ve 1591 yılında son şeklini almıştır. Bu kalenin yapılış amacı ilk zamanlarda, sadece askerî idi. Bir yeniçeri birliği sürekli olarak kalede durmakta, Kasba mahallesindeki Sidi Ramazan mescidi yakınlarında bulunan eski askeri bir mevkiinin yerine kullanılmaktaydı. Durum, yaklaşık yarım asır boyunca, Cezayir Dayısı Ali Hoca?nın o dönemdeki Cezayir hükümetinin merkezi sayılan Kasba mahallesinin aşağı kısmındaki Cenin sarayını terk etmeye karar verdiği 1817 yılına kadar bu şekilde sürdü. Ancak anlatılanlara göre Dayı Ali Hoca, bu kalede çok fazla kalamadı ve bir süre sonra vefat etti. Yerine geçen Dayı Hüseyin Paşa, kalede birçok değişiklikler yaparak, mekânı yeniçerilerin kaldığı askerî bir kışladan sultanın başkent Cezayir?i temaşa ettiği bir saraya dönüştürdü.
Kalede harem olarak isimlendirilen kadınlara has bir bölümün yanı sıra toplantıların yapıldığı ve divan olarak isimlendirilen salonlar, Dayı?ya ve onun ekibine ait bir mescit, yazlık bir bahçe, kalenin çeşitli yerlerine dağılmış beş adet top ve bir silah deposu bulunmaktadır. Kalenin içerisinde, daha sonra Cezayir?deki belirli büyük eyaletlerin valilerine tahsis edilmiş bir bölüm bulunmaktadır. Valiler ve eyalet yöneticileri, Cezayir Dayısı?nı ziyaret ettiklerinde onunla kendilerine tahsis edilen bu bölümlerde bir araya gelmektedir. Kalede ayrıca barut imalatı için kullanılan bir atölye ve yeniçerilere ait bir mescit de göze çarpmaktadır. Ancak bu mescit, Fransa?nın Cezayir?i işgali sırasında köklü değişikliğe maruz kalmış ve tamamen harap olmuştur.
Saygısız Fransıza yelpaze darbesi ve 140 yıllık işgal
Kale o dönemin hususiyetlerini ve mimari özelliklerini yansıtan eşsiz bir yapıya sahiptir. Yönetimin merkezi olan bu kale, yaklaşık olarak bir buçuk hektarlık bir arazi üzerine kurulmuş olup, etrafı beyaz mermerler döşeli altıgen şeklinde yapılmış bir avlu tarafından çevrelenmiş Cezayir Dayısı?na ayrılan makamı da içinde barındırmaktadır. Bu avlu, Fransız konsolosu Pierre Deval?in 1827 yılında meşhur yelpaze dayağı yediği yerdir. O dönemde Cezayir Dayısı Hüseyin Paşa, Fransız Konsolosu?nun saygısız davranışına karşı yelpazesiyle vurarak karşılık vermiş ve bu olay, Fransa?nın yaklaşık 140 yıl sürecek sömürgesini başlatacak olan işgalin nedenlerinden biri sayılmıştı.
1887 yılında kale, tarihi eser kategorisine sokulduğunda mescit ve barut atölyesi, 1930 yılında Fransızlar tarafından askeri müzeye dönüştürüldü. Fransız yönetimi ise kaleyi önce askeri kışlaya sonra ise askeri hastaneye çevirdi. Söz konusu tarihe kadar geçen sürede ise General de Promont, kaleyi kendisinin şahsi ikamet yeri haline getirdi. Kalenin Batılı yaşam tarzına uygun olmadığı gerekçesiyle General, yapıda önemli değişiklikler yaptı, tam da kalenin ortasından bir yol geçirerek kaleyi ikiye böldü. Bunun sonucunda hazine ve Beytül mal gibi nadide yerleri tahribata uğradı. Cezayir sakinleri bu olayı, Fransızların kaleyi Kasba mahallesinden ayırma çabası olarak yorumladı. Bu ise Cezayir Dayısı?nın hassası (özel askeri ve muhafızı) olan ve askeri işlerden sorumlu olan Hoca bölümünün bütünüyle yıkılmasını bize açıklar. Böylelikle kale içinde bulunan sütunlardaki güzelim mozaik süslemeler bütünüyle kaybolmuş, binanın orijinal yapısıyla ilgisiz pencereler, harem tarafına açılarak aslî yapı bozulmuştur.
Sahipsiz mekânlara kimler sahip çıkacak?
Kale bu tarihten sonra kendi haline terk edilmiş, içindeki eşyalar ve süslemeler yağmalanmış, kale evsizlerin, ayyaşların, tabii felaketlerden zarar görenlerin sığınağı olmuş, o tarihten beri en küçük bir restorasyona ve tamire bile ihtiyaç duyulmamıştır.
Cezayir?in yaklaşık olarak 450 km. doğusundaki el-Mile kentine yöneldiğinizde Hâkim Bahçelerini, Ahmer Hapishanesi?ni ve Ağa Burçlarını bulursunuz. Bunlar Osmanlı döneminde yapılmış kasırlardır. Ancak Ağa Burcu, bu tarihsel dönemin en belirgin sembollerinden birini oluşturmaktadır. Bu burç, Farciva kentinde, kendine has İslami tarzdaki mimarisiyle küçük bir kaleydi. Bu burç, gerek merkezi Osmanlı idaresinin gerekse Cezayir?in bölgesel hükümetinin idari işlerinde önemli roller oynamış bir karargâhtı. Burada Osmanlı yönetimiyle ilişkili olarak birçok önemli olay meydana gelmişti.
Tarihi eser uzmanları ve arkeologlar, Cezayir?deki Osmanlı mirasına sahip çıkma ve İslam medeniyetinin mimari boyutunun çok önemli temsilcileri sayılabilecek bu eserlere daha fazla önem verme çağrısında bulunuyor.
İLGİLİ HABER:
Osmanlı döneminde Cezayir camileri