Dolar

32,6191

Euro

34,7334

Altın

2.507,90

Bist

9.524,59

Nabi Yağcı: Türkiye kriz değil devrim yaşıyor

Eski Türkiye Komünist Partisi?nin Genel Sekreteri Nabi Yağcı?dan çok çarpıcı açıklamalar...

17 Yıl Önce Güncellendi

2008-07-02 04:47:00

Nabi Yağcı: Türkiye kriz değil devrim yaşıyor

?Türkiye kriz değil devrim yaşıyor? diyen Yağcı, 'Darbeye karşı cephe kurulmalı' dedi.

?Türkiye bugün gecikmş Rönesans?ını yaşıyor. Bu devrim travma yaratıyor. Şeriat mı gelecek deniyor. Bu muazzam değişim 20 yıl önce olsaydı o zaman da komüizm mi gelecek derlerdi.?

* * *

?Sol, devletin tarafında olmaz. Eee, ilerleyemezseniz gerilersiniz ve bildik sopalara sarılırsınız tabii. Bildik sopalar da işçi sınıfıyla devrim, içi milliyetçilikle doldurulmuş anti emperyalizm ve devletçiliktir işte.?

* * *

?Sol düzeni değiştirme kavgasının dışında duruyor. Bu kavgayı, beğenelim beğenmeyelim AKP yapıyor. Zaten devlet de AKP?nin üstüne gidiyor, solun değil. Çünkü sol devlet için artık tehdit olmaktan çıktı.?

***

?Eğer sol partiyseniz somut duruma bakacaksınız. Hangisi geliyor? Darbe mi, şeriat mı? Hâlâ darbe tehlikesi yok diyorsanız, belgelerini ve yapılan baskıları görmüyorsanız, siz, devrimci enerjinizi yitirmişsiniz.?

***

?Türkiye?de darbe süreci yaşanıyor ve fiili bir darbe tehlikesi var. Darbeye açıkça karşı çıkan ?kararlı demokrasi cephesi? kurulmalı. Bu blokta muhafazakâr demokratlar, liberal demokratlar ve solcular toplanmalı.?


NEDEN? NABİ YAĞCI
Türkiye açıkça bir darbe sürecinden geçiyor. Toplumda darbeye karşı güçlü bir direniş olmasına rağmen, darbe yanlısı gruplar da var. Bu karışık ortamda, CHP gibi solla ilgisi olmayan siyasi partiler, gruplar ve bazı kesimler ?sol? adına konuşurlarken, ?gerçek? solun sesi ise pek duyulmuyor. Üstelik Türkiye?nin tarihinin en keskin virajlarından birini almakta olduğu bir süreçte, sola en çok ihtiyaç hissedilen bir dönemde gerçek solun sesi duyulmuyor. Peki, sol bu şartlarda ne yapmalı? Kimi ve neyi desteklemeli? Solculuk nedir? Solcunun amacı nedir? Türkiye?nin bugün içinde bulunduğu koşulları sol bir bakış açısıyla nasıl analiz etmeliyiz? Solcular, muhafazakârlar ve Kürtler darbeye karşı demokratik bir cephe oluşturabilirler mi? Bütün bunları uzun yıllar yurtdışında sürgün yaşayan ve Özal döneminde Türkiye?ye dönebilen, sol üzerine yıllardır kafa yoran ve analizleriyle çok dikkati çeken eski Türkiye Komünist Partisi?nin Genel Sekreteri Nabi Yağcı?ya sorduk.

* * *

NEŞE DÜZEL: Bütün kavramların biçim değiştirdiği bir dönemden geçiyoruz. Solculuk tam olarak ne anlama geliyor şimdi?

NABİ YAĞCI: Solcu olmak değişimci olmaktır. Marks da, Hegel de solculuğu böyle tarif ederler. Türkiye?deki solcular, ?Ben niye solcuyum? diye kendilerine sormalılar. Çünkü değişimin karşısında durup ya da ulusalcı olup ben solcuyum demek mümkün değil.

Sol, geçen yüzyılda bir sınıf savaşının tarafıydı. Şimdi neyin tarafı?

Bugün solun hem kuramsal olarak hem de pratik olarak sıkıntısı, tam da bu noktada işte. Sol, neyin tarafı olduğu sorusuna cevap bulamıyor. Oysa eskiden durum açıktı. İşçi sınıfının önderliğinde bir devrim tasarlanıyordu. Günümüzde ise işçi sınıfının böyle bir önderlik rolü yok artık. Ayrıca geçen yüzyılın kapitalizmiyle bugünün kapitalizmi de farklı. Sol, o zaman burjuvaziyle proletaryanın mücadelesinde proletaryanın tarafıydı. Ama bugün sınıf mücadelesi sadece proletaryayla burjuvazi arasında geçmiyor. Başka sınıf kavgaları da yaşanıyor.

Ne gibi?

Mesela devletçi kapitalizmle serbest piyasa kapitalizmi arasında da kavga yaşanıyor. Bu da bir sınıf kavgasıdır. Burada büyük burjuvaziyle orta burjuvazi arasında, İstanbul burjuvazisiyle Anadolu Kaplanları arasında bir mücadele sürüyor.

Sol devletçi kapitalizmden yana olabilir mi? Sol, devletin tarafında olabilir mi?

Olamaz... Ama şu var. Eğer ilerleyemezseniz, gerilersiniz ve bildik sopalara sarılırsınız. Bildik sopalar da işçi sınıfı önderliğinde devrimdir, emperyalizmdir, devletçiliktir, devlettir... Soldaki devletçi anlayışlar, geçmişteki sosyalizm modelinin yanlışlığından da kaynaklanıyor. Bizim kafamızda, sosyalizmin ekonomi politiği olarak şöyle bir şablon vardı. ?Her şey kamulaştırılacak. Böylece devletçi bir ekonomi önceden hazır olacak. Sonra işçi sınıfı devleti ele geçirdiğinde, bütün o kamulaştırılmış şey, hop diye sosyalist ekonomi oluverecek.? Kafalardaki bu yanlış şablon yüzünden bizde sol hâlâ devletçilikten kurtulamıyor. Oysa sol, kapitalizmin önünün kesilmesinden değil, aksine kapitalizmin bir ülkede hızla gelişmesinden yanadır.

Pek çok solcuyu yerinden zıplatacak bir şey söylüyorsunuz. Sol niye kapitalizmin hızla gelişmesinden yana olmalıdır?

Çünkü üretim güçlerini kim geliştiriyorsa, sol, onun yanında olmalıdır. Piyasaya dayalı dışa açık ekonomi ise üretim güçlerini geliştirir. Sol, devletçi kapitalizmin, dışa kapalı devletçi ekonominin yanında olamaz. Çünkü devletçi ekonomi üretim güçlerini geliştirmez. Sol, demokrasiyi geliştirerek ekonomiyi büyütmeyi savunmalı. Bakın... Marks gözü yaşlı bir filozof değildi.

Evet...

Marks?ın yoksullara nasıl ekmek bulurum diye tek bir satırı yoktur. Marks?ın ekonomi politikası, yoksulluğu yaratan sistemi nasıl kaldırırım üzerine kuruludur. Solun meselesi budur. Solun temel sorunu, ülkede sömürüyü ve yoksulluğu yaratan sisteme karşı çıkacak ?sosyal güçleri? yaratmaktır.

Sosyal güçler kim?

Dün işçi sınıfıydı bu. Kapitalizm işçi sınıfını büyütüyor deniyordu ve bu doğruydu. Sanayi kapitalizmi bir dönem işçi sınıfını büyüttü. Ancak bir noktada Marks yanıldı. Proletarya ve burjuvaziden oluşan iki kutuplu dünya oluşacak diye beklenirken, orta sınıf büyüdü. Bugün dünyayı değiştirecek olan işte bu orta sınıftır, küçük üreticiler ve girişimcilerdir, KOBİ tipi güçlerdir. Ama sadece onlar da değil. Bugünün dünyasında artık kim değişimden yanaysa o değişimin sosyal gücüdür. Mesela dünyaya hümanist bakan, değişim isteyen İshak Alaton gibi bir büyük patron da değişimin sosyal gücüdür artık.

Değişim her zaman ileriye gitmek anlamına gelmiyor. Bugün sol tam olarak nasıl bir değişim istemeli?

Sol, Türkiye?de demokratik, yapısal bir değişim istemeli. Ama tabii yapısal ve demokratik bir değişim korkutucudur. Çünkü mevcut durumu bozar. AKP?li Dengir Fırat ?devrimler travmalar yaratır? derken gerçeği söyledi. Devrimler tabii ki travma ve korku üretir. Türkiye şu anda bir Rönesans, bir devrim yaşıyor ve bu devrim de travmalar yaratıyor. Ve, değişimden çok korkuluyor. ?Acaba Türkiye?ye şeriat mı gelecek? deniyor. Eğer Sovyetler Birliği?nin henüz dağılmadığı 20 yıl önce olsaydı, o zaman da Türkiye?ye komünizm mi gelecek derlerdi.

Peki, bir solcu, bugün ne tür sorunların cevaplarını ve çarelerini aramalı?

Solun kendini var eden neden değişimse eğer, sol her zaman ?nasıl değiştiririm? diye sorar önce. Sistemi tek başına değiştiremeyeceğine göre, sonra da ?bu değişimci güçleri nereden bulurum? diye sorar. Çünkü sol kendi başına bir değişim yaratamaz.

Anlamadım...

Eğer ülkede bir değişim varsa, ancak o dalganın üstüne oturarak sol bir değişim yaratabilir. Yani sol, değişim dalgasını yakalayabilirse sistemi değiştirebilir. Burada sol dediğim bir siyasi parti de olabilir, bir sol fikir çevresi de olabilir veya sen, ben olabiliriz. Çünkü bugünün Türkiyesi?nde, enformasyonun imkânlarıyla kanaat önderleri bir siyasi partiden daha önemli hale geldiler. Türkiye için yepyeni bir olgu bu tabii. Bugün Türkiye?de müthiş sevindirici bir gelişme var.

Nedir sevindirici gelişme?

Şimdi biz Rönesans?ı yaşıyoruz. Şu anda tarihi bir sürecin içindeyiz, fakat farkında değiliz. Çünkü her şeyi o kadar hızlı yaşıyoruz ki, bu yaşadığımız bu tarihî dönemin farkına varamıyoruz. Biraz geriye çekilip yaşadıklarımıza bilimin soğukluğuyla bakabilsek, Türkiye?deki muazzam değişimi göreceğiz. Türkiye bugün gecikmiş Rönesans?ını yaşıyor. Çünkü Cumhuriyet, aydınlanması, Rönesans?ı olmayan bir modernizmdir.

Aydınlanması olmayan bir modernizm olabilir mi?

Olamaz. Zaten olamadığı için de Cumhuriyet sıkıntılar içinde bugün. Bizim Cumhuriyet aydınlanmadı ama modern oldu. Çünkü bizde Batıcılık biçimseldir. Batı kültürünü içselleştirememişsin ama Batıcı olmuşsun. Şapka giymişsin Batılı olmuşsun. Oysa aydınlanma, toplumun kendisiyle yüzleşerek, kendisini eleştirerek ortaya koyduğu fikirlerdir. Eleştirici düşüncedir, köklü bir zihniyet değişimidir aydınlanma. Statükonun ve statükoyu besleyen ideolojilerin eleştirisi demektir aydınlanma. Batıya Rönesans böyle geldi.

Herkes Türkiye?nin çok derin bir kriz yaşadığını söylüyor. Siz ise muhteşem bir yenilenme yaşandığı görüşündesiniz. Neye dayanarak söylüyorsunuz bunu?

Zaten büyük dönüşümler büyük krizlerin ardından gelir. İnsanlar rahat koltuklarında otururken değişmezler, yenilik düşünmezler. İnsanlar sıkıldıklarında, bunaldıklarında değişirler. Sosyal sıkıntılar ve ekonomik krizler olacak ki, değişim olsun. Türkiye bugün gecikmiş Rönesans?ını yaşıyor. Medyaya bakın... Geçmişte hiç olmadığı kadar farklı düşünceler, yepyeni analizler akıyor medyaya. Akademisyenler gazetelere neredeyse günlük yazar oldular. Güncelden kopuk akademik meselelerin aksine güncel sorunları derinlemesine aydınlatan yazılar yazıyorlar.

Bu ne demektir?

Türkiye artık kendi düşüncelerini kendisi üretiyor. Sosyal sorunlarını aydınlatmak için kullandığı toplum bilimini, sosyolojiyi Türkiye artık kendisi yaratıyor. Oysa bugüne kadar biz düşünceyi hep ithal ettik. Şu anda ise müthiş bir düşünce potansiyeli var. Neleri tartışıyoruz bir düşünün. Sonra da Avrupa?da Rönesans?ta tartışılanlara bir bakın... Onlarınkinden çok daha zengin bizim bugün tartıştıklarımız.

Nasıl?

Biz bugün aynı anda ulus devleti, cumhuriyeti, laikliği, İslam?ı, hukuk devletini, güçler ayrılığını, anayasayı, anayasa ilkelerini, anayasanın nasıl değiştirileceğini, ekonomiyi, serbest pazarı, devletçiliği, küreselleşmeyi, Atatürkçülüğü, Ermeni meselesini, Kürt sorununu, Alevileri, 6-7 Eylül olaylarını... Sosyal bilimlerin, felsefenin, sosyolojinin, tarihin, hukukun, siyaset biliminin ne konusu varsa hepsini birden tartışıyoruz. Böylesine zengin bir düşünce ortamı var bugün Türkiye?de. Ama biz bu zenginliğin, yaşadığımız değişimin farkında değiliz. İşte sol, bu değişime fikri öncülük yapmalı.

Türkiye?de değişime fikri öncülük yapabilecek bir sol var mı bugün?

Hayır yok. Çünkü değişim dalgasını görmüyor ki, üstüne binsin. Tek tek kanaat önderleri, yazarçizerler, düşünürler var ama siyasi parti yok. Eskiden biz solcular ?dünya değişiyor? diyorduk. Ama artık dünya değişti. Şimdi biz, değişimin ikinci dalgasındayız. Birinci dalgası dış dinamiklerle geldi. Turgut Özal kapıları açtı ve değişimin ilk dalgası dıştan geldi. Ama şimdi değişimin ikinci dalgası, iç dinamikle geliyor. Rönesans dediğim de bu zaten. Rönesans bir iç dinamiktir ve Türkiye şimdi iç dinamiğini, düşüncelerini kendi yaratıyor ve kendini değiştiriyor. Unutmayın, AB?yle müzakereler başladığından beri AB de Türkiye için artık bir iç dinamik ve muhalefet gücü oldu.

Peki, sol ne yapmalı bu durumda?

Sol önce bu değişimi görmeli. Sonra da kendine bu değişimi nasıl demokratik yönde etkileyebilirim ve dönüşüm yaratabilirim diye sormalı. Çünkü her değişim iyi anlamda sonuç vermeyebilir. Sol, tehlikeleri önlemeli. Türkiye?deki değişimin demokratik bir dönüşüme varması ve kalıcı hale gelmesi için sürece müdahale etmeli. Çünkü sol, değişime karşı çıkanlara karşı bir fikrî güç oluşturmak için vardır. Bakın... Bugün kavganın önünde sol yok. Kavganın önünde beğenelim beğenmeyelim AKP var. Bugün devlet solun üstüne gitmiyor.

Gitmemesi sol açısından ne anlama geliyor?

Çünkü sol tehdit olmaktan çıktı. Sol, düzeni tehdit etmiyor. Bunun anlamı şudur. Sol, devrimci enerjisini, değiştirici enerjisini yitirdi. Ne değişime müdahale edebiliyor ne de kendini değiştirebilecek gücü bulabiliyor. Düzeni değiştirmek istemeyen bir solu devlet de tehdit olarak görmüyor tabii. Hâlbuki sol değişim için vardır. Değişim statüko için bir tehdittir. Türkiye?de solun değiştirici enerjisi niye yok derseniz... Sol, Marks?ı dikkatle okursa bunun nedenini anlayacak. Çünkü solun devrimci enerjisi kapitalizmden gelir. Kapitalizmin üretici güçleri geliştiren o müthiş enerjisini görüp, ondan beslenen bir solun ancak değiştirici enerjisi olur. Türkiye?ye bakalım. Kavga nerede yaşanıyor?

Nerede yaşanıyor?

Askerî bürokratik seçkinlerin vesayet rejimine karşı çıkanlar var. Bunlar siyasette liberalizm, demokrasi ve ekonomide dışa açılma istiyorlar. Demek ki burada da bir gerilim, bir enerji var. Sol kendine enerjiyi bu kavgada bulabilir. Ama bizde sol düzeni değiştirme kavgasının dışında duruyor. Çünkü bizde sol hâlâ piyasadan korkan, hâlâ devletçi, hâlâ emperyalizm teorisiyle dünyaya bakan ve hâlâ emek-sermaye ikilisiyle dünyayı analiz etmeye çalışan bir sol. Yani sol minder dışında duruyor. Solun devrimci enerjisini kazanması için minderin üstüne gelmesi lazım.

Minderin üstünde kimler var bugün?

AKP ve devlet var. Devlet kimin üstüne gidiyor görüyoruz. Mesela Taraf gazetesi bir belge açıkladı. Asker Taraf?ın da üstüne gidiyor. Taraf da minderin üstünde bulunuyor bugün. Ama sol, minderin üstünde eğil.

AKP değişim istiyor ama, bu değişimi Türkiye?nin demokratik dönüşümüne vardırmak istiyor mu?

Engels, ?Tarih bazen bir doktrinin dümenine geçer ve yanlışa doğru yaptırır? der. AKP de öyle. Ekonomik taban değişti, küçük ve orta sanayi burjuvazisi çıktı ama kültür ve ideolojik yapı henüz değişmedi. Çünkü sosyal değişim her zaman geriden gelir. Önce ekonomik değişim olur. Köylü traktörün üstüne hemen atlar ve onu çok rahat sürer ama ayağındaki poturu çok geç değiştirir. Bir delikanlıyla modern bir kafede oturan başı türbanlı genç kızımız bugünkü değişimin simgesidir. Bu simge üzerinden pek çok şeyi anlayabiliriz. Eğer darbe olmazsa...

Evet... Darbe olmazsa ne olur?

Darbe olmazsa, Türkiye?nin geleceği çok umutlu. Şeriat korkusu solun içgüdüsel korkusudur. Oysa Türkiye İran değil. Ayrıca bu ülke 70 yıl laik cumhuriyet yaşadı. Bu, kolay kenara atılabilecek bir kültür değil. Ama hâlâ AKP Avrupa Birliği meselesinde samimi mi diye soruyorlar. Biraz Marks bilen bunun cevabını niyet okuyarak değil, sınıf analizi yaparak verir.

Peki, gerçek bir sol bugün Türkiye için nasıl bir sınıf analizi yapar?

AKP, Anadolu?da değişen burjuvaziye dayanıyor. Turgut Özal?la birlikte Türkiye dünyaya açılınca ekonomi hızla büyüdü ve Anadolu?daki ticari burjuvazi ve köylülük, sanayi burjuvazisine dönüştü. KOBİ?ler dediğimiz küçük ve orta boy işletmeler kuruldu ve Anadolu?da büyük bir orta sınıf, büyük bir sanayi burjuvazisi ortaya çıktı. Bu burjuvazi başta AB olmak üzere dışa açılmak istiyor. Sermayenin nesnel ihtiyacı bu. Sermaye, dışa açılmayı da ancak serbest piyasa mekanizmalarıyla yapabilir. Marks...

Marks bu konuda ne diyor?

?Ulusal sınırlar, sermaye için dardır. Sermayedar her zaman bu sınırları yıkar. Çünkü yıkmak zorundadır. Zaten sermaye ve kapitalizm bunun için devrimcidir? diyor. Türkiye?de de işte bu maddesel, nesnel koşullar oluştu. Türkiye ekonomisi ciddi bir yapısal değişim içine girdi ve AKP de bu değişimin iktidarı oldu. AKP, Türkiye?nin Rönesans?ını ajite etti.

Nasıl ajite etti?

Aslında AKP demek yerine, AKP?yi de içine alan ?Muhafazakâr Demokratlar? demek lazım ya... Türkiye?de Rönesans neye karşı gelişti? Askerî bürokratik vesayetçi rejime ve onun Kemalist ideolojisine karşı gelişti. Vesayetçi rejimde eleştiri yoktur. Rönesans ise her şeyi eleştirir. Bir kültür devrimidir Rönesans. Eğer AKP iktidarda olmasaydı, askerin, Anayasa Mahkemesi?nin, Yargıtay?ın tepkisi bu kadar şiddetli olmayacaktı. İşte bu siyasi ve sosyal gerilim aynı zamanda müthiş bir enerji demektir. Bu enerji artık AKP?yi de aşan bir şekilde, geleneksel devleti çatlatıyor. Tepkiler bu yüzden zaten. Dün çok gizli yapılan ve ortaya çıkmayan şeyler, herkesin suspus olduğu şeyler bugün ortaya çıkıyor. Taraf?ta yayınlanan Genelkurmay?la ilgili en son layiha mesela. Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili?yle gizlice görüşme meselesi... Hiç bir şey gizli kalamıyor. Savunulmak istendikçe, çatlaklar daha da derinleşiyor, belirginleşiyor.

Marksist felsefe bugün sorunları çözebilmemiz için bir anahtar görevi yapabilir mi?

Hem evet, hem hayır. Çünkü bugünün sorunları için yetersiz Marksist felsefe. Çünkü sanayi sonrası toplumundayız. Marksist felsefe ise sanayi toplumunda ortaya çıktı. Marks çağını aşan bir filozof ama eksik bıraktığı çok şey var. Din, psikoloji gibi ekonomi dışı etmenleri Marks işlememiş. Ancak sınıf analizi denilen şey Marks?tan edindiğimiz bir kazanımdır. Bugün AKP analizini hangi ekonomik sınıflara dayandığına bakarak yapıyoruz. Zaten Türkiye?deki solun Marksist felsefeye de ilgisi canlanıyor. Canlanmalı da zaten. Özellikle bizim solun din konusunda Kemalizm?den gelme dini dışlayan dogmatik yaklaşımları eleştirildikçe, acaba Marks din konusunda ne dedi diye bakılıyor. Zaten bizde solun kendisiyle hesaplaşabilmesi için Marks?ı yeniden okuması lazım. Onunla da yetinmeyip Marks?ın eksik bıraktıklarını görebilmesi lazım. Mesela Max Weber?i okuması lazım.

Okuduğunda ne bulur?

Eğer okursa, dinin kapitalizmin gelişmesindeki rolünü görür. Çünkü Hıristiyanlık, Protestanlık kapitalizm ve ekonomiyle de ilişkisi olan bir şeydi. Mesela Calvin, ?faiz dine göre yasak değildir? diyor. Yani din, kapitalizme gelişim evresinde destek veriyor. Bizde de bir ara, Anadolu Kaplanları?nın arkasında bir tür Calvinizm var mı, yani gelişen kapitalizmle din uyuşuyor mu diye tartışıldı. Böyle bir uyuşma var tabii. Refah Partisi?nin ?faiz haramdır? lafını, bugün AKP?den duymuyoruz.


Türkiye?de ?sol? ismini taşıyan bazı grupların ulusalcı olduğunu görüyoruz. Sol için bugün ulusalcı olmak mümkün mü?

Hayır, kendine sol diyen ulusalcı olamaz. Bugün bizde sol, oportünist bir şekilde antiemperyalizm diyor ama hepsi de Lenin?i yok ettiler. Hiçbir sol grup ya da parti Lenin?den söz etmiyor. Lenin?i çektiler, onun yerine milliyetçiliği koydular. Oysa emperyalizm, Lenin?in zamanında kapitalizmin geldiği biçimdi. Lenin?in, emperyalizmi kapitalizmin sonu olarak gördü ve ona çürüyen kapitalizm dedi. Ama öyle olmadı. Kapitalizm çürümedi, aksine devletçi sosyalizm çürüdü. Kapitalizmin ise potansiyeli bitmedi, üretici güçleri geliştirdi. Devletçi sosyalizm ise geliştiremedi. Şimdi bizde solcular, Lenin?i çıkarıp, onun yerine milliyetçiliği koydular ve milliyetçi oldular. Ellerinde antiemperyalizm diye içi boş bir kavram var. Aslında antiemperyalizm dedikleri milliyetçilik. Çünkü bugünün dünyasında bağımsızlık milliyetçiliktir. Dün ise bağımsızlık, sosyalist dünyayla birlikte kapitalizme karşı mücadele demekti.

Neden eskiden sol olan ya da kendini sol sanan bazı gruplar bugün böylesine sağa kayabiliyor?

İlerleyemeyen geriler. Eğer ileriye doğru gidemiyorsanız ve yeni düşünceler üretemiyorsanız, eski düşünceleri alırsınız. Bu düşünceler de antiemperyalizm, bağımsızlık, artık eski bildik, çürümüş düşünceler olur. Bakın... Türkiye?de vesayetçi sisteme karşı üç tarihsel muhalefet vardı. İslamcı muhalefet, Kürt muhalefeti ve sol muhalefet. Bugün eksik olan sol muhalefettir. Düzene karşı sol muhalefet yok.

Bugün Türkiye?de gerçek solu temsil eden bir örgüt ya da grup var mı?

Olsaydı duyardık herhalde.

Türkiye?de önemli bir kesimin solculuğu ?günlük politika? düzeyinde ele aldığını görüyoruz. Örneğin, AKP?ye karşı olmanın solcu olmak için yeterli bulunduğuna inanılıyor. Bu, solcu olmak için yeterli mi?

Değil. Bu bir takıntı. Dine ve dindara karşı olmayı ilericilik olarak gören sol bir zihniyet var hâlâ. Bu zihniyet AKP?ye karşı olmayı solculuk olarak değerlendiriyor. Solculuğun bununla alakası yok. Solculuk değişime bakar. Kim değişimden yanaysa ondan yana olur. Kim demokrasiye ve değişime karşıysa ona karşı olur. Vesayet rejimine, devletçi ideolojiye, devleti elinde tutan asker sivil bürokratik mekanizmaya karşı olur solcu.

Hem AKP?nin politikalarını eleştiren, hem darbeye karşı çıkan, hem de Türkiye için yeni çözümler öneren bir sol örgüt çıkabilecek mi?

Örgüt çıkar mı bilmiyorum ama bir fikir hareketi çıkacak. Çünkü bugün Türkiye?de sivil tepkiler gelişiyor. Bunlar, bütün siyasi partileri etkilemeye başladılar. Sol partilere gelince, onlar hâlâ krizdeler. Bölünmeleri, çatışmaları sürüyor. Kemalizm?in piyasa, devlet, din takıntıları yüzünden donup kaldılar, politika yapamıyorlar. Mesela 28 Şubat?ta ÖDP?nin politikası ?ne şeriat ne darbe?ydi. Peki, ne sorusuna cevap yoksa orada politika yoktur. Siz sol bir siyasi partisiniz ve somut duruma bakacaksınız. Hangisi geliyor? Şeriat mı, darbe mi? Sonra da tercih edeceksiniz. Tercih etmeden politika yapamazsınız. Hem o, hem bu olmaz. Sol partiler, bugün de meseleye doğru bakmıyorlar.

Nasıl bakıyorlar?

Meseleye, AKP?ye karşı sol blok ya da parti diye bakıyorlar. Böyle bakılınca asıl mücadele edilmesi gereken taraf görünmüyor. Bugün darbe tehlikesi var mı, yok mu, ve bu darbe kime karşı yapılıyor, sol partiler önce buna karar vermeliler. Bugün Türkiye?de bir darbe tehlikesi var. Darbe olacaksa kime karşı olacak? İktidara karşı olacak. Bugün iktidarda kim var? AKP var. Eğer sol olarak siz hâlâ darbe tehlikesi yok diye düşünüyorsanız ve şimdi seçimler için küskünlerle, dargınlarla oy hesapları yapıyorsanız, siz sol politika uygulayamazsınız. Zaten sol bizde politika yapmıyor ya... Sol, politik ilkeleri söylüyor ve bunu da politika zannediyor. Şeriata ve darbeye karşı olmak elbette doğrudur ama bu bir ilkedir. Politika değildir.

Geçenlerde Ahmet Altan, ?Muhafazakârla solcular ve Kürtler, darbeye karşı yeni bir cephe oluşturmalı? diye yazdı. Böyle bir birliktelik için ne düşünüyorsunuz?

Ben de sürekli bunu söylüyorum. Gerçi bu dönemde solda, yeni oluşumlar, bloklar yaratmak için çabalar var ama... Önemli olan bunun politikasının ne olacağıdır. Çünkü Türkiye?de bir darbe süreci yaşanıyor. AB sürecini, anayasa değişikliğini, demokratik reformları destekleyen, darbeye açıkça karşı çıkan ?kararlı demokrasi cephesi? oluşturulmalı. Darbeye karşı demokrasiyi savunan bir ?demokratik blok? olmalı. Bu bloğun içinde muhafazakâr demokratlar, liberal demokratlar ve sol bulunmalı. Sosyal demokratlar da bir ihtimal bulunabilir. Sol, ancak böyle bir demokratik blok içinde büyüyebilir. Yoksa sadece yerel seçimleri dikkate alarak küskünlerden ve umutsuzlardan bir sol inşa etmek mümkün değildir.

Darbe karşıtı bir saf oluşturulabilir mi?

Oluşuyor. Darbeye karşı son yapılan mitingin fotoğraflarında bu vardı. Aslında şunu sormalıyız. Acaba AKP kapatırlarsa demokrasiyi savunma kararlılığı daha mı yükselecek yoksa gerileyecek mi? Benim politik sezgilerim daha yükseleceğini söylüyor. Türkiye?de şu anda bir apoletsiz darbe süreci yaşanıyor. Fiili darbenin koşulları hazırlanıyor. Eğer AKP kapatılır da, onun yerine kurulan parti seçimlerde daha güçlü bir biçimde tekrar iktidara gelirse, 22 Temmuz?dan önceki Cumhuriyet mitingleri tekrar başlayabilir. Dikkat edilirse AKP dikkatli bir politika izliyor. Bu kutuplaşmadan korktuğu için kendi yandaşlarını sokağa hiç dökmedi. Ama kapatılan bir AKP bunu kontrol edemeyebilir. Bu tehlike var. Bu çatışmayı durdurmak için de darbe yapılabilir. Zaten darbeler hep bu gerekçeyle gelmedi mi?

Sol, muhafazakâr kesimi tanıyor mu?

Büyük bir çoğunluğu hâlâ tanımıyor. İslamı tanımıyor. Anadolu İslamıyla Arap İslamı arasındaki farkı da bilmiyor. Tasavvuftan ise haberi yok. Nâzım Hikmet Şeyh Bedrettin Destanı?nı yazdı. Sol bu destanı biliyor. Şeyh Bedrettin?in bir felsefesi olduğunu ise bilmiyor. Nâzım bunu niye yazdı, hiç düşünmüyor... Onu, isyan eden bir şeyh diye biliyor sadece. O isyan bizim hoşumuza gidiyor. Oysa Şeyh Bedrettin bir tasavvufçudur, bir filozoftur. Son derece ileri düşünceleri var ve ilk komünistlerden biridir.

Muhafazakârlar solu tanıyor mu peki?

Her ikisi de birbirini tanımıyor. Tanımak için iç içe olmak lazım, diyalog lazım. Yakın zamana kadar İslamî çevreler solu dinsiz, Moskova uşağı diye görüyorlardı. Kanlı Pazar?da öldürmek için üzerimize geldiler. Oysa sol da, İslamcılar da devletçi yapının mağdurları. Kullanılmışlar hep. Ama şimdi birbirlerini tanımaları için bir fırsat var. Artık birlikte sempozyumlar yapıyorlar ve mitinglerde de bir araya geliyorlar.

Türkiye yeniden şekilleniyor. Bu şekillenişinde yeni ittifakların oluşmasını bekleyebilir miyiz?

Beklemeliyiz ve oluyor da zaten. Eğer bugün Anadolu?da bir burjuvazi var ise, yeni ittifaklar zaten söz konusu olabilir. Çünkü Anadolu?daki burjuvalar nesnel anlamda demokratlar. Gelişmek ve önlerinin açılmasını istiyorlar. Avrupa Birliği?ni istiyorlar. AB?nin de Türkiye?den demokrasi, hukuk, istediğini görüyorlar. Bütün bunlar tabii ki demokratik bir kültürü Anadolu burjuvazisinde de geliştirecek. O zaman demokrasi meselesi sadece aydınların konusu olmaktan çıkacak. Demokrasi talebi bir sınıfsal temele dayanacak. Orta sınıfların demokrasiye kayması Türkiye için çok çok önemli olacak. Ben bir Marksist olarak sınıfsal analiz yaparak zaten Türkiye?den çok ümitliyim. Yoksa demokrasi konusuna AKP?nin iyi ya da kötü niyeti olarak bakmıyorum.

Değişik fikirlerden ve inançlardan insanlar arasında nasıl bir ortak payda bulunabilir?

Bunun için oturalım Anadolu tarihini öğrenelim. Hoşgörünün edebiyatını yapmaya hiç gerek yok. Eğer Anadolu tarihini, tasavvufunu ve Anadolu hümanizmasını bilirsek bu ortak paydanın bir arada yaşama kültürü olduğunu görürüz.

Sınıfların ortadan kalktığı söyleniyor. Sınıflar ortadan kalkıyor mu?

Hayır. Kapitalizm varsa sınıflar da vardır. Sınıflar ancak kapitalizm aşıldığında olur. Şu anda kapitalizm aşılmıyor. Kapitalizm üretim güçlerini hâlâ geliştiriyor. Biliyorsunuz Sovyetler?de devletçi sosyalizm üretim güçlerini geliştiremedi ve Sovyetler çöktü. Kapitalizm ise üretim güçlerini geliştirdi. Sovyetler?de emek yoğun teknoloji sürerken, kapitalizm bilim yoğun teknolojiye geçti.

Nasıl bir dünyaya doğru gittiğimizi düşünüyorsunuz?

Dünyanın nasıl şekilleneceği konusunda Amerika?da başkanlık seçimi çok önemli. Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasındaki mücadele Silikon Vadisi?yle Teksas?ın savaşı aslında. Yani bilişim endüstrisiyle dünkü silah ve petrolcülerin savaşı bu aslında. Eğer mücadeleyi Obama, yani bilişim sanayii kazanırsa, dünyanın önü açılacak. Dünyada değişim demokrasi yönünde olacak. Çünkü küresel kapitalizmin devlete ve savaşa ihtiyacı yoktur. Tam tersine onlar için devlet, kapitalizmin gelişmesinin önünde bir fren. Eğer kavgayı petrol ve silah fabrikatörleri kazanırsa, dünyada gerginlik ve çatışma daha da yayılacak. Çünkü büyük silah fabrikatörleri bu silahları nereye satacak? Eğer silah üretiyorsanız onu satacaksınız. Silahın pazarı da savaş alanıdır. Yeni savaş alanları açılacak ki o silahlar satılsın.

Türk solu bir gelecek tasavvur edebiliyor mu?

ÖDP?de, SHP?de bir arayış var. CHP ise sol değil. Zaten sol derken, onu hiç kastetmiyorum. Bugün Sosyalist Enternasyonal?den ihracı tartışılıyor. Avrupa Parlamentosu?nda bizi Avrupa solu savunuyor, CHP ise Türkiye?nin AB üyeliğine karşı tutum alıyor. Eğer sol, yaşadığımız darbe sürecinde hâlâ kavganın içinde yer almıyorsa, açıkça bağırarak darbeye karşı çıkanların tarafında değilse, bu duruşun solun kendisini yenileyememesiyle alakası yoktur. Çünkü gördüğünü anlamlandırmak diye bir şey vardır. Bugün Türkiye?ye bakarsınız ve baskılar nereden geliyor açıkça görürsünüz. Baskılar devletten geliyor ve gerisinde asker var, Anayasa Mahkemesi var, Yargıtay var. Bütün bunlar belgelerle açığa çıktığı halde eğer sol hâlâ bunu görmüyorsa bunun, solun ülkedeki kavganın dışında kalmasıyla ve devrimci enerjisi yitirmesiyle alakası vardır.

Türkiye?de sol kendini yeniden yeni koşulara göre var edebilecek mi?

Bence edecek. Olaya sol örgütler diye bakmayalım. Ama seçim hesaplarıyla, bir tarafın küskünleri, diğer tarafın dargınlarıyla birleşme hesaplarıyla hiçbir şey yapamaz o sol. Ama bugün Türkiye?de kendini sol sayan, bütün bunların dışında birçok çevre ve insan var. Fikrî canlılık ve arayışlar var. Bu sol, Türkiye?nin içinde bulunduğu bıçak sırtı durumda demokrasiden yana tavır aldıkça devrimci enerjisini yakalayacak. Dirilecek. Zaten sol hiçbir zaman ezilmişler üzerinden ciddi bir güce sahip olmadı.

Anlamadım...

Ezilenler yıkar fakat kuramazlar. Sol, yeni yükselenle bir araya gelir ve kurar. Şimdi de, insanı merkeze almış bir demokrasi ve özgürlük tasavvuruyla sol yeniden dirilebilir.


Kaynak: Neşe Düzel / Taraf Gazetesi

 

Haber Ara