Dolar

34,8728

Euro

36,7477

Altın

3.040,75

Bist

10.058,47

Evrenin Kökeni ve Gelişimi

İnsanı fotoğraftan yok ettiğimizde, evren, içinde canlılığın bulunmadığı soğuk, anlamsız bir yere dönüşmez mi?

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-06-30 01:23:00

Evrenin Kökeni ve Gelişimi

Evrenin Kökeni ve Gelişiminin Gündeme Getirdiği Sorular

Dr. Nidhal Guessoum* 

?Bu kadar çok sayıda evren ve evrenin bu devasa büyüklüğü, hiçbir din özellikle de Batılı dinler tarafından yüzeysel olarak dahi olsa dikkate alınmamıştır.? 
                                                                                                            Carl Sagan

?Göklerin ve yerin yaratılması elbette insanın yaratılmasından daha büyük [bir olay]dır, ama insanların çoğu [bunun ne anlama geldiğini] bilmezler.?  (Ğafir/57)

Yukarıdaki ayet-i kerime ve kendisinden önce gelen ibare, kozmolojinin bugün karşı karşıya kaldığı krizi özetlemektedir. O kriz de insanın bu evrene ilişkin nasıl bir tasavvur inşa edeceğine yöneliktir. İnsanın böyle bir tasavvurun oluşumunda önemli bir rolü olacak mı yoksa bunu göz ardı mı edecektir?

Amerikalı astronom Carl Sagan, evrenin bu devasalığı karşısında şaşkındı. Ancak evren hangi kriterlere göre büyüktür? Burada ayet, ölçüyü insan olarak koymaktadır. İnsanı fotoğraftan yok ettiğimizde evren içinde canlılığın bulunmadığı soğuk, anlamsız bir yere dönüşmez mi? Bu fotoğraf, var olsa bile anlamı nedir?

Kozmoloji daima bu sorunla karşı karşıya kalmıştır. Geçmiş zamanlarda insan kendisini evrenin merkezinde görmüştür. Hatta, filozof Seyyid Hüseyin Nasr ve Müslüman Sufi William Chittik?in ve bu çizgide olan diğer başka düşünürlerin açıklanmasına katkıda bulunduğu geleneksel İslam düşüncesinin ifade ettiği şekilde ruhaniyat, bu tablonun bir parçası olmuştur.

Polonyalı astronom Kopernik ise devrim sayılabilecek buluşuyla heliosentrik teoriyi (Güneş merkezli evren teorisini) ortaya atmıştır. Bu teoriye göre bizim evrendeki, zaman ve mekândaki durumumuz hiçbir ayrıcalığı olmayan bir durumdur. Hiçbir özel değere sahip değiliz, kâinata ilişkin hiçbir rolümüz yok ve bu, kozmolojide temel bir ilke haline gelmiştir.

Bu yazının amacı, modern kozmolojinin insanın düşünce ve inançlarına etkisi hakkındadır. Bu noktayı eskiden kozmolojinin insanla ve dini prensiplerle iç içe geçmiş olduğu yönündeki fikri desteklemek için irdeleyeceğim. Bu nedenle müsaade ederseniz geleneksel İslam kozmolojisinin prensiplerini bana izin verdiği ölçüde Kur?an-ı Kerim?den çıkaracağım:

?Allah (c.c.), evrenin yaratıcısıdır, onun bu yaratması rahmetinden ve bağışlayıcılığındandır.

?Evren belirli bir amaç üzerine yaratılmıştır.

?O, Allah?ın kudretiyle varlığını sürdürmektedir.

?Evren, unsurları ve olayları arasında küllilik, düzen ve uyum özellikleriyle ön plana çıkar. Buna dengelilik teorisi de denir. (Çağdaş düşünür Muzaffer İkbal)

?Bu konuda aynı çerçevede değerlendirilebilecek birçok ayet-i kerime mevcuttur.

?Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz.? (Zariyat / 47)

?İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?? (Enbiya/30

Ancak şunu söylemek gerekir ki, şu anki kozmoloji 20 sene öncesinden çok daha farklıdır, yüz ya da bin sene önce nasıldı varın siz düşünün.

Kozmoloji hiçbir zaman felsefenin bir parçası olarak kabul edilmemiştir. Genelde bu bilimin astronomi fiziği ve cisimler fiziğiyle yakından ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Bu düşünceyi açıklamak için çağın başından 80?li yıllara, oradan da günümüze kadar kozmolojinin gelişim seyrini açıklamaya çalışacağım:

 

Dönem

Evrenin Büyüklüğü

Evrenin Yaşı

Evrenin Doğası

Kadim zamanlar

108 km.

10 bin yıl

Sabit

19. yy

1017

Sonsuz

Sabit

1980

1023

10-20 milyar yıl

Yavaş bir şekilde büyüyen

Bugün

1023

13.5-14 milyar yıl

Hızlı bir şekilde büyüyen

 

Doğası gereği kozmoloji, salt bilimsel bir alan olarak kabul edilmemekte, bilakis bizim evrene bakışımızla, hayatımızla ve inançlarımızla yakından alakalı olmaktadır. Tıpkı Joel R. Primack ve Nancy Ellen Abrams?ın yazdığı ?Evrenin Merkezinden? adlı kitaplarında açıklandığı gibi?

Ve yine doğası gereği kozmoloji kendi alanına ilişkin (Evrenin temel ilkesi üzerine olan) teorilerinde, kavramlarında, araçlarında ve örneklerinde bazı soruları bize sordurmaktadır. Evren hakkında esaslı bir teorinin inşa edilmesi konusunda ortaya çıkan sonuçların insan ve din (teoloji) tarafından ciddiyetle ele alınmasını istiyorsak bu soruların yeterli bir değerlendirmeye tabi tutulması gerekir. Bu, McMullin?i, kozmoloji ya da evrene ilişkin efsanelere gözü kapalı bir şekilde inananları uyarmaya iten bir nedendir. Teologların (din adamlarının), sanatçıların ve düşünürlerin kozmolojiye katkıda bulunmaları gerekir çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi özel bir ilim dalıdır.

Modern bilim, özellikle de insan, hayat ve evrenin çeşitli anlamlarını keşfetme konusunda daima acziyet içerisinde olmuştur. Herhangi birinin ?bireysel patlama noktası?nı (dinden kaynaklanan yaratma terimi yerine kullanılan bir sözcük) bunun teolojik uygulamasını ve felsefî anlamını ele almadan tartışması mümkün müdür?

Herhangi bir kişinin evrendeki fizik yasalarının doğasını tartışırken bu tartışmayı yaşamın varlığı ve insan zekâsıyla irtibatlandırmaması kabil midir?

Farklı evrenlerin varlığını tartışırken bunun ne anlama geldiğini zikretmeden geçebilir miyiz?

Açıktır ki bilim, insanın giderek hakkında daha fazla şey bilmek istediği ve önem verdiği konulara dair hiçbir şey söyleyemeyeceğini itiraf etmektedir.

Şimdi ve kozmolojinin kompleks ve zor bir bilim dalı olduğu varsayımıyla, evrenin doğuşu ve gelişimi hakkındaki algımıza dair felsefi sorunlar ortaya çıkmaktadır:

?Birinci neden, ?Eski filozoflarla birlikte Aristo, İbn-i Rüşd, McMullin ve Hiller?in tartıştığı düşüncedir.

Evrenin çok ince bir ayarla inşa edilmiş olması, evrenin içinde insanın rahat ve konforlu yaşayacak şekilde düzene koyulmuş olduğunu ifade etmektedir.

Bunun örnekleri şunlardır:

?Gökyüzü cisimleri arasındaki çekim, olduğundan daha az olsaydı, ne gezegenlerin oluşumu tamamlanır ne de hayatın kendisi sayesinde varlığını devam ettirdiği karbon gazı meydana gelirdi. Bu çekim, olduğundan biraz daha kuvvetli olsaydı evren oluşumuyla birlikte hızla çöküşe geçer, gezegenlerin oluşumuna vakit kalmaz, ayrıca ne karbon gazı ne da yaşam oluşabilirdi.

?Doğada mevcut bulunan elektrik yüklemeleri daha zayıf olsaydı kimyasal reaksiyonlar yavaş olur ve dolayısıyla küçük kompleks varlıkların meydana gelmesi söz konusu olamazdı. Bu da yaşamın olmayacağı anlamına gelirdi.

?Bu yüklemeler daha güçlü olsaydı kimyasal reaksiyonlar daha fazla enerjiye ihtiyaç duyar, protonlar nükleitte (çekirdekte) daha fazla çatışma içerisinde olurlar, bu da hayatın oluşumunu engellerdi.

Nükleer güç, evrende olduğundan daha zayıf olsaydı dutrium (hidrojenin benzeri olan madde) teşekkül etmez,  hidrojen helyuma o da karbona dönüşmez ve hayat olmazdı. Şayet bu nükleer güç, olması gerekenden biraz daha az olsaydı, helyumun He2 benzeri bir madde istikrarlı olur, bütün hidrojen helyuma dönüşür ve kompleks küçük canlılar meydana gelmezdi. .

Uzay üç boyutlu olmasaydı gezegenler, atomlar, küçük kompleks varlıklar istikrarsız olur, ışık ve ses dalgaları birbiriyle uyumsuz olur, iletişim gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayal olurdu. Bu hassas yaratılışı bihakkın ifade etmek açısından Carter'dan itibaren âlim ve mütefekkirler, insan anlamına gelen Yunanca bir kelime 'anthropos'tan 'anthrophi' ilkesini türetmişlerdir.

Carter'ın 'zayıf' anthropi ilkesini şöyle açıklamak mümkündür: Evrenin yaşamın sürmesini mümkün kılan belirli fizik özellikleri vardır. Ayrıca, kozmolojiyle ilişkili olan herhangi bir teorinin bunu göz önünde bulundurması gerekir.

'Güçlü' Anthropi ilkesine gelince, evrenin hayatın ortaya çıkması için bu tür özelliklere sahip olması ve tarihin herhangi bir döneminde gelişim göstermesi gerekir.

?Richard ve Gonzales'e göre anthropi ilkesini bundan da öteye götürerek, sadece evren değil, galaxi, güneş sistemi, güneş, ay ve dünya, insanın var olması için özenle dizayn edilmiştir.

?John Stone'un (son derece güçlü) anthropi ilkesine göre evren daha gelişkin ve insandan daha ileri bir varlığın neşv-ü nema bulması için hazırlanmıştır.

?İslami anthropi ilkesi ise evrenin tamamının, insan için hazırlanmış ve onun hizmetine verilmiş olduğu düşüncesine dayanır.

Her halükarda evrenin hassas bir şekilde inşa edilişi ve anthropi ilkesinin ortaya çıkışı şu soruları sordurtmaktadır:

?Evrenin gelişimi açısından yaşam vazgeçilmez midir?

?Yaşam, evrende nadir bir şekilde mi yoksa mebzul miktarda mı vardır?

?Biz, mecazi anlamda düşük bir konumda mıyız yoksa merkezi bir konumda mı?

?Yaşam ve insan, evrenin minyatürize edilmiş bir şekli olmak zorunda mıdır?

Bu konuyla ilgili aşağıdaki gibi bazı değerlendirmeler, cevaplar ve sorgulamalar yapılabilir:

Başka bazı evrenlerin varlığına inanan çoklu evrenler faraziyesi, bizim içinde yaşadığımız mevcut evrenin ötesinde olduğu müddetçe gözlemlenebilmesi imkan dahilinde olan bir husus değildir. Bu evrenler hakiki ve gerçekte var olan evrenler olabilir ancak bizim evrenimizle herhangi bir bağa sahip olmadan varlıklarını sürdürmektedirler.

?Evrenimizin böyle olduğunu ve daha farklı olabileceğini söylemek, niçin fazla sorgulanmaya ihtiyaç duymamaktadır?

?Evren, ilahi yaratılışla tasarlanmış olup bu husus, Allah'ın evrenin yaratıcısı olduğu ve evrenin dinamiklerini de insanın yararına olacak şekilde yarattığı şeklindeki monoteist (tevhidi) ve semavi dinlerin ifade ettiği bir husustur.

?İyimser fizikçilerin çıkmasını bekledikleri teori aracılığıyla daha sonra açıklanacak olan eşsiz evren, (Nihai teori ya da her şeyin teorisi)  evrenin varlığının ya da çoklu evrenlerin altında yatan nedeni bize anlatmalıdır. Bu teori sahiplerinin, söz konusu teorinin niçin nihai teori ya da her şeyin teorisi olduğunu açıklamaları gerekiyor. Yani kim ya da ne, bu teoriyi belirledi?

??Evren, kendi kendini açıklar? şeklindeki bir ifadenin aynı zamanda diğer bir karşılığı, ?fasit daire?dir. Bu teori, iki uçlu bir teori olup evrenin kendi kendini yarattığını ve kendinin kendisini açıklayacağını söyler. Ancak bu iyimser teorinin nasıl açıklanacağı net değildir.

?(Tıpkı Matrix filminde olduğu gibi) bu evren, ileri bir cinsin tasarladığı bir oyuncaktan başka bir şey değildir. Ayrıca yukarıda saydıklarımız dışında da başka evren teorileri olabilir.

İslami Bakış açısı

Dini nasslardan ve Müslüman düşünürlerin eserlerinden ortaya çıkan klasik İslami literatür, evrenin ve içinde olan her şeyin ilahi bir güç tarafından tasarlandığını benimser.

Bu nedenle, evrenin hassas biçimde yaratıldığını söylemek, Müslümanlar açısından yeni bir şey değildir. Bu durum aslında mezkûr konuda çağdaş çalışmaların eksikliğini açıklar. Büyük filozof İbn-i Rüşd, yaratılan her şeyin insanla uyumlu olduğunu belirtmiş, ayrıca tüm bu nedenlerden dolayı bu evrenin ancak böyle olmasını isteyen bir varlık tarafından tasarlanmış olabileceğini ifade etmiştir.

Ancak bu meseleyi son günlerde tartışan insan sayısı çok azdır. Çoğu kişi büyük bir acelecilikle, aşağıdaki ayet-i kerimedeki teshir (boyun eğdirme) kelimesine odaklanmaktadır: 

?Allah'ın göklerdeki ve yerdeki her şeyi emrinize verdiğini(teshir), nimetlerini açıkça veya gizlice önünüze alabildiğine serdiğini görmez misiniz??  (Lokman/20)

Daha doğru bir şekilde ifade edersek evren sadece insan hayatının ortaya çıkması için düzenlenmemiş; aynı zamanda her şey insan için düzenlenmiş ve konulmuştur. Yine de insanlar arasında öylesi var ki, [Allah hakkında] hiçbir bilgisi, bir rehberi ve aydınlatıcı bir vahiy olmadan O'nunla ilgili tartışmalara girer.

Bu nedenle ben, üst düzey Anthropi ilkesiyle İslami tasavvura işaret etmek istiyorum.

İnsan ve Kozmoloji

Primack ve Abrams geçmiş dönemlerin aksine şu anki çağımızda evrene ilişkin geniş çaplı görmezliği ve ihmali eleştirmekte, doğa bilimleriyle değerler dünyası arasındaki modern ayrım kültüründen bahsetmektedir.

Primack ve Abrams, geleneksel kültürel ve hatta dini biçimlerin, bilimin aleyhine olmaksızın çağdaş kozmolojinin istifadesine sunulmasının yararlı olacağını düşünmektedir.

İslam filozofu William Chittik, İbn-i Arabi?nin efsaneyle aklın insanın vakıaya ilişkin idrakinde aynîleştiği yönündeki sözlerine atıfta bulunmaktadır. 

Primack ve Abrams?ın tezleri, kadim kozmolojide insan ve dünya nasıl ki evrenin maddi ve fiziki merkezini oluşturuyorsa bugün de, mecazi anlamda yeni bir kozmoloji biçimi geliştirerek insanı yine evrendeki eski merkeziliğine kavuşabileceği düşüncesine dayanmaktadır.

Bu düşünceler aşağıdaki gerçeklere dayanmaktadır:

?Biz, evrendeki en ender bulunan unsurlardan (yıldız tozundan) meydana getirilmiş varlıklarız.

?Biz doğada bulunan cirim ve cisimler içerisinde orta büyüklükte bir hacme sahibiz.

?Dünyamızın ömrü gezegenlerle güneşin ömürlerinin ortasında bulunmaktadır. 

Modern Kozmolojinin Allah Kavramı ile Olan İlişkisi

Primack ve Abrams, insanın Allah?a, onu algıladığı şekilde inandığını belirterek, tasavvurumuzun sadece beşerî değil, evrene ilişkin olgu ve ölçütlerden hareketle atomdan evrenin bütününe kadar bütün boyutlarda olduğunu kaydetmektedir.

Bu iki düşünür, bilimin bu müthiş evrenden ayrı bir Tanrı tasavvurunu ortaya atmasının hayal ürünü olduğunu belirtirken bilimsel anlayışımızdan ortaya çıkan bir Tanrı tasavvurunun, bizim ürettiğimiz bir Tanrı olmadığını, bu tür bir Tanrının insanlığın hayalinden çok daha derin ve bilimin evrenin yerine geçerek onun adına konuşmasıyla ortaya çıkan bir Tanrı olduğunu belirtmektedir.  

*Şarika(Sharjah)?daki Amerikan Üniversitesi?nde Astronomi Profesörü

Bu Makale Faruk Bayraktar tarafından TİMETURK için tercüme edildi.

 

 

SON VİDEO HABER

Kassam, İsrail askerlerini araçlarıyla birlikte imha etti

Haber Ara