Prof. Kara, ?Cumhuriyet Türkiyesi?nde Bir Mesele Olarak İslam? kitabında hem devlet yöneticilerinin İslam?la, hem muhafazakâr kesimin devletle kurduğu ilişkilere eleştirel açıdan bakıyor.
Bu kitaba, hem devleti yöneten kadroların, hem de İslamcıların tereddütlerinin öyküsü diyebilir miyiz?
Aslında üç taraf var ama giriş bölümü hariç üçüncü tarafı pek öne çıkarmıyorum. Birinci tarafta, dini bir mesele olarak gören Osmanlı-Türk modernleşmesi ve cumhuriyet ideolojisi var. Bunlara karşılık İslam meselesini bir şekilde götürmek, halletmek, değiştirmek, dönüştürmek arzusunda olan bir Müslüman camia, İslami endişe sahipleri, İslamcılar, tarikatlar, cemaatler var. Aslında iki taraf için de, farklı saiklerle de olsa İslam bir mesele.
Siz nasıl bakıyorsunuz cumhuriyet dönemindeki İslami hayata?
Bence bunun tek tarafı yok. Bir defa eğitim kademelerinden geçmiş Müslümanlar, İslami endişe sahipleri ve İslamcılar, aslında kafalarının çalışma tarzı itibariyle modernleşme süreçlerine, dolayısıyla cumhuriyetin din politikalarına şu veya bu düzeyde yakın olan veya onunla irtibat kurabilecek bir karaktere sahipler. Onların cumhuriyet ideolojisinden ayrıldıkları taraf yaklaşımdan ziyade dinin pratik taraflarıyla alakalıdır. Dinin yaşanması söz konusu olduğu zaman cumhuriyet ideolojisiyle aralarında varolan mesafe din meselesine yaklaşım söz konusu olduğu zaman, tamamen olmasa da kapanıyor. Bu problemi başörtüsünde de tekrar yaşadık. Burada işin felsefi ve pratik tarafları arasındaki boşluk meselenin anlaşılmasını zorlaştırıyor. Fakat işin halk tarafına intikal ettiğimiz zaman, bu büyük Müslüman çoğunluğun probleminin zaten felsefi olmadığını görüyoruz. Meseleleri kendilerine yetecek bir din eğitimi almak ve dini yaşayabilmekle sınırlı. Aslına bakılacak olursa eğitim almış İslami endişe sahipleri, İslamcılar da halkın dindarlığından rahatsız.
Devlet ile İslamcılar?ın dışında bir yere, belki de her ikisine de eşit mesafede olan halkı koyuyorsunuz...
Evet halkın durumu çok ayrı. Siyasi merkez acaba dini Türkiye için vazgeçilmez bir kurucu unsur olarak mı görüyor yoksa bunu sadece toplumsal bir araç düzeyinde mi görüyor. Çok rahat evet ya da hayır diyebileceğimiz bir durum yok. İnce tahliller yapılması gerekiyor.
Buradaki sorun ne peki?
Temel sorun aslında cumhuriyetle değil modernleşmeyle alakalı. Modernleşmenin kendisinin dinle tabii olarak bir problemi var. Onun için dinle ilgili yaşadığımız problemlerin büyük kısmı, aktüel taraflarının bugünle ilgisi olabilir ama derin tarafları cumhuriyetle sınırlandırılamayacak kadar geriye gidiyor ve önemli. Cumhuriyet bu meseleleri derinleştirmiş ve özellikle çokpartili hayatla birlikte halkın din merkezli hareketlerini bastırmak ya da kontrol altına almak için müdahalelerde bulunmuştur. Bence şu soru çok önemli: Bugün Türkiye?deki tartışmaların problemi İslam mı, aktif siyasi hareketler mi? Sathi bir bakışla sanki İslami hareketlermiş gibi görünüyor. Bense bütün modernleşme tarihimiz boyunca böyle olmadığını, esas mücadelenin İslam ile modernleşme arasında geçtiğini söylüyorum. Bu yüzden başörtüsü üzerinden yürütülen mücadele esas İslam?la alakalıdır; ?siyasi simge? filan bunun hikaye kısmıdır veya mücadeleyi meşrulaştırmak için kullanılan unsurlardan biridir.
Yıllar önce bir röportajımızda ?demokratikleşme İslam?ı öne çıkarır? demiştiniz. Hâlâ aynı pozisyonda mısınız?
Bu tespitimi hâlâ savunuyorum. Eğer demokrasi bu topraklardaki halkla, ruhla irtibatlı hale gelecekse bu kaçınılmaz olarak İslam?ı öne çıkaracaktır. İttihatçılar ve cumhuriyeti kuran kadrolar da bunu biliyordu. Fakat demokratikleşmenin nasıl yürüyeceği de ayrı bir konu.
Kitapta F. Gülen ile ilgili eleştirel tavır var. Dinlerarası diyalog faaliyetlerine açık eleştiri var. Halbuki Gülen cemaati bir ?başarı öyküsü? olarak görülüyor ve gösteriliyor...
Cemaatler incelememizde Fethullah Hoca hareketini müstakil olarak ele almıyorum ama bazı şeyler söylüyorum. Mesela Türkiye?de cemaat ve tarikat hareketleri, bazı liberallerin dile getirdiği gibi bir sivil toplum hareketi değildir. Bunu muhakkak tırnak içinde kullanmalıyız. Sivil topluma çalan tarafları var ama sivil toplum hareketi değiller. Bunun hem Türkiye?den kaynaklanan, hem cemaat yapılarından kaynaklanan sebepleri var. Onun için kitapta cemaat ve tarikat hareketlerini, devletin şemsiyesi altında yeniden organize olmuş kuruluşlar olarak değerlendiriyorum. Bu onların ikinci tarafta, yani İslami endişe sahibi, İslamcı tarafta yer almadıkları anlamına gelmez. Türkiye?deki cemaat ve tarikat yapılarının 1924?ten sonra devletin şemsiyesi altında varlıklarını sürdürdüklerini hesaba katmamız lazım. İsim zikretip tartışmamızı hafifletmeyelim; durumun umumi olarak böyle olduğunu düşünüyorum. Bu, Ankara?nın bunlarla mücadele etmediği anlamına gelmez. Bunların da İslamcı kanatla irtibatları olmadığı anlamına da gelmez. Fakat cumhuriyet döneminde işin yürüyüşü, işleyişi böyle. Bu açıdan dinlerarası diyalog faaliyetleri ve mekanizmalarına yönelttiğim tenkitler sadece Fethullah Hoca cemaatiyle sınırlı değil. Aynı tenkiti Diyanet?e de yöneltiyorum. Dinlerarası diyalog meselesinin Türkiye?deki din meselesini aşağıya çektiği kanatindeyim.