Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

AK Parti, Erdoğan'ı böyle savundu

AK Parti, Yüce Mahkeme'ye sunduğu savunmada laiklik, İslam, Kur'an Kursları ve başörtüsü gibi konularda Başbakan Erdoğan hakkındaki iddialara cevap verdi.

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-06-17 00:10:00

AK Parti, Erdoğan'ı böyle savundu


AK Parti'nin kapatma davasıyla ilgili Anayasa Mahkemesine verilen esas hakkındaki savunmanın, ''Başbakan ve Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan Hakkındaki İddialara İlişkin Cevaplar'' bölümünde, ''Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, AK Parti'nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi ile ilgili hiçbir eylemi yoktur'' denildi.

Bu bölüme ilişkin savunmada, AK Parti'nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesine açılan davada, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında 61 iddia dile getirdiği anımsatıldı.

Savunmada, iddialardan 60'ının, gazete ve internet sayfalarında yer alan düşünce açıklamalarından oluştuğu, bir tanesinin de idari bir düzenleme olan yönetmelik değişikliğine ve düşünce açıklamasına dayandığı belirtildi.

Anayasa'nın 69. maddesinin 6. fıkrası uyarınca, ancak sınırlı ve belli şartların birlikte varlığı halinde siyasi parti üyelerinin sadece eylemlerinin, parti kapatma nedeni olduğu, söylemlerin hiçbir şekilde siyasi parti kapatma nedeni veya delili olamayacağı ifade edilen savunmada, ''Aksinin kabulü, Anayasa'nın açık ihlalidir. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, AK Parti'nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi ile ilgili hiçbir eylemi yoktur. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı da iddianamesinde, hiçbir eylemden söz etmemiştir. Bu nedenle yapılan ithamların tamamı, Anayasa'nın 69'uncu maddesine açıkça aykırıdır'' görüşüne yer verildi.

Hukuk devletinde iddianamelerin, vehimler, tahminler veya kehanetler üzerine değil, Anayasa ve yasalara uygun somut gerçeklikler üzerine bina edildiği vurgulanan savunmada, ''Hiçbir hukuk devletinde iddia makamının, hakkında iddianame düzenlediği kişilerin açıklamalarını; söylendikleri yer, zaman ve neden bağlamından koparıp, muhatabını görmezlikten gelip, daha da vahimi söyleneni veya yapılanı söyleyen veya yapanın iradesi dışında kendi anlayışına göre değerlendirip, söyleyenin veya yapanın hiç kastetmediği ve hatta aklına bile getirmediği anlamlar yüklemesi ve bundan dolayı sorumlularının tecziyesini talep ve dava etmesi söz konusu olamaz. Aksinin kabulü ve yapılması, hukukun evrensel ilkeleri ve Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan hukuk devleti ilkesinin ayaklar altına alınmasıdır'' denildi.

-LAİKLİK-

Savunmada, iddianamenin 28. sayfasında yer alan 21 Ağustos 2001 tarihli bir gazete haberine de değinildi.

İddianamede, Başbakan Erdoğan'ın, AK Parti kurulmadan yıllar önce (1994) yaptığı bir konuşmada geçen laiklik değerlendirmelerine dair kastının ne olduğunun açıklandığı ifade edilen savunmada, ''Bunun yanında aynı haberde, Başbakan'ın, laikliğin bir sistem ve devletin niteliği olduğuna, laikliğin din gibi algılanmasının yanlışlığına, din ile laikliğin birbirinden ayrı şeyler olduğuna dair açıklamaları da vardır'' denildi.

''Ne gariptir ki iddia makamı, bu kısımları iddianameye almamıştır. Buradan farklı anlamlar üretmek, ne hukuka ve ne de iddiaya bir değer katar. Bilakis hukuku bozar'' görüşü savunulan savunmada, şöyle devam edildi:

''Kişilerin dini ve vicdani kanaatlerinden ötürü kınanmaması ve tercihlerinin teminat altına alınması, laiklik ilkesi gereğidir. Anayasamıza göre laiklik; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ayrılmaz ve değiştirilmez bir vasfı olup, hiçbir zaman dinsizlik değildir ve kişilerin dinini yaşamasına veya dindar olmasına da mani değildir. Aksine laiklik, bütün dinlerin, inançların ve ibadetlerin teminatı, bu konulardaki hürriyetin ifadesidir. Bu husus, Anayasa'nın 2. maddesinin gerekçesinde de açıkça ifade edilmiş, 'Hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen laiklik ise her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi kılınmaması anlamına gelir' denilmiştir.

Anayasa, Anayasa Mahkemesi ve doktrin dahil herkes, laikliğin bir din olmadığını söylüyor. Başbakan da aynı şeyi, yani laikliğin bir din olmadığını söylüyor. Herkes laikliğin bir sistem olduğunu vurguluyor. Başbakan da 'laiklik bir sistemdir' diyor, yani aynı şeyi söylüyor. Anayasa da laikliği, bireyin değil Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin niteliklerinden biri olduğunu söylüyor. Herkes laikliğin din, inanç ve ibadet hürriyetinin teminatı olduğunu ve dindarlığa mani olmadığını söylüyor, Başbakan da 'laikliğin din, inanç ve ibadet hürriyetinin teminatı olduğunu ve dindarlığa mani olmadığını, dindar bir kişinin de laiklik ilkesini benimseyebileceğini' söylüyor. Özetle ifade etmek gerekirse Başbakan'ın söylediği, Anayasa, Anayasa Mahkemesi ve doktrinin söylediklerinin, farklı bir üslupla tekrar ve ifadesidir.''

Savunmada ayrıca, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, ''Türkiye Cumhuriyeti'nin laik niteliğini benimsediğini, laikliğin teminatının AK Parti olduğunu, laikliğin bir sigorta olduğunu ifade eden ve laikliğin önemine vurgu yapan sayısız konuşmaları olduğu anımsatıldı.

İddianamede delil olarak sunulan pek çok konuşmanın da bunu açıkça gösterdiği belirtilen savunmada, şöyle denildi:

''(Laiklik çok farklı bir konudur. Laik olduğumuz Anayasa'da belirtilmiştir. İnsanlar dini gereklerini böylece yerine getirebilir. İslam ile laikliği yan yana tanım olarak getirmek yanlış olur. Kişiler laik olmaz.) 'Bazıları laikliği din gibi algılıyor. Laiklik din olursa aynı anda Müslüman olunamaz. İnsan iki dine mensup olamaz. Asıl itibarıyla laiklik bir sistemdir ve fertlerin değil, devletin laikliği söz konusudur. Dine mensupluksa ferdi bir tasarruftur. O manada söyledim. Laikliği din haline getirirseniz halkı üzersiniz', 'Bizim laiklikle derdimiz yok. 1982 Anayasası'nın laikliği düzenleyen maddesinin gerekçesinde bir tanım mevcut. Gerekçe, (bütün dinlere eşit mesafede olmak) diyor. İnançlar, devlet güvencesinde. Tekrar ediyorum, Ben insan olarak laik değilim, devlet laiktir. Buna mukabil, laik düzeni korumakla yükümlüyüm ama siz laikliği bir din gibi takdim ederseniz, bu ülkenin halkını üzersiniz. Türkiye iyiye gidiyor, hükümet başarılı, laikliği gündeme getirip, bundan nemalanmak isteyenler var. Türkiye'de (niyet okuyucuları) haksız isnatlar ortaya atıyor. Laik toplumda din, laik yönetimin güvencesindedir. Laiklik, tüm inanç gruplarına eşit mesafede olmak şeklinde tanımlanmıştır ve zaten bu temin edildiği içindir ki laiklik bizim için bir yerde sigortadır.'

İddianamede yer alan bu açıklamalar, Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan'ın, laiklik ilkesinden yana olduğunu gösteren ve iddianameyi tekzip eden, iddianameden delillerdir.''

-ÜST KİMLİK-

AK Parti'nin kuruluşundan yıllar önce söylendiği iddia edilen beyanlar nedeniyle Başbakan'ın ve Genel Başkanı olduğu AK Parti'nin sorumlu tutulması ve tecziyelerinin talep ve davasının, hukuken ve fiilen imkansız olduğu vurgulanan savunmada, ''Bütün bu hukuki ve fiili somut gerçekliklere rağmen iddia makamı, AK Parti kurulmadan yıllar önce yapıldığı iddia olunan bu beyanları, iddianamesine delil olarak koymaktan çekinmemiştir. Bu, hukukun evrensel ilkeleri, Anayasa ve yasaların açık bir ihlalidir'' denildi.

''Kaldı ki hukuk devletinde, yıllar önce yapılmış konuşmalar, konuşmayı yapanın iradesi dışında yeniden yayımlanması, bu konuşmaları bugün yapılmış konumuna getirmez'' görüşü savunulan savunmada, şunlar kaydedildi:

''İddianamenin 28. sayfasında yer alan beyanlar, Yugoslavya örneğinde olduğu gibi bir etnik çatışmanın Türkiye'de yaşanmayacağını, çünkü Yugoslavya'da yaşayan insanlar arasında din bağı olmadığını, oysa Türkiye'deki etnik unsurları birbirine bağlayan din bağı olduğunu ifade ile dinin etnik gruplar arasındaki birleştiriciliğine dair sosyolojik bir gerçeğin tespit ve ifadesidir.

Başbakan Erdoğan, üst kimlik olarak her zaman anayasal vatandaşlığa vurgu yapmış ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının insanlarımızı birleştiren üst kimlik olduğunu konuşmalarında defalarca dile getirmiştir. Nitekim iddianamede de bunu ifade eden konuşmalar yer almaktadır, 'Herkes kendi kimliğiyle övünebilir. Bu onun en doğal hakkıdır. Kürt Kürtlüğüyle, Türk Türklüğüyle, Çerkez Çerkezliğiyle, Laz Lazlığıyla övünebilir. Etnik kimlik anlamında söylüyorum ama bizi üstte birbirimize bağlayan üst kimlik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır. Bu ortak paydadır.' 'Üst kimlik olarak kullandığım ifade; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır ve bunun defaatle açıklamalarını yaptık. Ama buna rağmen bazıları anlamak istemiyor. Yine söylüyorum, din bir çimentodur ve şu anda en önemli birleştirici unsurumuzdur. Tarih boyunca bu böyledir.' İddianamede yer alan bu beyanlar, iddianameyi tekzip etmektedir ama ne gariptir ki iddia makamı, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan'ın Anayasa'nın tanıyıp teminat altına aldığı 'Düzeltme ve cevap hakkını' kullanarak yaptığı açıklamaları dahi, Anayasa'ya rağmen iddianameye almıştır. İddia makamını tekzip eden beyanlar, hiçbir zaman iddiayı teyit eden açıklamalar veya deliller olarak alınamaz ve kullanılamaz. İddia makamının bu yaklaşımı, hukukun genel ilkeleri ve Anayasa'da ifadesini bulan hukuk devleti ilkesinin alenen ihlalidir.

Bir Başbakan'ın, ülkesindeki insanların birlik ve beraberliğine vurgu yapması, bireyleri birleştiren ögelerden biri olan dine vurgu yapması, ne laikliğe ve ne de Anayasa'ya aykırıdır.''

-KUR'AN-I KERİM ÖĞRENME HAKKI-

Başbakan'ın, Türk Ceza Kanunu'nun 263. maddesi ile ilgili değerlendirmelerinin de Anayasa ile uyumlu olduğu belirtilen savunmada, Anayasa'da, ''Her insanın, inandığı dine ait kutsal kitabı öğrenme hakkı din ve vicdan özgürlüğünün bir gereği olup, laiklik ilkesinin de teminatı altındadır'' ifadesinin yer aldığı anımsatıldı.

''Müslüman olan Türk vatandaşları bakımından Kur'an öğrenim hakkı da evleviyetle böyledir'' denilen savunmada, şu görüşlere yer verildi:

''Ayrıca bu konuda devletin de pozitif yükümlülüğü vardır. Bir anayasal kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığının normatif misyonlarından birisi de budur. Din ve vicdan özgürlüğü kapsamında olan Kur'an-ı Kerim öğreniminin, Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun sınırları içerisinde nasıl gerçekleştirileceği sorunu, elbette ki bir eğitim politikası sorunudur. Bu sorunun çözümünde değişik partilerin değişik politika ve proje üretmeleri, siyasal çoğulculuğun ve siyasal düşünce özgürlüğünün gereğidir. Bu konuda farklı görüşlerin serdedilmesini Anayasa'ya aykırı sayan bir anlayış savunulamaz.''

AK Parti'nin kapatma davasıyla ilgili Anayasa Mahkemesi'ne verilen esas hakkındaki savunmanın, ''Başbakan ve Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan Hakkındaki İddialara İlişkin Cevaplar'' bölümünde, ''Erdoğan'ın yaptığı açıklamalar, ülkesinde uzun yıllardır yaşanan, genç kızlarımız aleyhine ayrımcılığa neden olan, hukuk, adalet, demokrasi, eşitlik ve laiklikle örtüşmeyen bir yasağın kaldırılması, bir sorunun çözülmesine dönük düşünce açıklamalarıdır'' denildi.

Bu bölüme ilişkin savunmada, Erdoğan'ın, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 263. maddesi hakkında değerlendirmelerine ilişkin iddiaya konu olan konuşmasında, ''Kur'an öğrenimi üzerinde durduğu, ayrıca türban konusunda çözüm için toplumsal ve kurumsal mutabakatın gerekliğini ve şu anda da kurumsal mutabakat olmadığından çözümün zaman alacağını ifade ettiği'' belirtildi.

Savunmada, Başbakan'ın beyanlarının, laiklik ve Anayasa ile uyumlu olduğu belirtilerek, TCK'nın 263. maddesinde yapılan değişikliğin, Cumhurbaşkanı'nca onaylanarak yürürlüğe girdiği ne Cumhurbaşkanı ne de Ana Muhalefet Partisi tarafından Anayasa Mahkemesi'ne götürülmediği anımsatıldı. Şu anda yürürlükte olan bir kanun maddesi nedeniyle AK Parti'nin itham edilemeyeceği kaydedildi.

Savunmada, yıllar önce yapılmış konuşmaların konuşmayı yapanın iradesi dışında yeniden yayınlanmasının, bu konuşmaları bugün yapılmış konumuna getirmeyeceği ifade edilerek, her hangi bir parti üyesinin, partinin kuruluşundan önceki beyanlarının partiye isnat edilemeyeceği dile getirildi.

AK Parti'nin kuruluşundan yıllar önce söylendiği iddia edilen beyanlar nedeniyle Başbakan'ın ve Genel Başkanı olduğu AK Parti'nin sorumlu tutulması ve tecziyelerinin talep ve davasının hukuken ve fiilen imkansız olduğu savunularak, ''Bütün bu hukuki ve fiili somut gerçekliklere rağmen iddia makamı, AK Parti kurulmadan yıllar önce yapıldığı iddia olunan bu beyanları, iddianamesine delil olarak koymaktan çekinmemiştir. Bu, hukukun evrensel ilkeleri, Anayasa ve yasaların açık bir ihlalidir'' denildi.

İddianamenin eklerinde, Başbakan Erdoğan'ın bazı televizyonlarda yayımlanan konuşmalarından kısmi alıntılar yapıldığı, ancak bu programların CD'si veya deşifresine yer verilmediği belirtildi.

-''YÜKSEKÖĞRETİMDE YAŞANAN BAŞÖRTÜSÜ SORUNU''-

Erdoğan'ın 2004 yılında katıldığı bir programda, ''yükseköğrenimde yaşanan başörtüsü sorunu ve çözümü'' bağlamında; ''kamusal alan'', ''Vakıf Üniversitelerinde başörtüyle eğitime devama imkan tanınması'', ''Başörtülülere devlette görev verilmemesi, özel sektörde çalışması'' ve ''Din eğitimi ve öğretimi'' konularında açıklamalarda bulunduğu hatırlatıldı.

Siyasi ve fikri çoğulculuğun egemen olduğu demokratik sistemlerde iktidarda olsun veya olmasın hiçbir siyasi partinin, toplumda yaşanan sorunları görmezlikten gelemeyeceği belirtilen savunmada, şöyle denildi:

''Nitekim demokratik bir ülke olan Türkiye'de, yükseköğrenimde yaşanan başörtüsü sorununun varlığını kabul etmeyen ve çözümüne dair görüşlerini kamuoyu ile paylaşmayan hiçbir siyasi parti yoktur. Bazı siyasi partiler sorunun çözümünü parti programına koyarken, bazıları milletvekillerine kanun teklifi verdirmiş ve bazıları ise sorunu çözmek amacıyla yasal düzenlemeler yapmışlardır. TBMM de bu sorunu incelemek üzere bir Araştırma Komisyonu kurmuştur. Demokratik hukuk devleti olan bir ülkede laiklik, öğrenim hakkının teminatıdır. Sorun, demokraside, laiklikte veya hukukta değildir. Sorun, birilerinin laiklik anlayışında, kendi yorumlarını laiklik, demokrasi ve hukuk yerine ikame edişlerindedir.

AK Parti'nin ve onun Genel Başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın bu sorunu görmezlikten gelmesi, yok sayması, çözümüne dair bir arayış içinde olmaması beklenemez. Demokratik hukuk devletinde, siyasetçilerin, demokrasi ve hukuk içinde kalarak ülke sorunlarına çözüm araması, çözüm üretmesi ve iktidarda ise sorunları çözmesi, yadsınamaz ve kınanamaz. Aksinin varit olması, o ülkenin demokratik niteliğine gölge düşürür.

Demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yaptığı açıklamalar, ülkesinde uzun yıllardır yaşanan, genç kızlarımız aleyhine ayrımcılığa neden olan, hukuk, adalet, demokrasi, eşitlik ve laiklikle örtüşmeyen bir yasağın kaldırılması, bir sorunun çözülmesine dönük düşünce açıklamalarıdır. Bunun laiklikle çatışır, demokrasi ile bağdaşmaz bir yönü yoktur. Aksine bu açıklamalar, demokrasi ve laikliğin gereği olan açıklamalardır.''

-''LAİKLİK BİR DİN DEĞİLDİR''-

Savunmada, Erdoğan'ın 2005'te Alman Welt Sontang gazetesine verdiği bir demeçten alınmış sözlerin orijinaline veya Türkçe çevirisine yer verilmeyen iddianamede, Türk gazetelerine ait kimi gazete kupürlerinin delil olarak yer aldığı belirtilerek, ''İddia makamının, haberin aslı Almanca metni ve Türkçe çevirisini dosyaya eklemesi, delil hukukunun bir gereğidir. Bu gerekliliği yerine getirmeyen iddia makamı, Anayasa ve hukukun evrensel ilkelerini açıkça ihlal etmiştir'' denildi.

Alman Welt Sontag Gazetesinin haberinin basında çarpıtılarak yansıtılması üzerine, bir tekzip ve düzeltme açıklaması yapılmasına karşın iddia makamının buna da itibar etmediği ifade edilen savunmada, aksi hukuken sabit oluncaya kadar bu tekzip ve düzeltmelere göre hareket etmenin, hukuk devleti olmanın asgari bir gereği olduğu belirtildi.

''Erdoğan'ın bu demeçteki laiklik ilkesiyle ilgili değerlendirmelerinin ne Anayasa'ya ne de laiklik ilkesine aykırı olduğu'' ifade edilen savunmada, şöyle devam edildi:

''Laiklik, bir din değildir. İnsanlar iki dinden birini seçmek gibi bir tercih durumunda değildir. Hem dindar olmak hem de devlet yönetiminde laiklik ilkesinin uygulanmasına karşı olmamak mümkündür. Laiklik ilkesi din ve vicdan özgürlüğünün de teminatıdır. Kişilerin dini ve vicdani kanaatlerinden ötürü kınanmaması ve tercihlerinin teminat altına alınması laiklik ilkesi gereğidir.

Anayasamıza göre laiklik; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ayrılmaz ve değiştirilmez bir vasfı (Anayasa madde 2 ve 4) olup, hiçbir zaman dinsizlik değildir ve kişilerin dinini yaşamasına veya dindar olmasına da mani değildir. Aksine laiklik; bütün dinlerin, inançların ve ibadetlerin teminatı, bu konulardaki hürriyetin ifadesidir. Nitekim Anayasamıza göre de laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti, din ve vicdan özgürlüğünü bir hak olarak tanımış ve teminat altına almıştır.''

-''FARKLI ZAMANLI KONUŞMALAR EŞ ZAMANLI GİBİ YANSITILMIŞ''-

Savunmada, farklı zamanlarda yapılan ve hukuka hiçbir aykırılık taşımayan konuşmaların, eş zamanlı yapılmış konuşmalar olarak yansıtmanın da iddianamenin yöntemleri arasında yer aldığı iddia edildi. Savunmada, şöyle denildi:

''İddia makamı, Başbakan'ın beyanlarını; söylenilen yer, zaman, neden ve muhatap bağlamından koparmış, daha da vahimi onun iradesine rağmen kendince anlamlandırmıştır. Ayrıca kendi yüklediği anlamı, sanki Başbakan söylemiş gibi gösterip, onun sorumluluğunu talep etmiştir.

Hiçbir hukuk devletinde iddia makamı, böyle bir şey yapmaz ve yapamaz. Aksinin kabulü, hukukun evrensel ilkeleri ve Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan hukuk devleti ilkesinin ayaklar altına alınmasıdır. Bu değerlendirmesiyle iddia makamı, hem Anayasaya ve hem de hukukun evrensel ilkelerine aykırı davranmıştır.''

-''REFERANDUMDAN BAHSETMEK ANAYASA'YA AYKIRILIK OLUŞTURMAZ''-

Başörtüsü konusunda herkesin varlığını kabul edip çözümünü tartıştığı bir sorunu Başbakan'ın dile getirmiş olmasının da ne laiklik ilkesine ne de Anayasa'ya aykırı olduğu ifade edilen savunmada, ''Aksinin kabulü, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik hukuk devleti ve 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkelerine açık bir aykırılıktır. Kaldı ki demokratik hukuk devleti olan bir ülkede laiklik, öğrenim hakkının teminatıdır'' denildi.

Savunmada, ''Referandum süreci, Anayasal bir süreçtir. Bir Başbakan'ın, Anayasa da yer alan bir hukuk müessesinden bahsetmesi, Anayasa'ya aykırılık oluşturmaz'' görüşüne yer verildi.

AK Parti'nin kapatma davasıyla ilgili Anayasa Mahkemesine verilen esas hakkındaki savunmanın, ''Başbakan ve Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan hakkındaki iddialara ilişkin cevaplar'' bölümünde, ''Türkiye'de, yüksek öğrenimde yaşanan başörtüsü sorununun varlığını kabul etmeyen ve çözümüne dair görüşlerini kamuoyu ile paylaşmayan hiçbir siyasi parti yoktur. Herkesin varlığını kabul edip çözümünü tartıştığı bir sorunu Başbakan'ın dile getirmiş olmasının ve çözümüne dair öneride bulunması, ne laiklik ilkesine ve ne de Anayasa'ya aykırıdır'' denildi.

Bu bölüme ilişkin savunmada, Başbakan Erdoğan'ın ''Söz söyleme hakkı din ulemasınındır'' dediğini ve bu konuda AİHM'in bilirkişi görüşü almadan karar vermesini eleştirdiği anımsatılarak, bu açıklamaların basın-yayın organları tarafından ''çarpıtıldığı'' ifade edildi.

Başbakan'ın bu konudaki tekzip ve açıklamalarının iddia makamı tarafından dikkate alınmadığı kaydedilen savunmada, aksine ''gerçeğe aykırı'' gazete haber ve yorumlarına itibar edildiği görüşüne yer verildi.

Türkiye'de, yükseköğrenimde yaşanan başörtüsü sorununun varlığını kabul etmeyen ve çözümüne dair görüşlerini kamuoyu ile paylaşmayan hiçbir siyasi parti olmadığı, herkesin varlığını kabul edip çözümünü tartıştığı bir sorunu Başbakan'ın dile getirmiş olmasının ve çözümüne dair öneride bulunmasının, ne laiklik ilkesine ve ne de Anayasa'ya aykırı olduğu belirtildi.

Savunmada, hiçbir hukuk devletinde, özgürlük alanının genişletilmesi talebinin dillendirilmesinin hukuka aykırı kabul edilemeyeceği anlatıldı.
AK Parti'nin, kadına karşı ayrımcılıkla kurulduğu günden bugüne tavizsiz mücadele ettiği, bugünden sonra da tam eşitlik sağlanıncaya kadar mücadelesine devam edeceği ifade edilerek, şunları kaydedildi:
''Türkiye'de özgürlükler konusunda tam bir mutabakat yoktur. Mutabakat sağlandıkça, özgürlük alanının genişleyeceği de muhakkaktır. Bir Başbakan'ın, hem de elinde yasa çıkaracak yasal çoğunluğu da olduğu halde, özgürlük alanının genişletilmesi ve yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi için genel mutabakat arayışının ve bunu alenen ifadesinin neresi Anayasaya aykırıdır? Bu açık ifadeden, gizli anlamlar çıkarmak mümkün değildir. Hukuk devleti, açık sözlerden gizli anlamlar çıkaran ve sonrada çıkardığı gizli anlamlardan dolayı kişileri itham edip sorumluluğunu talep eden devlet değildir. Aksine hukuk devletinde yasalar açıktır, yargılama açıktır, iddia makamı veya başkaca bir yargı makamı gizli anlamlar aramaz, onlar somut ve açık anlamlardan hareket ederler. İddia makamı bu tutumuyla hukuk devleti ilkesini alenen ihlal etmiştir.
Zira çoğulcu demokrasilerin hakim olduğu hiçbir hukuk devletinde, bir siyasi parti liderinin, özgürlük alanını genişletme talebini Anayasa ve yasaya aykırı görülmez. Bunun aksinin kabulü Anayasa ve yasaların alenen ihlalidir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, iddianamede yoğunlukla gözlendiği gibi olağan ve normal olan bir durum ve ifadeyi, anormal gösterme tutumu içindedir. Bu ifadenin iddianameye konulması bunun diğer bir kanıtıdır. İddia makamı, böylesi bir yaklaşımı hukuken benimseyemez ve uygulayamaz. Ancak maalesef, iddianamenin pek çok yerinde bunun örneklerine rastlamak mümkündür. Bu yönüyle iddianame, adeta teyakkuz halindedir. Her şeyden, bu doğru olsa ve hatta Anayasa veya bir yasa hükmünün aynen tekrarı olsa bile bundan Anayasaya aykırılık ve laiklik karşıtlığı üretme gayreti görülmektedir. İddia makamının bu tutum ve yaklaşımı, açık bir Anayasa ihlali olup, ayrıca iyi niyet kurallarıyla da bağdaşmamaktadır.''
-ALMANYA'DAKİ TOPLANTI-
Savunmada, bir Başbakan'ın, yabancı bir ülkede yaşayan vatandaşlarının sorunlarını dinlemesinin, bununla ilgili diyaloğa girmesinin ve çözüm aramasının yadırganması ve bunun parti kapatmanın delili ve sebebi sayılmasının ''iddia makamının hukuk devleti anlayışına kazandırdığı yeni bir perspektif olsa gerek'' görüşüne yer verilirken, Almanya'nın Berlin kentinde halk toplantısı sırasında bir Türk vatandaşının, Türk Büyükelçiliğinde yaşadığı bir sorunu dile getirdiği, Başbakan'ın, vatandaşın vaki sorununu dinlediği, konunun araştırılacağını ve varsa problem giderileceğini ifade ettiği anımsatıldı.
Savunmada, ''Bu sırada Başbakan, soruna dair Büyükelçi'den de bilgi almıştır. Burada Anayasa'ya aykırı olan ne? Türk vatandaşının yaşadığı bir sorunu kendi ülkesinin Başbakanına aktarması mı? Yoksa Anayasaya aykırı olan, Başbakanın vatandaşını dinleyip, çözümü için gerekeni yapacağını söylemesi mi veya Anayasaya aykırı olan, Başbakanın işin aslını Büyükelçiden sorup bilgi alması mı?'' diye soruldu.
İddianamenin 46-47. sayfalarında yer alan 42 numaralı iddiada Başbakan Erdoğan'ın Danıştayın muhtelif kararlarını eleştirdiği ve meslek liseleri ile düz lise arasındaki katsayı sorununu ile ülkedeki İmam Hatip açığına değindiği hatırlatıldı.
''Meslek liselerinde yaşanan katsayı sorunu, Türk eğitimimin ortak sorunudur' denilen savunmada, şunlar kaydedildi:
''Başbakan'ın açıklamasında, bu soruna değinmesinin Anayasaya aykırı bir yönü yoktur. Bir Başbakan'ın, ülkesinde var olan bir soruna karşı duyarsız veya kayıtsız kalması düşünebilir mi? Elbette ki düşünülemez.
Bizim katsayı sorununa yaklaşımımız, İmam-Hatip liseleri özelinde değildir, genel bir yaklaşımdır. Ancak bu sorunda taraf olanlar, her vesile ile Meslek liselerindeki katsayı sorununu, sadece İmam-Hatip Lisesi sorununa indirgemişlerdir. Biz, bizim dışımızda yapılan bu değerlendirmelere karşı olduğumuzu her defasında ifade ettik. Eşitlikçi bir bakışı benimsedik. Bu yaklaşım laikliğe karşıtlık değil, laikliğin gerçek anlamı ile kullanılmasına yöneliktir. Laikliğin toplumdaki herhangi bir insanı, üstelik resmi bir okulda okumasından ötürü dışlayan ve tehlike gösterenlerin asıl olarak laikliğe zarar verdiğini ifade eden bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım laikliğe karşıtlık değil, laikliğin gerçek anlamı ile kullanılmasına yöneliktir.
Devlet, kendi eğitim öğretim kurumlarına ikircikli bakmaz ve bakılmasına da müsaade etmez. Ne gariptir ki iddianame, bu okullara ikircikli yaklaşmamayı Anayasa ihlali ve parti kapatma nedeni sayan, hukuk dışı bir yaklaşıma sahiptir.

Üniversiteye girişte uygulanan katsayı adaletsizliğinin kaldırılmasını savunmak ve bu yönde çalışma yapmak, Anayasa'ya kesinlikle aykırı değildir. Bunun aksinin kabulü, 1998 senesine kadar böyle bir uygulama olmaması nedeniyle, bütün hükümetlerin ve idarenin Anayasa'yı ihlal ettiği anlamına gelir ki bu doğru değildir. Zira meslek liseleri, 1998 yılına kadar üniversite sınavlarında farklı katsayı uygulamasına tabi değildi. Farklı katsayı uygulaması, 1998'de başladı. 1998'e kadar Anayasa'ya ve laikliğe aykırı olmayan üniversiteye giriş sistemindeki puan hesaplama usulü, meslek liseleri bakımından hem de Anayasa değişmediği halde 1998'den sonra Anayasa'ya aykırı hale gelmesi veya getirilmesi ve daha da kötüsü bunun bir siyasi partinin kapatılmasının nedeni gösterilmesi, Anayasa'dan kaynaklanmamakta, Anayasa'ya rağmen yapılan uygulamalardan kaynaklanmaktadır.

Dolayısıyla bu sözlerde laikliğe karşı bir anlam ve laiklik ilkesine yönelik bir saldırı yoktur. Tam tersine laiklik ilkesinin kuvvetlendirmeye ve onu istismar edenlerin ellerinden kurtarmaya çalışarak laiklik ilkesinin hiç kimseyi dışlamadığına dair bir değerlendirme ve tespittir.''

Savunmada, Başbakan'ın bir başka konuşmasıyla ilgili olarak da imam hatibe ihtiyaç olduğunu Diyanet İşleri Başkanlığından daha iyi kimin bilebileceği sorularak, ''Bir yandan hurafelerin yaygınlaşmasından şikayet edip, diğer yandan hurafeleri ortadan kaldırıp doğru din bilgisi ile toplumu aydınlatacak din görevlilerinin alınmasından şikayetçi olmak açık bir çelişkidir. Ve doğru da değildir'' denildi.

AA

Haber Ara