Mustafa el-Murabıt*
Tarih boyunca insanlık, şu anda yaşadıklarına benzer bir durum yaşamadı. Şaşkınlık, sapma, kaygı içerisindeki insan, paradoksu ve şizofreni içerisinde. İnsanoğlu son elli senede, yeme ve içmede tarihi boyunca yakalayamadığı bolluğu, konut, giyinme, sağlık, iletişimde sonsuz konforu yakaladı. Buna karşın huzuru ve istikrarı kaçırdı, yönünü ve doğru yolu kaybetti.
Fakirliğin vurduğu dünyamızda dünyanın beşte biri maddi açlık, geri kalanı ise manevi açlıkla karşı karşıya. Dünya savaşlar, şiddet ve çatışmalarla besleniyor. Gezegenimiz, 70 milyar insanı, sanki bir kez yok etmesi yetmiyormuş gibi dünya nüfusunu 12 kez imha edebilecek silahlara sahip.
Dünyanın medeniyet ve çağdaşlaşma konusunda geldiği yeri kimse inkâr etmiyor. Bilimin bu medeniyetin temel dinamiği olduğunu da kimse reddetmiyor. Çağımızın medeniyetine veciz bir başlık seçmek gerekirse hiç tereddütsüz bilim başlığını seçebilirdik.
Ancak bu bilim, insanoğlunun hayal bile edemediği ufuklar açtığı kadar insanın varoluşsal kimliğini, hayat kaynaklarını ve evrenin dengesini tehdit etmeye başlayan niteliksel ve niceliksel tehlikelerle de insanı baş başa bırakmıştır.
Bilim, 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında olduğu gibi insanlığa sadece iyilik ve güzellikler getiren, insanı ilerleten bir olgu olmaktan çıkmış, aynı zamanda ona zarar veren ve giderek daha fazla endişe ve korku kaynağı olan bir kimliğe bürünmüştür.
Medeniyete ilişkin kötümser bakış açısına sahip bir filozof olan Albert Camus'ya kulak verelim. Camus şöyle diyor: ?17. yüzyıl matematik, 18. yüzyıl fizik, 19. yüzyıl biyoloji yüzyılıydı. 20. yüzyıl ise korku çağıdır.?
Bilimin giderek teknolojik gelişmeler sayesinde eşyanın tabiatını daha fazla değiştirme yönünde ilerlemesi anlamına gelen maddenin özüne ve canlı varlığa nüfuz etmesi ve onun üzerinde egemenlik kurmasının ardından bilimin gelişmesini belirleyen, bu düalist ve paradoksal tablo olmuştur.
İnsanoğlu, çevresi üzerinde tahakküm kurması için yüzyıllara ihtiyaç duymuş, bu aşamada insanoğlu 'şekillendirici' (Homo Faber) şeklinde görülmüştür. Ancak çağdaş dünyada birkaç on yıl insanoğlunun Faber Hominis'e (insanı belirleyen şeye) dönüşmesi için yeterliydi: ?Biz şu anda dünyanın kaderinin insanoğlunun elinden çıktığını biliyoruz ancak, gelecekte nereye doğru seyredeceğini bilmiyoruz.?
Bu, belki de Einstein'ın 3. dünya savaşı hakkında kendisine sorulan soruya verdiği cevapta yanıtladığı şeydir: ?3. dünya savaşının nasıl olacağını bilmiyorum. Ancak, 4. dünya savaşını çok az insanın göreceğini ve bu savaşın taş ya da sopayla olacağını biliyorum.?
Bugün dünyamız, etrafı buzdan dağlarla dolu bir denizde delicesine bir hızla ilerleyen Titanic gemisine benzemektedir. Onu durdurabilecek kimse yoktur. Çünkü bir taraftan gemiyi inşa edenlerin sahip olduğu gurur ve kendini beğenmişlik onların basiretini köreltmişken diğer taraftan içindekilerin eğlence ve konfora dalışı, gemidekileri karşı karşıya bulundukları tehlikeyi fark etmesini engellemektedir.
İnsanlığın önünde varoluşunun amaçları ve hedefleri konusunda yeniden düşünme yoluyla geminin yönünü değiştirmeye çalışmaktan başka bir alternatif yoktur.
Buradan hareketle, bu yazı geminin en önemli kaptanlarından birine krizin doğası ve nasıl bir çıkmaz içerisinde bulunduğumuz hakkında bir düşünme çağrısıdır. Bu, bilim adamlarını gezegenin durumu ve karşı karşıya bulunduğu tehlikeler konusunda uyarma çabası ve onlara insanlığın manevi mirasından yararlanarak gelişmesi için başka bir medeni metot bulma konusunda bir hatırlatmadır.
Bilim adamlarının sorumluluğu her zamankinden daha ağırdır. Bilim adamı sadece sahip olduğu bilgi birikimiyle yetinmemeli, bildiklerinin kendisini gelişen olaylar karşısında sorumlu kıldığını hatırlamalı, bilgiyi eyleme dönüştürmenin yollarını aramalıdır. Belki de İmam Ebu Hanife ile bir çocuk arasında geçen mükemmel bir diyalog alimin konumunu çok iyi anlatmaktadır:
Ebu Hanife bir gün yolda yürürken önünde çukur olan bir çocuk görür ve ?Sakın düşme!? diye uyarır. Çocuk ona bakar ve şöyle der: ?Esas sen düşme. Ben düşersem sadece kendim düşerim ama sen düşersen bütün dünya seninle birlikte düşer. Âlim çökerse dünya çöker.?
Yaşamın karşı karşıya bulunduğu tehlikeleri konusunda ve hayatın farklı alanlarındaki bilimsel gelişmelerin oluşturduğu devasa birikimin sonucu olarak bilim adamları arasında kendini hissettirmeye başlayan yeni bir bilinç söz konusu. Algılama aygıtlarımızın eksikliği, bilgisel yöntem ve araçlarımızın azlığı bu dönüşümün temsil ettiklerini anlamamızı engellemektedir.
Bilimin kültüre ve özellikle de dine açılmasını isteyen, hikmete ulaşma ve meydana gelebilecek yıkımları engelleme amacıyla tekâmülü arayan bu topluluktan hareketle bilimin tek başına dünyanın bütün işlerini çekip çevirmeye güç yetiremediğini ve artık insanın, bilimselciliğin iddia ettiği gibi bu evrende yalnız ve yabancı olmadığını duyurmak istiyoruz.
Bilim artık çok daha fazla mütevazı olmaya doğru giderken hakikati bütünüyle kuşatma konusundaki eksikliğini günbegün daha fazla idrak etmektedir. Bilim, kendisini daha fazla mükemmelleştirecek şeye ihtiyaç duymaktadır. Bilim, ayrıca insanın yabancılığının ancak zihinlerde var olan bir vehimden başka bir şey olmadığını, tersine insanla evren arasında sevgi ve yakınlık olduğunu her geçen gün daha fazla ortaya koymaktadır. Hatta o derece ki kim kimi arzuluyor, kim kimi gözetliyor, insan mı evren mi, bunu halen bilmiyoruz.
Aşağıda alıntıladığımız satırların içerdiği anlam üzerinde biraz düşünelim:
Müthiş bir güzelliğe sahip bir genç, kendi güzelliğini seyretmek için nehir kıyısına gidermiş. Kendisini çok beğenen (Narsist) bu kişi, güzelliğine aşırı yoğunlaştığı için bir gün dalgınlıkla suya düşmüş ve boğulmuş. Zaman geçtikçe düştüğü yerde Nergis (Burada Nergis çiçeğiyle kendine hayranlık anlamındaki Narsizm kelimesi arasında bağlantı kurulmaktadır.) çiçeği açmış.
Nergisin ölümünden sonra gökten iki kişi, nehir sularının gözyaşına nasıl dönüştüğünü araştırmak üzere elçi olarak gönderilmişler. Soruşturma nehirle söyleşiyle başlamış.
Elçiler nehre sorar:
?Niçin ağlıyorsun?
Nehir cevap verir:
?Nergis için ağlıyorum.
Elçiler:
?Bizi dehşete düşüren bu olay değil, bu beklenen bir olay. Çünkü onun güzelliğinden istifade etme ve onun hakkında düşünme şansı sadece sendeydi.
Nehir bunu tuhaf karşılayarak sorar:
?Nergis güzel miydi?
Elçiler, birbirlerine dehşet dolu bir bakış fırlatırken şöyle dediler:
?Onun güzelliği hakkındaki hakikati senden daha iyi bilen biri var mı? O her gün senin kıyılarında geziniyor, güzelliğini senin yüzeyine yansıtıyordu.
Nehir, kararlı bir şekilde cevap verir:
?Evet, Nergis'i kaybettiğim için ağlıyorum. Fakat onun güzel olduğunu hiçbir zaman düşünmedim. Nergis'i kaybettiğim için ağlıyorum çünkü o kendini seyretmek için her yaklaştığında ben onun gözlerinde kendi güzelliğimi görüyordum.
20. Yüzyıl korku yüzyılıysa 21. yüzyılı umut asrı yapalım.
*El-Cezire Araştırma Merkezi Müdürü
Bu Makale Faruk Bayraktar tarafından TİMETURK için tercüme edildi.
Bilim, Kültür ve İnsanın Geleceği
Fakirliğin vurduğu dünyamızda dünyanın beşte biri maddi açlık, geri kalanı ise manevi açlıkla karşı karşıya.
18 Yıl Önce Güncellendi
2008-06-14 01:40:00
SON VİDEO HABER
Haber Ara