Hamza Türkmen'in yeni yayınlanan kitaplarının tanıtım/değerlendirme toplantısı 'Türkiye'de İslamcılık' başlığı altında dün akşam Zübeyde Hanım Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi.
Hamza Türkmen, Muharrem Balcı, Mustafa Aydın, Abdurrahman Arslan ve Ali Değirmenci'nin konuşmacı olarak katıldığı panelde H. Türkmen'in Haziran 2008'de Ekin Yayınları arasından çıkan 'Türkiye'de İslamcılığın Kökenleri' ve 'Türkiye'de İslamcılık ve Özeleştiri' isimli eserleri müzakere edildi. Panelden önce Zübeyde Hanım Kültür Merkezi'nin geniş balkonunda ikramda bulunulması konuklar arasında diyalog ortamının kurulmasına vesile oldu.
Yoğun bir katılımın gözlendiği program Mevlüt Akbal'ın okuduğu Kur'an tilavetiyle başladı ve aynı zamanda oturumun yöneticiliğini de yapan Muharrem Balcı'nın konunun özetini ve program akışını bildirmesiyle devam etti.
Anayasa Mahkemesi'nin cübbeli darbesine ironik atıflarla sunumuna başlayan Muharrem Balcı, Türkiye'de İslamcılığın genel olarak eklektik bir yapıda olduğunu ve Türkiye'deki İslamcılık tarihinde hâkim olan bu manzaranın şu an itibariyle tartışılma ve aşılma aşamasına gelmesinin de oldukça önemli olduğunu söyledi. Sağlıklı bir gelecek tasavvuru oluşturup buna yönelmek için evvel emirde kendi olmanın önemini kitaptan yaptığı alıntılarla ifade eden Balcı, vahyi bilgiyi talim etmek kadar onun yaşam içindeki tanıklığını da eş-zamanlı yürütmenin önemini vurguladı. Kitaplarda yapılan yenilgi muhasebesinin de önemli olduğunu belirten Balcı, kitaplarda küresel kapitalist kuşatma olarak ortaya konan harici yenilginin bir vakıa olduğunu belirtti. Ayrıca Türkiye'deki İslamcılık ya da İslami uyanış sürecinin yaşadığı yenilgiyi, düşünsel ve metodik sığlıklarımız, iktidara aceleyle ve yanlış önceliklerle yönelme yanlışı olarak göstermenin daha anlaşılır olacağına işaret etti. Bu yanlışlıkların da fikri ve siyasi eksiklerden ve dolayısıyla da tecrübesizlikten kaynaklanan sorunlar olarak görülmesinin daha gerçekçi ve adil olacağını kitaplardan yaptığı iktibaslarla aktardı. Gerek uyanış sürecinde ortaya konan yanlışların ve gerekse de gelinen aşamada egemen statüye sığınarak var olma anlayışının özeleştiriye tabi tutularak aşılması ve yeniden Kur'an Neslini inşaya yönelmenin önemini belirten Balcı, kitaplarda bu meyanda öne çıkan tespitleri iktibas ederek sözü eserlerinin genel bir takdimini yapması üzere Hamza Tükmen'e verdi.
Takdimine kitap vesilesiyle kendimizi, sürecimizi konuşmanın, otokritiğini yapmanın ve geleceğe iyi bir zemin oluşturmanın önemine değinerek başlayan Hamza Türkmen, amacının buna dönük sağlıklı bir ortamın oluşturulması olduğunu ve dolayısıyla kitapları da bu yüzden kaleme aldığını söyledi. Devamında İslamcılığın tartışmalı bir konu olduğunu hatırlatan Türkmen, bütün harici tanımlamalar bir yana, nihayetinde İslamcılığın, İslam'ı kaynağından öğrenip kimliğini Kur'an'la billurlaştırmaya, vahye ve fıtrata yabancılaşmadan koparak öze dönmeye çalışan; akaidinde, düşüncesinde, amelinde vahiyle bütünleşmeye çabalayan; aynı zamanda müstekbirlere ve içerideki tüm işbirlikçisi otoritelere karşı 'la' şiarını yükseltmeye çalışan bütün çabalara da halen İslamcılık denildiğini ve dolayısıyla İslam'ı yaşama ve yaşatma, kavrama ve kavratma yönündeki bu çabaları sosyolojik olarak İslamcılık ya da İslami Hareket vb. ile ifade edebileceğimizi söyledi. Ve burada asl olanın hayatı İslam'la şereflendirme, vahiyle yaşanılan çağda alternatif bir model ve teklif sunma olduğunu belirtti.
Türkiye'deki İslamcılığın iki kategoride değerlendirilebileceğini belirten Türkmen bunları
1- Tevhidi-inkılabi-evrensel çizgi ve 2- Şartlara bağlı, gelenekçi ve tarihsel yönelim olarak ortaya koydu. Birincisinin Kur'an'a göre bir bilinç inşasını ve ümmeti yeniden yapılandırmayı hedeflediğini, ikincisinin ise mevcut hali/statüyü korumaya çalıştığını ve şartlara bağlı olduğu için de kendisinin de şartlara göre değişim gösterdiğini ve dolayısıyla İslamcılığın tek boyutlu bir olguyu değil, kaygıları benzer olmakla birlikte okumaları, değerlendirmeleri ve usulleri farklı olan birçok çizgiyi ifade ettiğini söyledi.
Batılı paradigma açısından İslamcılığın yok edilmesi gereken bir 'öteki'/düşman olarak görüldüğünü hatırlatan Türkmen bunun için de çok çeşitli araçlara baş vurulduğunu belirterek Afgani'nin geliştirdiği İttihad-ı İslam projesinin Pan-İslamizm diye oryantalistlerce kavramsallaştırıldığını söyledi. Bugün revaçta olan İslamcılık tanımlamalarının da yine yerli ve yabancı oryantalistlerce çarpıtılarak yapıldığını ve gelenekçilerin de buna çanak tuttuğunu belirten Türkmen, oysa İslamcılığın veya İslamlaşma kavramının çok daha önceleri İslam kültüründe kullanıldığını hatırlatarak buna Eş'ari'nin hicri 330 yılında yazılmış olan 'Makalatu'l-İslamiyyin ve İhtilafu'l-Musallin' eserini örnek verdi. Gerek genel ümmet tarihi ve gerekse de Türkiye'de İslamcılığın kökleri ve özeleştirisinin sürecin müntesiplerince yapılmamasının ciddi bir handikap olduğunu söyleyen Türkmen, eserleri bu konudaki eksikliklerimizin giderilmesi ve dolayısıyla duyarlı kesimler arasında bu çerçevede bir istişari zemin sağlanması için yazdığını söyledi. Türkmen özeleştirilerini Türkiye'deki İslami uyanış süreci üzerine yoğunlaştırdığını hatırlattıktan sonra takdim konuşmasını sürece dönük genel tespitlerle tamamladı.
H. Türkmen'den sonra söz alan ve müzakeresini 'Türkiye'de İslamcılığın Kökenleri' kitabı üzerinden gerçekleştiren Abdurrahman Arslan ise İslamcılık üzerine zihinsel emek sarf edip özeleştirel metinlerin kaleme alınmasının önemini vurgulayarak başladığı konuşmasında Türkiye bağlamında bu alanlarda maalesef büyük eksiklerin yaşandığını belirtti ve H. Türkmen'in ortaya koyduğu açılımların bu boşluğu gidermek bakımından oldukça önemli bir çaba olduğunu söyledi. Çeşitli bağlamlarda kitapta önemli bulduğu tespit ve açılımları iktibas eden Arslan, kitapların bölüm bölüm özetini yaparak ekleme ve açılımlarda bulundu.
Birinci bölüm bağlamında Müslümanlar üzerindeki Batılı-kapitalist kuşatmayı tespit etmenin önemli olduğunu belirten Arslan ancak bunun yeterli olmayacağını, Batılı paradigmaya ve kapitalizme karşı çıkan hemen tüm oluşumların yine Batılı paradigma ve kapitalizmi tersinden üretme paradoksuna düştüklerini ve dolayısıyla bu zaafın Müslümanlarda da gözlemlenebileceğini; bunu aşmak için öncelikle Müslümanların Batılı paradigmayı ve kapitalist sistemi derinlemesine kavramalarının gerektiğini ama bu noktada entelektüel bir kısırlığın yaşandığı belirterek 'kapitalizmi tanımadan ona karşı direnmek imkânsızdır' dedi.
İslamcılığın evvel emirde bir nefsi müdafaa olarak görülmesi gerektiğini söyleyen Arslan, bunun bir boyutuyla modern kirliliğe karşı direnme ve diğer yandan da kendisini özgün bir tarzda inşa etme çabasını içerdiğini ifade etti. Yine bu bağlamda kendisini 'öteki' üzerinden tanımlayan ve kuran yeni bir Müslüman tipin oluştuğuna dikkat çeken Arslan, bunun sonucunda süreç içerisinde kendi referanslarından kopmanın geliştiğini ve ahlaki zaaflara sürüklenildiğini söyledi.
Kitaptaki Anadolunun Müslümanlaşması tarihinin biraz dar ele alındığını gözlemlediğini belirten Arslan bu bağlamda açılımlarda bulunarak tarihsel-sosyolojik okumanın önemli ama yetersiz olduğunu, ilgili dönemin bilinç düzeyinin meal sayısı üzerinden yeterince tanınamayacağını, ilmi müessese ve sözlü/şifahi anlatım geleneğinin göz önünde bulundurulması gerektiğini söyledi. Yine bu bağlamda tarih okumalarının masum olamayacağını söyleyen Arslan, Müslümanların ilerlemeci tarih anlayışının etkisinde kaldıklarını, özgün bir tarih usulü geliştiremediklerini belirterek bunun yol açtığı sorunlara dikkat çekti. Türkiye'de İslamcılığın Kökleri kitabının Müslümanların tarihi ile ilgili ikinci bölümünde bu konunun cevabı saadetinde önemli işaretler ve açılımlar olduğunu, bu yaklaşımların çok önemli ve geliştirilmesi gerektiğini belirtti. Kitapta üç tutum olarak zikredilen gelenekçi, modernist ve ıslahatçı yaklaşımlardan gelenekçiliğin de daha geniş bir izahat gerektirdiğini düşündüğünü söyleyen Arslan bunun muhtevalandırılmasına dönük tavsiyelerde bulundu.
Son olarak İslamcılık kavramı üzerinde de duran Arslan ilk dönemlerde Ehl-i Kitab'ın bulunduğunu, bunlar karşısında kendisini Müslüman olarak tanımlamanın tek başına yeterli olduğunu, ancak günümüzde kitapsız gelişen seküler-modern bir dünyayla karşı karşıya bulunduğumuzu ve bu yüzden kendimizi aynı zamanda İslamcı olarak tanımlamanın da daha işlevsel olabileceğini belirterek İslamcılığın bir ayağıyla İslam'ın içinde, diğer ayağıyla ise modernizmin karşısında bir tavır olması gerektiğini, kendisini fikri ve eylemsel planda böyle konumlayan tüm oluşumların bünyesinde barındırdığı bütün zaaflara rağmen İslamcı olarak görülmesi gerektiğini ifade ederek konuşmasını tamamladı.
Dördüncü konuşmacı olarak söz alan Mustafa Aydın da İslamcılığın nerede başlayıp nerede bittiğinin büyük bir tartışma konusu olduğunu, Müslümanların ise bu önemli tartışmada yeterli netlikte bir cevap geliştiremediğini ve bunlarla birlikte düşünüldüğünde Türkmen'in eserlerinin Türkiye'de İslamcılık bağlamında nereden geldik-nereye gidiyoruz sorusunun yanıtı ve sürecin dökümanı niteliğinde olduğunu söyledi. İslamcılığın oryantalistlerin ve gelenekçilerin iddia ettiğinin aksine yeni bir cereyan ve türedi bir olgu değil, İslami geleneğe ait bir kavram olduğunu ilk dönemlerden itibaren süre gelen çeşitli ihya ve ıslah çabaları üzerinden ortaya koyan Aydın, iç bozulma ve dış kuşatmaya karşın modern anlamda İslamcılık ya da İslami uyanışın Türkiye'de maalesef oldukça gecikmeli olarak başladığını hatırlatarak birçok sorun ve eksiğin de aslında bu gecikme ve tecrübesizlikten kaynaklandığını söyledi.
Türkiye'deki İslami uyanış sürecini de çeşitli açılardan değerlendiren Aydın bu süreçteki en önemli zaafların geleneksel-mezhepçiliği ve milliyetçi-muhafazakarlığı aşamamak olduğunu belirterek, İslamcılığın millilik vurgularıyla ortaya konmak istendiğini ama bu yöndeki yönelimlerin de pek masum olmadığını söyledi. Düzenin de yükselen tevhidi bilinçlenmeye karşı millilik üzerinden kendi İslamcılık modelini hemen her darbe sonrasında yaratma çabasına koyulduğunu belirten Aydın, Milli Görüş Partilerini değerlendirdi ve bu çizgiyi temsil eden partilerin her kapatılma sonrası yeniden kurulduğunda İslami söylemden giderek uzaklaştığını ve milliliğe çok daha yakınlaştığını söyledi. Ayrıca gelinen aşamada giderek de bir liberalleşme hastalığının revaçta olduğunu kitaptan hareketle hatırlatan Aydın, bir zamanlar tevhidi bilinçlenme halkalarını paylaşan ve hatta Dergicilik üzerinden bu sürece öncülük edenlerin büyük bir çoğunluğunda baş gösteren kırılmaların ibretamiz olduğunu ve kitapta Dergicilik üzerinden ortaya konan açılımların da bu bağlamda sürecin gelişim seyrine ışık tutan önemli dökümanlar niteliğinde olduklarını ifade etti.
Aydın son olarak 'sivil İslam' yöneliminin de aslında 'siyasal İslam'a karşı konumlandığını, İslami devlet talebini dışladığını, İslamcılık geleneği ya da ihya ve ıslah çabalarında iktidar/devlet eksenli 'resmi İslam'a rastlanmayacağını, sivillik iddiasının kendisinin bizatihi resmilikten veya devletten bağımsız olamayacağını belirterek Türkiye bağlamında buna model olarak öne sürülen Fethullah Gülen modelinin de ulusal bazda milliyetçi ve küresel düzlemde ise modernleştirici bir yapıda olduğunu ifade edip sunumunu tamamladı.
Son konuşmacı olarak söz alan ve sunumunu 'Türkiye'de İslamcılık ve Özeleştiri' kitabının son üç bölümü üzerinden gerçekleştiren Ali Değirmenci ise konunun önemine dönük vurgularla başladığı konuşmasında tevhidi uyanış sürecinin öncü talebelerinin çok daha erken zamanlarda sürece dair özeleştiri yapsalardı bugün çok daha farklı/ileri noktalarda olunabileceğini ancak bu sorumluluğa dönük gerekli yeterliliğin ortaya konamadığını ve Türkmen'in çalışmalarının mevcut durumda anlam ve öneminin oldukça büyük olduğunu söyledi. Türkiye'de oldukça geç ve donanımsız oluşan uyanış sürecinde ilk dönemlerde gerek ülke düzleminde ve gerekse de genel olarak ümmet coğrafyası ölçeğinde tarihten devralınan mirasta Kur'an ve sünnet merkezli ciddi, zinde ve yaygın çıkışların bulunmadığını; parça doğrular ve güzelliklerin varlığıyla birlikte değerlendirmede sağlıklı ve sahih ölçüt, kriter ve kıstasların ve birikimli öncülerin olmadığını; sisteme, tarihe, topluma, Muaviye'ye, Yezid'e nasıl bakılması gerektiğini; sanata, kültüre, edebiyata, evliliğe, akrabalık ilişkilerine, topluma nasıl bakılacağı ve hangi fıkıhla yaklaşılacağını öğrenme noktasında ciddi yetersizlik ve zaafların bulunduğunu söyledi ve bu yüzden gelinen aşamada mevcut niteliğin oldukça önemli olduğunu ve önemsenmesi gerektiğini ifade etti.
Müslümanlarca süreçlerinin yeterince muhasebe edilip mevcut birikim ve niteliğin önemsenmemesine karşın düşmanlar tarafından İslami uyanış ve bilinçlenme sürecinin oldukça ciddiye alındığını ve hala da boğulmaya çalışıldığını söyleyen Değirmenci, sürecimizi zaafları ve kazanımlarıyla özeleştiriye tabi tutup emperyalistleri ve yerli işbirlikçilerini faş eden davamızı daha kuşatıcı yapılar ve mücadele pratikleriyle ileriye taşımanın önemini vurguladı. Buradan hareketle Seyyid Kutub'u ve yeniden Kur'an Neslini inşa etme projesine değinen Değirmenci, bu projenin yaşadığımız koşullarda çağa verilebilecek en önemli yanıt olduğunu belirterek hiçbir beşeri ideolojinin mütekamil anlamda kendi fiili modelini oluşturamadığını, oysa Kur'an Nesli projesinin Rasulün önderliğinde sağlanmış ilk fiili modelinin bulunduğunu ve bunun büyük bir imkânı ifade ettiğini söyledi. Bu projeyi reel ölçekte kendi pratiğimize taşımamız bağlamında Türkmen'in kitabındaki 'Kur'an Nesli Tasarımında Aşamalar' isimli bölümün önemi üzerinde duran Değirmenci konuşmasını bu doğrultudaki tespitler üzerinden sürdürdü. Değirmenci, son olarak 'Küresel Kuşatma Karşısında Yeni İlmihal' çağrısını yapan Türkmen'e bu konuda da açılımlar sağlayacak yeni eserler tavsiyesinde bulunarak konuşmasını tamamladı.
Ali Değirmenci'nin duygu yüklü ve coşkulu sunumundan sonra program oturum başkanı M. Balcı'nın özet değerlendirmesi ve H. Türkmen'in yaptığı kapanış konuşmasının ardından sona erdi.
Kaynak: HaksözHaber