DARWİNİST MODERNİZİM VE BUNA KARŞI YÜKSELEN TEPKİLER
Abdulvahhab el- Messiri*
On dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren Batı uygarlık düzeninin kâinata, ötekine ve kendine bakış açısı netleşmeye başladı. Bu bakış açısına göre, kâinat özünde maddeden ibarettir ve tüm kâinatta geçerli olan maddenin hareketi kanunudur. Bu nedenle maddi olmayan hiçbir şey cevhere yani öze ait değildir. Dolayısıyla bunlar dünyevi ve toplumsal meselelerimizin düzenlenmesinde esas alınamaz. Bu düşünceye göre kâinatta sabit hiçbir şey yoktur, insanın doğası da dâhil olmak üzere kâinattaki her şey daimi bir değişim içindedir.
Modernizmi şöyle tanımladılar: ?Olgu ile ilişkimizde aklı, bilgiyi ve teknolojiyi kullanmak.? Bu tanım ile marifetin külli ve nihai boyutu hayatımızdan dışlanmaktadır. Fakat Batı modernizminin tüm bileşenleriyle dikkatli ve kapsamlı bir tanımını yapabilmek için marifi boyuttan yararlanmak zorundayız.
Bunu yaparsak Batı Modernizminin sadece ?akıl, bilim ve teknoloji?nin? kullanımından ibaret olmadığını bilakis bunların insani ve ahlaki değerlerin dışında kullanımı olduğunu görürüz. O halde Batı modernizmini aslında şöyle tanımlamanın daha doğru olduğunu görürüz: ?olgu ile ilişkilerimizde akıl, bilim be teknolojinin değerlerden bağımsız (value-free) olarak kullanımı.?
Modern Batı uygarlığında bilinçli veya bilinçsiz olarak insani boyut devreden çıkarılmaktadır. İşte bundan hareketle değerlerden bağımsız bilimden (value free science) bahsederken sanki bize, insan doğasından bahsetmenin metafizik alanına düşmek olacağını söylemek istiyorlar. Çünkü bir değer olarak insan doğasından bahsettiğimiz zaman, bu durumda insan için değişmez bazı sabit değerlerin de varlığını kabul etmemiz gerekecektir. Bu, insan doğasından bahsetmenin ?değerlerden bağımsızlık? kavramına meydan okumak anlamına gelmesi demektir.
İşte bu düşünce tarzının bir sonucu olarak dünya değerlerden kopuş sürecine girdi. Bu insani, ahlaki ve dini ölçülerin göz ardı edilmesi demektir. Böylece adalet ve zulüm, hak ve batıl, ve hatta çirkin ile güzel arasındaki farkı fark edebilmek gittikçe mümkün olmaktan çıkmıştır.
Değerlerden bağımsız modernizmi savunanlardan bazılarının tasavvurlarında şimdilik bazı değer ölçüleri bulunmuş olsa bile, bu süreç içinde, bu değerlerin maddi olmamaları nedeniyle, kaybolacağı kesindir. Dolayısıyla şimdilik bunların düşüncelerinde var gibi görünen bazı değer kırıntılarına çok de bel bağlamamak gerekir.
Tüm bunlar, benim mutlak veya kapsamlı izafiyet dediğim yani her şeyin izafi olması düşüncesinin hâkimiyeti anlamına gelir. Fakat ölçülerin olmadığı yerde ortaya çözümsüz problemler çıkmaktadır. Esas alınacak mutlak değer ölçüleri bulunmazsa, insanlar arasında meydana gelen sorun, çekişme ve ihtilafları neye göre çözeceğiz. Zira, arasındaki görüş ayrılıkları ve çatışmalar insan varlığının tabii bir gereği olarak hep olagelmiştir.
Şayet hiçbir değer ölçüsü tanımazsak, bu sorunları neye göre çözeceğiz!?
İşte tam burada tek bir değer, mutlak olarak tek bir değer ön plana çıkıyor ki bu da güçtür. Hak haklının değil, güçlünündür. Şayet güçlüyseniz, gücünüzü kullanarak tüm ihtilafları kendi lehinize çözebilirsiniz. Bu anlayış Batı modernizminin Darwinci bir çizgiye kaymasına yol açmıştır.
Batı modernizmi kâinatı, güçlülerin kendi hesapların göre tavzif ettikleri, kutsallığından arındırılmış tüketim maddesine dönüştürmüştür. Buradan hareketle şöyle diyebiliriz: Değer ölçülerinden yoksun Darwinci modernizm, dünyaya sömürülecek bir madde gözüyle bakan Batı Emperyalizminde pratiğini bulmuştur. Batı Emperyalizmi dünyayı, hammadde ve ucuz işgücü kaynağı ve kendi sorunlarını ihraç edebileceği halksız topraklar olarak algılamıştır.
İşte bu Darwinci modernizm dünyayı yıkıma sürükledi. Bakınız neler oluyor: Petrol fiyatlarının yükselmesi, gıda maddelerinin fiyatlarının artışı, bölgesel çatışma ve savaşların artması, silah üretim ve ticaretinin yeryüzündeki en büyük ticaret maddesi olması, tüketimin artışına paralel olarak çevre kirliliğinin dışı boyutlara ulaşması ve daha sayamayacağımız içinden çıkılması güç bir sürü sorunlar... ve bu sorunlar listesi her gün yeni ilavelerle gittikçe kabarmaktadır.
Kamusal yaşamı yönlendiren yönetim mevkisindeki seçkinci elitlerin kamusal alan, dış politika vs. alanda esas aldıkları ölçülerle, halkın devlet alanı dışındaki özel yaşamında ve birbirleriyle olan ilişkilerinde esas aldıkları ölçüleri birbirinden ayırmalıyız.
Burada şuna işaret etmek isterim: Pragmatizm çoklarının düşündüklerinin aksine, Darwinizmin bir başka yansımasıdır. Bunun ?yenilgiye uğramış zayıfların Darwinizmi? diyebiliriz ki bunlara biçilen rol, İsrail?in Araplara biçtiği rol gibi emri vaki ve yenilgi siyasetini kabul etmeleri ve mevcut şartlara uyum göstermelerdir.
Bunlar ancak en güçlünün hayatta kalmayı hakkettiğini, hasımlarının ise zayıf olduğunu, hiçbir güç ve kuvvetlerinin bulunmadığını biliyorlar. Güçlü ve galiplerin Darwinist pragmatizmi zayıflara hayat hakkı tanımaz. Onları kendi iradelerine tabi olmaktan başka bir seçenek bırakmak istemez.
Pragmatizim de Darwinizm gibi maddeci bir felsefe olduğundan, maddi olan dışında bir değer ölçüsüne itibar etmez. Hayatın sadece maddi boyutuyla ilgilenir.
Bizim yönetici elitlerimiz hali hazırda pragmatizmi yani zayıfların Darwinizmini benimsemiş olduklarından dolayı yegane dertleri yaşadığımız yenilgi olgusunu içselleştirip kabullenmekten ibarettir. Koşar adımlarla İsrail, ABD, ve diğer güç odaklarına doğru seğirtmeleri bundan dolayıdır. Yani kendilerini iflah olmaz ebedi zayıflık kompleksine kaptıran liderlerimiz, galiplerin ve güçlülerin himayesine sığınma yarışına girmektedir. Bu durum zayıfların Derwinizmi psikolojisinin bir sonucudur.
Fakat ben egemen elitlerimizin bu yönelimlerini kabul etmiyorum. Zira ben Allah?a imanımın bir gereği olarak insana, halkın gücüne ve uygarlık birikimine inanıyorum. Yüce Allah bize kendi ruhundan üflemiş ve bizlere istersek maddi yüzeyselliği aşma kabiliyeti bahşetmiştir. Buradan hareketle Batı?nın maddeci modernizmine alternatif yeni bir modernizmi geliştirmemiz mümkündür.
Bazıları niçin yeni bir modernizm diye sorabilir. Niçin modrnizmden tamamen farklı bir şey değil de, alternatif bir modernizm? Bu soruya şöyle cevap verebiliriz. Yaygın olan kavramları kullanmak zorundayız. İsme fazla takılmamak gerek. Bugün modernizim denilince akla, tüm vahşeti, çirkinlikleri ve değer ölçülerinden kopuşuyla Darwinist modernizim gelir.
Kavramın yaygınlığı ve analitik söylem üzerindeki egemenliği dikkate alınınca, ihmali ve yerine farklı bir kavram kullanılması zor olmaktadır. Burada dikkat çekmek istediğimiz asıl mesele, Darwinist modernizmin içeriğidir. Aynı şekilde modernizimin anlaşılıp istifade edilmesi gereken başarılarını da görmezlikten gelemeyiz. Alternatif Modernizim arayışımızda, mevcut modernizmin vahşi yönünü vurgularken, insanlığa sağladığı kazanımları da inkar edemeyiz.
Batı modernizmi 1965?e kadar insan hayatındaki verimli dualizmi muhafaza edebilmiştir. Kamusal yaşamın tamamen modernleştirilip laikleştirilmesi ve değerlerden koparılması bundan sonra gerçekleşmiştir.
Bununla beraber özel hayat alanı, birtakım hristiyani değerleri veya yüzeysel olarak laikleştirilmiş hristiyani değerlerle şekillenmeye devam etmiştir. Kamu yaşamı ise mücadele ve rekabet alanına dönüşmüştür. Batı insanı aynı zamanda isteklerini yükseltme ve arzularını ertelemeye muktedir olmaya devam etti ki bu da onu üretken ?iyi vatandaş? yaptı.
Batı modernist düzeni kendisini dünya mutluluğuna giden yol olarak sunmayı başarmıştır. Batı ve özellikle de Amerikan medyası ve Hollywood bu yıkıcı görüşün benimsetilmesinde başat rol oynamıştır.
Dolayısıyla bu nevi eğlence kültürünün ve bütün olarak Darwinist modernizmin insani ve sosyal mazmununun farkında olmamız gerekir. Aynı şekilde bu çarkın devamı için ödenen bedellerin de bilincinde olmamız gerekir.
Bu nedenle örneğin buzdolabı ve otomobil gibi icatların bize konfor sağlayan önemli icatlar olduğunu malum. Fakat bunla beraber şunu da bilmeliyiz ki büyük şehirlerdeki hava kirliliğinin en önemli nedeni bu tür ulaşım vasıtalarıdır.
Örneğin Kahire gibi bir kentin hava kirliliğinin en önemli nedeni arabalardır. Kişi arabasının kontağını çevirdiği zaman, sadece arabasının motorunu çalıştırdığını değil, aynı zamanda açılan petrol kuyularını, çıkarılan ham petrolün nice aşamalardan geçirilerek rafine edilişini, onu diğer bölgelere nakleden dev tankerleri ve tüm bunlardan kaynaklanan çevre kirliliğini de düşünmelidir. Araba kullanıcısının motorunu çalıştırıp arabasını hareket ettirdiğinde, sadece arabasını değil aslında tüm dünyaya hâkim olan, dev bir sistemi harekete geçirdiğini bilmesi gerekir ki insanlar artık bunu yavaş da olsa idrak etmeye başladılar.
Evet, insanlar artık Darwinci Modernist sistemin maddi ve manevi külfetinin yüksekliğinin farkına varmaya başladılar. Bu külfetin maddi yönüne bir bakalım. Hali hazırdaki bazı araştırmalar sabit tabiî servet (fixed natural capital) kavramını kullanıyorlar ve tabiatın değiştirilemez unsurları üzerinde duruyorlar. Bu araştırmalara göre Batının sanayi ürünlerini, mukabilinde sabit tabiat sermayesinden yaptığı harcamalarla kıyasladığımız zaman, bu sanayi projelerinin tamamen zararlı olduğunu görürüz. Batı, görünür sanayi başarısını ve bunun devamını, tüm insan cinsinin bunun ağır faturasını ödemesine borçludur. Batı sanayisinin ağır faturasını tüm insanlık öderken, bunun ganimetine sadece Batı insanı konmaktadır.
Maddeci uygarlığının tüm insanlığa faturası gün geçtikçe kabarmakta? Örneğin bir nükleer tehlikenin nasıl önleneceği sorunu hala belirsizliğini korumaktadır.
İlerleme insan cinsinin mutluluğunu gerçekleştirmesi gerekirken, bugün onun yeryüzündeki varlığını tehdit eder duruma gelmiştir. Sürekli ilerleme düşüncesi, bugün hali hazırda bilinmeyenlerin gelecekte bilineceği ve bilgi ağı genişleyecek ve bilinmeyenlerin alanı daralacak. Fakat bizler gördük ki bilgi alanı attıkça, bilinmeyen alanı daha büyük ölçüde artmaktadır.
Geçmişte Darwinci Modernizme karşı koyma çabaları olmuştur. Bu çabalardan en önemlilerinden biri de belli ölçülerde de olsa örneğin adalet gibi insani değerleri vurgulayan ve toplumun hareketine insani bir boyut katmak isteyen sosyalist deneyimdir.
Fakat ne var ki süreç içinde sosyalist deneyim de tedrici olarak Batı uygarlık sisteminin yapısına entegre edildi. Sosyalizmin maddeci felsefi yapısı bu entegreyi kolaylaştırmıştır. Böylece artık sosyalizmin de hedefi çok tüketebilmek için çok üretmek olmuştur. Diğerleri içinde nihai hedef Batı uygarlığına katılmak olmuştur.
Batı uygarlığına karşı ikinci önemli direniş, ulusal kurtuluş hareketleri tarafından gösterilmiştir. Bu hareketlerin çabaları ve yürüttüğü mücadeleler sonucu sömürge durumundaki tüm ülkeler bağımsızlığına kavuşmuş ve İsrail dışında tüm sömürü yerleşim alanları tasfiye edilmiştir.
Fakat ne yazık ki ulusal bağımsızlık hareketleri ülkelerinin bağımsızlığı için mücadele verip bunu başarmalarına rağmen, bizzat kendileri Batı uygarlık sisteminin birçok söylemini benimsemiştiler. Batının siyasal egemenliği kırılırken, kültürel egemenliği kırılamamıştır. Örneğin Batının ilerlemenin zirvesi olduğu ve sorunlarımızı ancak Batı uygarlık sistemini aynen benimseyerek aşabileceğimize dair söylem bunlardan biridir. Aynı şekilde ilerleme, üretim ve tüketim olarak tanımlanmıştır.
Yönetici siyasi elitlerimiz, tüm yetkileri elinde bulunduran merkezi ulusal devlet anlayışını benimsemişler, vatandaşlığı da bu tür buyurgan ve ceberut devlete tam itaat olarak tanımlamışlardır. Seçkinci elitlerimizin modern devletin yapısının boyutlarına dair yeterli bilinçleri yoktu.
Dolayısıyla devleti azınlık bir grup eliyle veya tek parti düzeni ile idare edebileceklerini düşünüyorlardı.
Siyasi bağımsızlıklarına yeni kavuşan bu devletlerden birçoğu, ekonomik kalkınmalarını en kıza zamanda başarmak için, demokrasiyi bir tarafa iterek, devlet idaresinde Sovyet yönetim tarzını benimsediler?. Tek parti yönetimi, tüm hayatı kuşatan ağır ahtapot bürokrasi, muhalif hiçbir görüşe hayat hakkı tanımayan ve bırakın devlet başkanlığı düzeyinde hiçbir seviyede yönetimin değişimine imkan vermeyen polis devleti rejimi?
Bu durum, yeni nesillere ve farkı fikirlere yönetimde yer vermeyen yönetici seçkinler kendilerini yenileme ve geliştirme imkanından mahrum bırakmışlardır. Bu da milli çıkarlara değil kendi grup çıkarlarına hizmet eden baskı gruplarının güçlenmesine hizmet etmiştir.
Görüleceği üzere tüm siyasal akımlar (Marksistler, İslamcılar ve Liberaller) değişik seviyelerde de olsa da Batının değer ölçülerinden yoksun uygarlık modelini örnek almaktalar.
Batı Uygarlığına karşı son direnç, artık tüm dünyada halkların yükselen bilincinden kaynaklanmaktadır. Yeşiller hareketini ve diğer halk hareketlerini buna örnek olarak verebiliriz. Bu hareketler vahşi Batı kapitalizminin dünya çapında yol açtıkları kirlenmeye karşı mücadele vermektedirler.
Dünya halkalarının çevre konusundaki duyarlıklarının artmasına bir örnek de, Mısır?ın Dimyat kentinde yaşanan olayları verebiliriz. Bilindiği gibi Dimyat halkı bölgede bulunan en büyük çimento fabrikasının çevreye yaptığı tahribat üzerine harekete geçerek, bu fabrikanın kapatılması için gösteriler düzenlemişlerdir. Bunu halkın bu konudaki bilinç düzeyinin artışına bir örnek olarak verebiliriz. Allahu a?lem. (Allah daha iyi bilir).
*Mısırlı düşünür ve yazar.
Bu makale Oktay Yılmaz tarafından TİMETURK için tercüme edilmiştir.
Yazarın diğer yazıları için tıklayın:
İşgal altındaki Filistin ve Amerikan Aklı
Yahudiler ve Bakteriler
Neo-Conlar ve Silah Sanayi