Ali Abdulaal*
İslam dünyasındaki dini cemaatlerle ilgili tartışmalar genellikle fıkhî ihtilaflara ve bu cemaatlerin benimsedikleri fıkhî görüşlere çok fazla dikkat edilmeksizin ve bunlar hesaba katılmaksızın daha çok siyaset noktayı nazarından yapılmaktadır. Çoğu kez ?selefiler? ile ?İhvan? arasındaki farkın, her iki tarafın da amel ettikleri delillerine bakılmaksızın, birinin siyasetin dışında, diğerinin ise siyasetin içinde olmasından ibaret olduğu zannedilir. Oysaki genel olarak ihvan çizgisi sadece muayyen bir fıkhî görüşü ve sadece tek bir mezhebi esas almaz. Fakat ?selef? ekolünü benimseyenler genel olarak Hanbeli mezhebinin usul ve görüşlerini esas alırlar.
İslamî yönelimleri yakından tanımak isteyen herkesin bu fıkhî görüşleri tanıması ve bu fikhî görüşlerin İslami organizasyon ve hareketlerin, seçimlere katılım, parlamento üyeliği, muhtelif sanatsal ve kültürel faaliyetlere iştirak gibi çağın tartışılan konuları karşısındaki konumlarını da ne oranda etkilediğini de görmesi gerekir.
İşte bu kapsamda İslami Hareketler konusunda uzaman olan ve aynı zamanda Dünya Müslüman Âlimler Birliği ve Almanya Müslüman Âlimler Heyeti?nin üyesi ve İslamonline. Net?in Şer?i meselelerden sorumlu müdürü sayın Dr. Muhammed Abdullatif el- Benna ile ?Yöntemler ve Hareketler olarak İslamcılar? isimli seminerde bir araya geldik. Dr. El-Benna?nın bu alanda yaptığı birçok çalışma bulunmaktadır. Kendisi 2002 yılında ?Çağdaş İslami akımlar arasındaki fıkhî ihtilaflar? isimli tezi ile mastır derecesi kazanmıştır.
İSLAMDA İHTİLAF FIKHI
Dr. el-Benna konuşmasının başında ?usul-i fıkıh? ilmindeki ihtilaf hükümlerinin iyi etüt edilip anlaşılması gerektiğini söyledi. İslam?daki ihtilaf ahkâmının iyi anlaşılması, Müslümana, içinde yaşadığı toplum ve toplumda yaşayan bireyler ve hatta kendisinden farklı delillere sahip kimselerle ilişkisinde gerekli fikri ve fıkhî donanımı sağlayacağı gibi ona bu delilleri ile teatide bulunma imkânı da verecektir. Bu ilim o kadar önemlidir ki İslam fakihleri, ilim talebesinin mutlaka ihtilaf edebiyatı, muhalif ile ilgili hükümler ve onunla ilişki konusunda geniş bir birikime sahip olması gerektiğini söylemişlerdir. Bu, hakkında eski ve çağdaş âlimlerimizin kitaplar yazdığı geniş bir alandır. Bilindiği üzere temelde İslam ahkâmının kaynağı Allah?ın kitabıdır. Peygamberin sünnetiyse, bazen hüküm inşa etse de temelde kitabın hükümlerini açıklayıcı niteliktedir.
Fıkhi ihtilaflar, İslam teşri kaynağının, birden fazla görüş ve manaya ihtimal içeren çok sayıdaki delillerinden kaynaklanmaktadır. İhtilaflı meselelerde çoğu kez Peygamber (sav) muayyen bir anlam belirtmemiş oluyor. Yoksa insanların belirtilen o manaya uymaları ve kesinlikle ihtilaftan kaçınmaları gerekirdi.
Yine aynı şekilde birçok şer?i delil lafzi, sübuti ve fikri yoruma açık durumdadır. Bu da insana geniş bir hareket alanı tanımaktadır. Sonra kendi başına bu delilleri ile amel eden her bir şahıslar fikir, yöntem ve üslup bakımdan farklı yapılara sahiptirler. ? Siz anlayış kapasiteniz, ilminiz, araştırmanız, kültürünüz ölçüsünde nassdan ( delilden) bana göre daha iyi anlam çıkarabilirsin ve yine ben de yeteneklerim ölçüsünde aynı nasstan sana göre daha fazla hükümler çıkarabilirim.? İşte Peygamber (sav)?in ? Nice fıkıh taşıyan kimseler vardır ki taşıdıkları kimse ondan daha büyük fıkıh sahibidir.? Sözünün anlamı budur.
İSLAMİ HAREKETLER VE FIKIH
İslami hareketlerin liderleri ve mensuplarının kendileri için yöntem kabul ettikleri fikri ve fıkhî görüşler temelde İslam Şeriatının muhtevasında aslen mevcuttur. Aynı şekilde bu alandaki görüş ayrılıkları da şeriatın ihtilafa açık alanına dairdir. Tüm bunlar İslam fıkhının izin verdiği hususlardır. İslami hareketler konusunda yazanlar genellikle bu hareketlerin tarihleri veya fikri yapıları üzerinde durmaktalar, bazı âlimler de yazılarında daha çok bu hareketlerin İslami davet konusundaki rollerini ön plana çıkarmaktalar. Sanki bu hareketler sadece insanların sosyal, siyasi iktisadi vs. sorunlarını çözmek için çalışan birer davet mektepleriymiş gibi! Fakat bu cemaatlerin fıkhî seçimlerine ve bu seçimlerden kaynaklanan görüş ayrılıkları meselesine değinen kimseyi pek göremedik.
İhtilaflar meselesi, işlenilmesi zor olmasına rağmen, üzerinde durulması gereken önemli bir husustur. Günümüzün yaşanan bir olgusu olan bu mesele de Dr. el-Benna şöyle demektedir. ? Kim ki fıkhın cüz?i bir meselesini usulün temeli yapmaya çalışırsa haddi aşmış ve hata etmiş olur. Kim de usulün asli bir meselesini, fıkhın cüz?i ve tali bir meselesiymiş gibi görürse o da haddi aşmış ve hata etmiştir. Meseleleri kendi ölçüleri içinde değerlendiren kimse selefi salihin yolundan giderek, İslam teşrisinin ruhunu doğru kavramış ve onu insanlara doğru aktarmış olur.?
?Dolayısıyla Cemaatler arasındaki fıkhî ihtilaflar konusunu kavramak bu cemaatlerin fıkhi yönelimlerini anlamak açısından son derece büyük öneme sahiptir. Bunu anladığımız ölçüde cemaatlerin çeşitli sorunlar karşısında takındıkları konumları daha iyi kavrayabilir, hoşgörü ruhuna ne ölçüde sahip olup olmadıklarını ve hangi pozisyonu hangi fıkhî anlayışa dayanarak almış olduklarını anlayabiliriz.?
ÇAĞDAŞ YÖNELİMLER
Şu an hali hazırda sahada mevcut buluna çok sayıdaki İslami cemaati temelde şu ana gruplar içinde toplamamız mümkündür. Dr. el-Benna Mısır?da ki bu İslami yapılanmaları şöyle saydı:
1- el- Ezher. Ezher hem eski bir İslami kurum olarak hem de Mısır gibi büyük bir devletin İslam merkezi olarak, yetiştirdiği âlimleri ile tarihe mal olmuş büyük bir kurum olarak bu listenin başında yer almıştır. Yoksa Devletin resmi yönelimini temsil ettiği için değil.
Ezher tarihi ve büyük bir İslamî kurum olarak, şeyhi âlimler heyeti tarafından seçilirdi. Fakat ne var ki Muhammed Ali Paşa?dan itibaren başlayan modernleşmenin etkisiyle Ezher?in rolü de zayıflamaya başlamıştır.
Şu husus tarihi bir gerçektir ki Ezher ilmin minaresi ve ilim talebelerinin kubbesiyken, vakıflarının kamulaştırılıp, Ezher?in hükümete bağlı bir kurum olarak yapılandırılmasından sonra, Ezher?in siyasi görüş bildirme ve bu sahada ümmete öncülük etme hakkı ve ümmeti harekete geçirme yeteneği elinden alınmıştır.
2- Mısır Darul İtfası: Bu kurum Ezher-i Şerif gibi kısmi bir bağımsızlığa sahip değildir. Direk Adalet Bakanlığına bağlıdır ve devletin resmi görüşlerinin dışına çıkamaz. Bu kurum birçok meselede Ezher ile görüş ayrılığına düşmüştür. Tarihi açıdan aslında öncelikle Ezher?in İslami otoritesini sınırlamak için kurulmuştur. Daru?l İtfanın kendine ait bazı fetvaları, ülkede siyasi şartların değişmesiyle ve yöneticilerin baskılarıyla birçok kez değiştirdiği vaki olmuştur.
3- İhvanu?l Müslimun: İslami Hareketlerin temel çekirdeğini İhvan oluşturur. Tüm hayatı İslami değerler doğrultusunda yeniden inşa etmek gibi bir hedefi vardır. Belli bir zaman ve koşullar içinde doğdu ve gelişti. Ana yurdu olan Mısır?da başı sürekli hâkim rejim ve yöneticilerle dertte oldu. Sayısız sarsıntı ve sıkıntılara maruz kaldı. İhvan mutlaka muayyen bir fıkhî mezhebi takip etmeyi ve sadece ona bağlı kalmayı gerekli görmez.
4- Selefi davet: El- Benna bu konuda şöyle diyor:? Aslına bakarsanız tüm ümmet selefidir.? Çünkü selefi kelimesi ile Hz. Peygamber (sav)?e uyan kimse kastedilmektedir. Bu selef halef tüm ümmetin ?münafıklar hariç- ortak vasfıdır. Peygamberin (sav) öğretilerini uygulayan herkes kendisini selefi olarak isimlendirsin veya isimlendirmesin, selefidir.
Selefi hareketin inşasının temel amacı İslam Akidesini korumak, bidat ve çeşitli şirk türleriyle mücadele etmek ve insanlar kitap ve sahih sünnet ile amale davet etmektir.
Mısırdaki selefi hareket birkaç gruba bölünmüştür. Bu grupların başında ?ilmi selefilik? akımı gelir. Bu hareket herkesin ihtiram ve saygısını kazanmıştır. Zira bu akımın mensupları, ilme büyük önem vermekte ve karşılaştıkları meseleleri derin ilimi araştırma ve tahlillere tabi tutmaktadırlar. Mesele üzerindeki tüm görüş ayrılıklarını ilimi bir tarafsızlık içinde nakil ettikten sonra, gerekirse kendi tercih ettikleri görüşü delilleriyle ortaya koyarlar.
El-Benna, selef ekolünün önemli isimleri olarak şunları saydı: İskenderiye âlimlerinden Şeyh Muhammed İsmail el-Mukaddem, Seyh Yasir Burhami, Şeyh Ahmed Ferid.
CİHADİ HAREKETLER SORUNU
5- Cihadi hareketler: Şeyh Ömer Abdurrahman liderliğindeki Cemaat-i İslamiye ile Muhammed Abdusselam Ferec ve Abbud ez-Zümer liderliğindeki Cihad Hareketini kapsamaktadır. Cihad Hareketi 1981 yılında eski başkan Sedat?a suikast düzenleyen örgüttür. Her iki cemaat de rejimi ?güç? kullanarak değiştirme metodunu benimsemişlerdir. Münkeri el ile değiştirmenin bir yolu olarak cihad etmeyi görmekteler.
Silahlı mücadeleyi yöntem olarak benimsemiş her iki cemaat arasında önemli bir fark olmamakla beraber Cihad Örgütü devlet başkanı ve devletin resmi kurumların beraberce tekfir ederken, Cemaat-i İslamiiyye?nin yayınlarından anlaşıldığına göre onlar, Allah?ın hükümleriyle hükmetmeyen devlet başkanını tekfir ederken, devlet kurumlarını tekfir etmemektedirler.
6- Tekfir ve Hicret: Bu kimseler Harici düşüncenin uzantıları mahiyetindedir. Çünkü kendileri gibi düşünmeyen herkesi tekfir etmektedirler. Onlara göre Kuran ve sünnet?in dışındaki geçmiş âlimlerimizden bize intikal eden tüm eserler batıl ve geçersizdir. Bu kimseler Mehdi beklentisi içinde toplumda tamamen soyutlanmış olarak yaşamaktadırlar. Bu cemaat, hapishanelerde güvenlik birimlerinin şiddetli işkencelerine maruz kalan kimselerden teşekkül etmiştir. İşkence gören bu kimselerde şöyle bir düşünce oluşmuştur: Dinimiz dolayı bize bu işkenceleri reva görenler ve buna ses çıkarmayanlar Müslüman olamaz.
Bunların liderliğini 1977 yılında Şeyh ez-Zehebi suikastinden sonra idam edilen mühendis Şükrü Mustafa yapmaktaydı. Mustafa?nın idamı cemaatin diğer fertleri için sarsıcı olmuştur.
CEMAATLER ARASI İHTİLAF VE MÜCADELENİN NEDENLERİ
İslamcıların kendi aralarındaki görüş ayrılıkları konusunda Dr. el-Benna şöyle diyor: Araştırmalarım ve uzun gözlemlerim sonucu fark ettim ki bu cemaatler arasında bilinen fıkhî ihtilafların dışında daha çok bu cemaat mensuplarının alevlendirdikleri başka nedenlerden kaynaklanan birtakım ihtilaf ve düşmanlıklar da mevcuttur. Şayet bu müdahaleler olmasa iş kendi tabii seyrinde gelişirdi. Bilinen fıkhî boyutunun dışındaki ihtilaf nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Herkesin kendi görüşüne taassup ile bağlanması. Bazı cemaatle bu konuda öylesine bir kör taassup içindedirler ki kendilerinden başka hiçbir görüşü asla duymak ve tartışmasını yapmak istemezler. Aynı alanda bir rakip görmeye asla tahammül edemezler. Örneğin Sufilerin yaptığı gibi davet, inanç, ruhi terbiye gibi var oldukları alanı tek başlarına sahiplenmeye çalışırlar. Her cemaat çalıştığı alanda kendisinin sadece söz hakkı olmasın istemektedir.
2- Nefsin arzusuna uymak. Birçok kimse bu illetten beri olsa da özellikle fıkhın fur?u meselelerinde hevesine göre fetva verenler rastlanmaktadır. Örneğin Şükrü Mustafa gibi bazıları birtakım çıkarlar uğruna önce sakal tıraşını haram kılan bir fetva yayınlamışlar, sonra bundan vazgeçerek kesilmesiniz caiz olduğuna dair aksi yönde bir fetva çıkarmışlardır.
Hevese göre hareket etmek tehlikeli bir husustur. Onun için Cenabı Hakk insanları hevalarını ilahlaştırmaktan sakındırmıştır. ?Hevasını ilah edineni görmedin mi?? ( Furkan, 43) Allah?ın yerine nefsin heva ve arzularını ilah edinmek kişiyi felaket sürükleyecek tehlikeli bir meseledir.
3- Bilgisizlik meselesi. Şeriatı izin verdikleri ve vermedikleri hususunda bilgisizlik? Başkalarının sahip oldukları fikhi, fikri ve hatta siyasi ve iktisadi birikim hakkında bilgisizlik? Başkalarının ihtiyaçları konusunda bilgisizlik? Bazıları kendilerini öyle tahayyül ediyorlar ki sanki ilmin son noktası ve zirvesi onlarmış!
Oysaki sahabe, tabiin ve müctehid imamlar ile büyük âlimlerimize göre ki- İslam?ın görüşü de budur- ?Hz. Peygamber dışında herkesin görüşü kabul ve reddedilebilir.?
BAZI İHTİLAF KONULARI
İslami cemaatler arasında çeşitli ihtilaf konuları mevcuttur. Bunlar İslam inancı, hükmün kaynakları ve usul, emirlik meselesi ve siyasi görüş ayrılıkları gibi birçok alanı kapsamaktadır. Her bir başlığın altında ayrıca daha başka fikir ayrılıkları mevcuttur. Dr. el- Benna İslami cemaatler arasındaki bu ihtilaf noktalarını şu örnekleri verdi:
- Hükmün kaynağı: Tekfir ve Hicret cemaati dışında tüm cemaatler, İslam?da, dinin ve hükmün genel kabul gören tüm kaynaklarını aynen kabul ediyorlar. Tekfir ve Hicret Cemaati ise dinin kaynağı olarak sadece Kitap ve Sünneti kabul ediyorlar. Kıyas, icma ve diğer tali kaynakları hüccet olarak kabul etmiyorlar.
- Tevessül konusu: Bu mesele Selefi cemaatler ile Sufi cemaatler arasındaki en önemli ihtilaf konularından biridir. Allah ile veya hayattayken Hz. Peygamber (sav) ile tevessülün caiz olduğu hususunda bir görüş ayrılığı yok. İhtilaf, Hz. Peygamber?in makamı veya vefatından sonra kendisi ile tevessülde bulunmanın caiz olup olmadığı hususunda yaşanmaktadır.
Selefiler Hz. Peygamber?e hayata iken tevessülü caiz görürler, ancak vefatından sonara tevessülün caiz olmadığına kanidirler. Hz. Peygamber?in makamı ile tevessülü ise, şirk olarak görürler.
Sufilere gelince, onlar bu meselede aşırıya kaçmış ve büyük bir ifrata saplanmışlardır.. Öyle ki peygamberleri bırakın, ölüler ve evliyanın kabirleriyle de tevessülü caiz ve güzel görmüşlerdir. Çünkü Sufilere göre velayet makamı kişiyi beşer mertebesinin üstüne çıkarır.
İhvan ise bu konuda vasat çizgiyi takip ederek, bu durumu tasvip etmemekle beraber, genellikle selefiler gibi kişiyi kesin şirke düşüren itikadi bir konu olarak da görmezler.
MÜNKERİN GİDERİLMESİ, HÜKÜM VE BİAT
?Emri bil Naruf ve Nehyi anil Münker? (İyilikleri emir ve tavsiye, kötülükleri yasaklama ve giderme) meselesinde Ezher-i Şerif, münkerin (akıl ve dinin kabul etmediği her tür kötülük ve çirkinliğin) söz, dil ve el ? bunlardan hangisi mümkün olursa ? ile değiştirilip giderilmesinin caiz olduğuna ve bunlardan her bir merhalenin kimler tarafından nasıl uygulanabileceğine dair açık hükmünü vermiştir.
Bu konuda selefi hareket de Ezher?in çizgisine yakın bir yöntemi savunmaktadır. Dr. Yasir Bürhami bazı yazı ve kitaplarına bu konuyu ele alarak İslam Âleminde genel geçer kabule uygun açıklamalar yaptı. Ayrıca her bir merhalenin kimler tarafından ve nasıl uygulanabileceğine dair ayrıntılı bilgiler sundu.
Cemaaat-i İslami ise bu konuda farklı görüşlere sahiptir. Onlar ümmetin yönetici ve teker teker her bireyinin en önemli görevinin, münkeri sadece dil ile değil öncelikle el (güç) ile değiştirmek olduğunu söylüyorlar. Onlara göre münkerin İslam toplumunda yayılması durumunda yönetimin iznini alamaya gerek kalmadan her ferdin bunu eliyle değiştirmek için harekete geçmesi gerekir. Bu durumda öncelikle, münkere göz yuman yöneticinin derhal devrilerek yerine Allah?ın ahkâmını uygulayacak Müslüman bir yönetici getirilmesi gerekir. Cemmat yöntem olarak, münkerin güç yoluyla değiştirilmesi ve İslam?ı uygulamayan rejimlerin gayri meşruluğu ilkelerini benimsemiştir. Cihad Örgütü de aynı çizgide bir görüşü benimsemiştir. Onlar münkeri değiştirmenin güç ile alakalı olduğu ve Cihadın her müslümana farzı ayın olduğu görüşüne sahipler.
Resmi bir kurum olarak Daru?l İfta ve Sufilere gelince onlar bu meseleye hiç girmemekte ve emri bil maruf ve nehyi anil münker meselesinde bir görüş açıklamamaktalar.
Tüm toplumu tekfir eden ? Tekfir ve Hicret? cemaatine gelince, onlar Müslümanların güçsüzlük dönemi yaşadıklarını ve bu nedenler emri bil maruf nehyi anil münker vecibesinden sorumlu olmadıkları kanaatindedirler. Onlara göre emri maruf meselesi, ancak insanların yeniden İslam?a girmelerinden sonra gündeme gelebilecek bir husustur.
Hüküm ve biat meselesi: el- Ezher, ümmetin biatını içermesi nedeniyle yönetimi elde etmenin tek aracının seçimler olduğu görüşündedir. Selefi akımların da bazıları seçim yöntemini benimserken, bazıları bunun gerekli olmadığı kantindedirler.
İhvan?ın bu konudaki görüşü gayet açık. Yönetim tarzı olarak demokrasiyi benimsiyor ve seçimlere katılıyorlar. Değişimi, silaha başvurmaksızın, seçim yoluyla iktidara gelerek, sağlayabileceklerine inanmaktadırlar. Onun için parlamento ve diğer mahalli idareler ve meslek örgütlerinin seçimlerine tüm güçleriyle iştirak etmekteler.
Tekfir gruplarına gelince, tüm toplumu tekfir ettiklerine göre, seçimler konusundaki görüşleri belli. Bu anlamda kesinlikle siyasi bir faaliyetleri yoktur. Onlara göre yasama meclisleri, kanunlar çıkararak, Allah?a ait olan hüküm koyma yetkisini gasp etmekteler. Dolayısıyla bir Müslümanın buna iştirak etmesi mümkün değildir. Onlar prensip olarak ister aday, ister seçmen olsun, seçimlere katılan herkesi tekfir ederler.
Cihad Cemaati ise, yönetime ulaşmanın tek yolunun Allah yolunda cihad olduğu görüşündedir. Onlara göre zaten mevcut rejim ve yönetimlerle cihad, şer?i bir farizadır. Yönetime ulaşmak için parti ve seçim gibi yollara kesinlikle karşılar. Çünkü onlar da bunun sadece Allah?a ait olan hüküm koyma yetkisinin bir gaspı olduğuna kanidirler. Onlara göre hiçbir kimse ve kurum kanun koyamaz. Bu nedenle seçimlere katılan cemaat ve partileri, Allah?ın diniyle oynamakla itham ederek tekfir etmekteler. Aynı şekilde parlamento üyelerini de tekfir etmekteler. Onlara göre şeriatın uygulanmasını halk oylamasına sunmak da küfürdür. Çünkü bu, Allah?ın dininin uygulanması insanların keyfine bırakmak olur. Oysaki biz, insanlar istesinler veya istemesinler Allah?ın dinini uygulamakla sorumluyuz.
SAKAL BIRAKILMASI KONUSUNDA İHTİLAF
Sakal bırakılması meselesi fıkhi bir ihtilaf konusu olduğu gibi Cemaatler arası ihtilafın da bir konusudur. Bu konuda Dr. Muhammed el-Benna şöyle diyor: el-Ezher?in bu konudaki görüşü gayet açıktır. Ezher, bu meseleyi üzerinde durulmaya değmez, önemsiz bir konu olarak görmektedir. Sünnet uymak düşüncesiyle sakal bırakan kimsenin bu niyetinden dolayı sevap ümit edebilir ancak sakalını kesiyor diye de kimsenin cehennemi hakkettiği söylenemez. Ezher, fıkhın fer?i ve ictihadi bir konusu olan bu meseleden dolayı taassup göstermemek gerektiğini beyan etmiştir.
Fakat Selefiler bu konuda farklı düşünmekteler. Onlar, bu konudaki sahih hadislerin zahirine bakarak sakal bırakmanın farz ve tıraş edilmesinin haram olduğunu söylemekteler. Çünkü onlara göre bu aynı zamanda Allah?ın yaratışını değiştirmek ve kadınlara benzemek anlamına gelmektedir.
İhvan-ı Müslimun Cemaati bu konuda hoşgörülü bir görüş benimsemiştir. İmam Hasan el- Benna, kıyafet ve sakalı, hayatın zaruretleri olarak değil dış yansıması olarak görürdü. İhvan?ın bu konuda muayyen bir fıkhî görüşü esas kabul etmemesine rağmen, lider kadrolarının tamamına yakını sakallıdır.
Tekfir Cemaati de sakal bırakmayı, zorunlu nedenler olmadıkça, farz olarak görür. Zorunlu durum söz konusu olduğunda cemaat emirinin izniyle tıraş edilebilir. Bunlarda bazıları sakalsız imamın araksında namazı caiz görürken, bazıları caiz görmemektedir.
Cihad Cemaati de İslami beyan görevini sürdüren kimselerin sakal, örtü gibi İslam?ın şiarlarına riayet etmeleri gerektiği görüşündedir.
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: İslam?ın amacı, bu cemaatlerden bazılarının yaptıkları gibi Müslümanları ayrılık ve bölünmelere sevk etmek değil, onları birlik ve beraberliğe ulaştırmaktır.
Hz. Peygamberin, Beni Kureyze seferinde, arkadaşlarının bir an önce harekete geçirip Beni Kureyza topraklarına sevk etmek için: ?Kim Allah?a ve ahret gününe inanıyorsa, ikindiyi ancak Beni Kureyza?da kılsın? diye buyurduğunu hepimiz biliyoruz. Yolda ikindi namazının vaktinin geçmesinden endişe eden bazı sahabeler ?Peygamber?in amacı namazımızı geçirmemiz değildir? diyerek namazlarını yolda kılmışlar, bazıları da? Peygamber ne dediyse onu yaparız? diyerek ikindiyi buluşma noktasında kılmak üzere yola devam etmişlerdir.
Bu hadis Hz. Peygamber (sav)?e ulaşınca onlardan hiçbirini tenkit etmemiş ve hatta ?sizin yaptığınız doğruydu? diyerek iki grubun görüşleri arasında tercih dahi yapmamıştır. Bu ve Kitab ve sünnetin diğer nasları İslam?ın ihtilaf ahlakını göstermektedir. İslam, fikir ve görüş ayrılığına ve toplumda birçok görüşün bir arada bulunmasına izin vermekte, tek bir görüşün topluma dayatılmasını reddetmektedir. İslam bizimle aynı görüşte değil diye diğer Müslümanları ayıplamamızı, onları fısk ve nifakla suçlamamızı kesinlikle yasaklamaktadır. Bu tür görüş farklılıklarını bir ayrılık vesilesi değil, ümmetin zenginlik ve birlik kaynağı olarak görüp değerlendirilmesi gerekir.
Görüş ayrılıklarına izin veren İslam şeraiti aslında, ayrılıkların giderilip ümmetin birliğinin sağlanmasını hedefler. Çünkü ümmet için asıl olan yardımlaşma ve birliktir. İslam, Müslümanlar arasındaki ilişkilerin hoşgörü temelinde yürütülmesini ister.
Bu makale Oktay Yılmaz tarafından TİMETURK için tercüme edilmiştir.