Dolar

34,8713

Euro

36,6128

Altın

3.007,09

Bist

10.058,63

Filistin ve Amerikan Aklı

Dünyada vuku bulan onca olaya rağmen, İdrak/algı haritası sabit ve nihai değildir, ısrarla sürdürülecek bir direnişle kırılabilir.

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-05-28 06:38:00

Filistin ve Amerikan Aklı

İşgal altındaki Filistin ve Amerikan Aklı

Abdulvahhab el-Messiri*

Bölgenin haritasına bakan bazı insanlar, Siyonist devlete ayrılmış olan toprakların yaşama elverişli olmadığını düşünebilir. Hatta Filistin bölgelerindeki İsrail işgalinin doğasına ilişkin fotoğraflara bakan bazıları, bu işlere çok kafa yormasa da zeki olan Amerikalıların olan biteni hemen kavrayacağını zannedebilirler. Ancak vakıa bunun tersini gösteriyor.

İnsanoğlu genelde vakıaya (olan bitene) hemen karşılık vermez, genelde onu idraki ya da idrak haritası yoluyla algılar. Bu idrak haritasını oluşturan şey de efsaneler, mitolojiler, anılar, kanaatler, maddi vakıadan önce varılan ön yargılardır.

Amerikan aklında var olan idrak haritası, Amerikalıların, hatta bu insanlar arasındaki uzmanların bile, entelektüellerin vakıayı bütün boyutlarıyla anlamasını engelliyor. Kaldı ki zihni her gün medya haberleri ve saptırıcı bilgilerle kirletilen sıradan Amerikan insanının bunu anlaması hayli zor.

www.counterpuch.com adlı sitede 14 Şubat 2008 tarihinde Kathleen and Bill Christison imzasıyla bir yazı yayınlandı. Kathleen'ın daha önce CIA'da uzman analist olarak çalışan bir isim olduğu belirtiliyor. Bill'in ise CIA'nın bölgesel ve siyasi analiz departmanı bölüm başkanı olduğu kaydediliyor.

İkisinin birlikte yazdığı makalenin başlığı, ?Duvarla Diyalog: Amerikan Düşüncesinde Filistin? adını taşıyor. Makale, Arap-İsrail çatışması olarak adlandırılan olguya Amerikalıların nasıl baktığını göstermek hedefiyle yazılmış.

Yazarlar şunları söylüyor: ?Son günlerde küçük bir grupla Amerikan dış siyasetine ilişkin çeşitli konuları ele aldık. Filistinlilere yapılan haksızlık ve zulümle ilgili hiçbir şekilde Amerikan medyasında yer almamış bir takım resimler sunduk. Filistin topraklarındaki İsrail işgaline ilişkin 40 yıldır kayıtsız bir tavır içerisinde olan insanları kısmen de olsa etkilemeyi ve ön yargılarını kırabileceğimizi düşünüyorduk.

Bu insanların söylenenleri dinleyecekleri ya da anlatılanlardan bir şeyler öğreneceklerine ilişkin tahminlerimiz maalesef yerinde bir tahmin değildi. Bunun yanında tartışma grubunun birçok üyesi, Filistin-İsrail çatışmasına ilişkin bazı gerçeklerin ortaya konmasından oldukça rahatsız olmuştu. Bu tutumları, Amerikan yönetiminin, İsrail'in Filistin topraklarındaki işlemekte olduğu şiddet ve baskıyı önlemek istemeyen hatta zaman zaman teşvik eden Amerikan yaklaşımına ilişkin açık bir örnekti.

BM'nin ve insan hakları derneklerinin ortaklaşa hazırladıkları Batı Şeria'ya ait haritalar, en iyi senaryolara göre kurulma ihtimali olan Filistin devletine ilişkin vakıayı oldukça çarpıcı biçimde veriyordu. Irkçı/ayrımcı duvarın birbirinden kopardığı ve kontrol noktalarıyla birbirinden ayrılmış bu topraklar üzerinde Filistin devleti kurulması planlanıyordu. Ayrıca Batı Şeria'nın çeşitli yerlerine dağılmış Yahudi yerleşim yerleri bütün Batı Şeria'nın %10'unu kapsamaktaydı. Sonra sadece Yahudi yerleşimcilere ayrılmış olan ve bütün yerleşim birimlerini birbirine bağlayan Filistinlileri kapalı yolları hesap edin. Üstüne üslük bunlara, yaklaşık Batı Şeria'nın %4'ünü ifade eden, İsrail'in Filistinlilere yasaklayarak kendi topraklarına kattığı Ürdün köylerini de eklediğinizde ortaya çıkan tabloyu düşünün.

Haritalar açıkça, İsraillilerin en cömert durumda Filistinlilere verecekleri toprakların sadece Batı Şeria'nın %50 ila 60'ını kapsayacağını (ayrıca bu rakam Filistin'in toplam topraklarının sadece %11 ile 12'isine tekabül ediyordu) ve Kudüs?ü ihtiva etmeyecek bu toprakların birçok parçaya bölüneceğini bizlere ifade ediyordu.

Son yıllarda defalarca gittiğimiz Filistin topraklarında çektiğimiz resimler şunları gösteriyordu: Ayrımcı duvar, geçiş noktaları, kafese benzeyen kontrol noktaları, Filistinlilerin yıkılmış evleri, tahrip edilmiş resmi binalar, Filistinlilere ait topraklar üzerine kurulmuş olan geniş İsrail yerleşim birimleri, tahrip edilmiş ekili araziler, İsrail ordusunun bombardımanı ve şiddet kullanması nedeniyle durma noktasına gelmiş Filistin şehirlerindeki ticaret.

Bu tür harita ve resimleri defalarca sunmamıza rağmen çoğu hükümet yetkilileri, akademisyen, gazeteci, sağdan sola geniş bir siyasi yelpazeye mensup çeşitli insanlardan oluşan bir gruptu bu. Yani ABD'de çok iyi yetişmiş seçkin insanlardan oluşmaktaydılar.

Ancak İsrail'in ve ona destek vermesi sayesinde Amerika'nın yaptıklarına, bir ulusu bütünüyle yok etmeyi hedefleyen politikalarına hiç önem vermeyişleri bundan daha açık ortaya konamazdı.

İlk yaptığımız sunumun ardından dinleyicilerden kendini Yahudi olarak tanıtan bir bayan, bu söylediklerimizi daha önce hiç duymadığını ve bunların anti-semitizm'den de kötü ve taraflı olduğunu söyledi.

Aslında bu anti-semitizm suçlaması Amerika'da çok yaygın kullanılması sebebiyle ehemmiyetsiz olmasına rağmen bir dereceye kadar rahatsız edicidir. Asıl değerlendirilmesi gereken ise, bize karşı yöneltilen suçlamalara hiçbir şekilde cevap verme ya da tartışma ihtiyacı hissetmeyen diğer katılımcıların verdiği tepki -ya da tepkisizlik- idi. Onlar, ya bizim sunduğumuz konuları tartışmayla ya da Yahudilerin acılarını azaltacak yöntemlerle vakitlerini geçirdiler.

Bizi anti-semitik olmakla suçlayan kişiyle olan kısa konuşmamız gerçekten önemliydi. Ancak gerçekleri ortaya koyarken gösterdiğimiz tek yanlılığı belirleyen neydi? Bizim sunumumuzu tek yanlı olmaktan çıkarmak için olması gereken ya da eksik olan neydi? Bu soruları kendisine yönelttik.

Söz konusu bayan cevap vermedi ancak, tavır ve hareketleriyle İsrail'in Filistinlilere yaptıklarının mutlaka bir mazereti olduğuna inandığını gösteriyordu. Sonunda ?Mutlaka Filistinliler bu işi başlatmışlardır.? ifadesini kullandı, -Bu aslında anlama sürecinden önce, düşünülmeden söylenmiş sözlerdi-.

Onlara bazı tarihsel ayrıntıları, 1917 yılındaki Balfour Deklarasyonu'yla Yahudilerin Filistin topraklarına nasıl akın ettiklerini, bu tarihten önce Yahudilerin Filistin'deki toplam nüfusun sadece %10'unu oluşturduğunu, daha sonra BM'nin, Yahudiler Filistin'deki toprakların sadece %7'sine sahipken ve nüfusun sadece %33'ünü oluşturuyorken ülkenin %55'ini kendilerine veren 1947 yılındaki taksim kararını anlattık.

Bu bayanın anlattıklarımıza cevabı ise, ?Fakat Yahudiler, bunları yapmamışlardı.? şeklinde oldu. Onu bu vehimden kurtardık ve ona Siyonistlerin Filistin'de etnik bir temizlik yapmayı amaçladığını ve bunu çeşitli vesilelerle gösterdiklerini söyledik. Özellikle de İlan Babih adlı bir yazara ait çeşitli askeri ve sivil belgelere dayalı olarak yazılmış ?Filistin'de Etnik Temizlik? adıyla yayınlanmış kitabı hatırlattık.

Gözleri kızardı, yüzünün rengi değişti ama konuşmadı. Bu gerçekleri inkar edemeyeceğini anlayan bayan, tarihe dönmenin gereksiz olduğunu söyledi-bu, Siyonistlerin meşhur martavallarından biridir- İsrail, demokratik bir devlet olarak değil, Yahudilerin sığındığı bir devlet olarak inşa edilmişti ve dolayısıyla kendisini, uygun olduğunu düşündüğü şekilde düzenlemeye hakkı vardı.

Ve son olarak, tartışmayı organize eden kişi, diğer katılımcıları, konuşmayı sürdürmeye çağırdı ancak konuşulanlar bu söylediklerimizden ileriye gitmedi.

Konuşma bir saat kadar daha önemli bir konu etrafında döndü: Tartışmacıya katılanlardan biri anlaşılmaz bir şekilde zamanın ruhundan bahsederken bir başkası, açıkça kendisi hakkında konuşulması zor olan Zeitgest'in (zamanın ruhunun) durumu etkilediğini söyledi. Diğer başkaları ise Filistinlilerin 'terörist' eylemler gerçekleştirirken İsrail'in nasıl olup da barış yapacağını anlattı.

Buradan hareketle, bir psikiyatr, kendisinin tedavi ettiği ve sürekli işkence ve şiddet korkusuyla yaşayan tecavüz kurbanlarıyla Yahudiler arasında karşılaştırma yaptı.

Bu gruptan çok azı, İsrail siyasetinin çeşitli özellikleri ve maddi olarak olup biten hakkında sorular sorarken tartışma bir süre sonra Yahudi acıları üzerinde yoğunlaştı. Katılımcılardan biri, Filistinlilerin de korku ve acı içinde yaşadıklarını hatırlattı ama kimse bunu tartışmadı bile..

Kimse birinci bayan konuşmanın bize yönelik anti-semitizm suçlamasına itiraz etmemişti. Sonuçta aslında bizim yaptığımız sunumun temel konusu olmasına rağmen tartışmacılardan hiç biri İsrail siyasetlerine ilişkin bir şey söylemedi.

Tartışmadan bir gün sonra bizim katılımcılarla e-mail üzerinden yazışmamıza izin verildi. Biz de bu yazışmalardan birinde tartışmayı organize edenlere bize yönelik anti-semitizm suçlamalarına izin verildiğine ilişkin bir şikâyette bulunduk. Ayrıca bize yönelik suçlamaların hiçbiri ispat edilme ihtiyacı duyulmuyordu.

Kendisiyle yazıştığımız bir başka kişi ise, ABD seçimlerindeki Yahudi oylarının öneminden bahsedilmesi hakkındaki şaşkınlığından söz ediyordu. Kendisine hiçbir yorum yapmaksızın Mother Jhones adlı bir dergide çıkan, Yahudilere karşı zor durumda bulunan Barak Obama'nın Yahudilere yönelik iyi niyetini ve İsrail'e bağlılığını, İsrail'in Gazze'ye yönelik ablukasının haklı olduğunu ifade eden sözlerini yorumsuz olarak gönderdik.

Ve son olarak piskiyatr olan bayana bir mektup göndererek, Yahudilerle tecavüz suçluları arasında yaptığı benzerliğe ilişkin bir yorumda bulunduk. Kendisinin de bildiği gibi, tedavi sırasında tecavüz kurbanı olan kişilere kesinlikle bu yaşadıklarını başkalarına yansıtmaması yönünde öğüt verildiğini, genelde kaybettikleri öz güveni yeniden elde etmeleri yönünde çalışıldığını ve korkuları aşmaya çalışmasının teşvik edildiğini belirttik. Daha önce Yahudilerin bu tür bir tedaviye maruz kalmadığını, tersine Yahudi lider ve siyasetçilerin Yahudilerin bu korkusunu yenmek yerine onu kışkırttığını ve hatta bu korkuyu komşularına karşı kullanarak saldırı siyasetini beslediğini ifade ettik. Bizim tarafımızdan yapılan bu kabalıklar haddinden fazla olduğu gibi aynı zamanda uygunsuz ve gayr-ı medeniydi. Ancak kimse bu mektuplarımıza karşılık vermek ya da bu mektupları aldıklarından dolayı teşekkür etmek ihtiyacını hissetmedi. Bu ise Filistinlilere karşı işlenen -Gazze Şeridi'nin kuşatılması ve insanların aç bırakılması da dâhil- suçlarla ilgili olarak Amerikalıların içinde bulundukları kayıtsızlığı göstermesi açısından ibret vericiydi.

Ayrıca bu suskunluk ve tepkisizlik aynı zamanda bitmiş olan ve rahatsız edici olan bir tartışmayı yansıtıyordu.

Amerikalı bir grup seçkin insanla yaptığımız bu yararlı tartışma çok rahatsız ediciydi. Bu, Amerikan kamuoyunun devam etmekte olan Arap-İsrail çatışması hakkında ne kadar yüzeysel ve gerçeklerden uzak bilgilere sahip olduklarını ve Amerikan siyasetinin sonuçlarına yönelik ilgisizliklerini gösteriyordu.

ABD'nin dış siyasetine ilişkin bu kayıtsızlık ve mevcut durumu değiştirmeye yönelik isteksizlik bu toplantıda açıkça kendini göstermişti. ABD ve İsrail saldırılarının kurbanlarına yönelik önem verme ihtiyacı açıkça kendini belli etmiş ve tüm bu kayıtsızlıkların ABD ve müttefiklerini, saldırı ya da ölüm emri vermesine kadar giden siyasetlerin nedenini çok güzel açıklamıştı.

Belki de bu tepkisizlik ABD'yi yüzbinlerce Vietnamlıyı öldürmeye itmişti. Bu suskunluk, ABD'nin Afganistan ve İran'da katliamlarda bulunmasına izin veriyordu. Bu durum, demokratların kendilerini Cumhuriyetçilerin temsil ettiği askeri eğilimlerden bütünüyle ayıramamalarına yol açıyordu. Ve tabii ki bu kayıtsızlık, İsrail'e Filistin halkını bütünüyle katletmeye ve onları etnik temizliğe tabi tutmaya neden oluyordu.?

Makale bitti, ve hiçbir yoruma ihtiyacı yok. Bu tablo bize bir şeyi açıkça ortaya koyuyor: Amerikan siyasi ve bürokratik elitlerinin Arap-İsrail çatışmasını nasıl algıladıklarını.

Bu tablo çok acımasız ve umut kırıcı olabilir ancak bizim düşmanla olan mücadeleyi daha iyi şartlarda yürütebilmemiz için onu göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Her şeye rağmen, İdrak/algı haritası sabit ve nihai değildir, ısrarla sürdürülecek bir direnişle kırılabilir.


*Mısırlı düşünür-yazar.


Bu makale Faruk Bayraktar tarafından TİMETURK için tercüme edilmiştir.


SON VİDEO HABER

İHH'dan Suriye'deki fırınlar için un desteği çağrısı

Haber Ara