Hırsız Edebiyatçılar ya da Edepsiz Hırsızlar
Halis Çelebi*
Bir bayan kardeşimiz ?Savaş Suç ve Deliliktir? adında Subhi Derviş?e ait bir makale bulduğunu bana söyledi. Makaleye baktığımda kelimelerin derinliğini ve makalenin bilgi örgüsünü bir yerlerden tanıdığımı fark ettim. Çünkü o kelimeleri bir araya getirmek ve olgunlaştırmak için çok çaba sarf etmiştim. Böylece uyarı kaçınılmaz olmuştu. Zulmedilenler dışında kötü sözün söylenmesini Allah (c.c.) sevmezdi.
Şaşırdım ve kardeşimize makalede kendi kokuma rastlamamın ardından sordum. O da bana ?Pardon, bu makale sizin? dedi. Ancak isim farklı, kim kimden aldı acaba?? diye sordu. Şansım varmış ki kız kardeşimiz, tövbe eder ve yaptığı hatadan geri döner umuduyla makalenin orijinal halini bulup bana gönderdi. Bazı adamlar vardır yumurta çalar bazıları deve çalar. Yumurta çalmakla hırsızlığa başlayanların sonu, deve çalmak ya da banka soymaktır. Bu iş oralara kadar gider. Yani bu kanı bozuk kişinin gün gelip bana ait bütün eserleri ve birikimi kendisine mal etmesi çok da uzak bir ihtimal değildir. Çünkü bu sadece bir mouse tıklaması kadar bir iştir. Kopyala Susam kopyala!!! Tıpkı Hz. Süleyman?ın cinleri gibi. Adam, ömrüm boyunca akıttığım bütün terleri birkaç dakika içerisinde kopyalayabilir. Gecelerimi gündüzüme katmışım, uykusuz kalmışım, ter akıtmışım, onlarca sene çalışmışım, yüzlerce kaynağa başvurmuşum, ne gam! Bu tür bir haramiliğin mutlaka teşhir edilmesi ve açığa çıkarılması gerekirdi. Çünkü bu tipler, ateşin en alt kademesinde bulunan münafıklar gibidir.
Bu nedenle, bayan kardeşimizin mektubuna, sözlerimin muhatabının Subhi Derviş olduğunu bildirerek cevap verdim: ?Sen benim hayallerimi yıktın ey Subhi! Sen kestirme yolu bulmuşa benziyorsun. Ancak İncil?de yazdığı gibi, nice yollar vardır ki birçok insan, bu yolları kullanır geniştir, kocamandır ama insanı yok oluşa götürür. Nice yollar da vardır ki, dardır ebedi rahatlığa ulaştırır, çok az insan bu yollara iltifat eder. Ey Suphi! Bana erdemli bir bayan arkadaşımız, başka bir başlıkla yazmış olduğun ve benden çalmış olduğun makaleyi bana gönderdi. Bu makalemi, sahtekârlığın ortaya çıkmasın diye daha önceki bir makalenin başka bölümüyle birleştirmişsin. Beni hayal kırıklığına uğrattın ey Subhi! Bunu sen bir kez değil defalarca yaptın. Sen edebi hırsızlık yaptın ve bu, korkak ve hırsızların ahlakıydı.
Bir defasında seni Haşim Salih teşhir etmişti de son de ona benim sözcüklerimle cevap vermiştin! Allah?a tövbe etseydin daha doğru bir iş yapmış olurdun. Çalışmayı ve alınterinle bir şeyler karalamayı kendine çok gördün; halbuki bunu yapabilirdin. Ancak nefsine bu kolay geldi? (nefsine kardeşini öldürmeyi önce kabul ettirdi sonra da onu öldürdü-ayet). Zaman çok geç olmadan Allah?a tevbe et ey Subhi! Yaptıkların ortaya çıktı, sen kaybedenlerden oldun. Bu bayan kardeşimiz, bana makaleyi iletti ama kimin kimden aktardığını anlamamıştı.
Ben bir delil getirdiğimde bunun kaynaklarını zikrederim. Sen de zikretseydin büyük bir güç ve güven kazanmıştın. Ancak sen, helâka ve yok oluşa götüren kolay ve geniş yolu seçtin. Seni çok sevmeme rağmen ey Subhi, senin Yehuda?nın Hz. İsa?ya yaptığı gibi bana ihanet ettiğin için, onun gibi intihar etmeni istiyorum! İntihar burada, kendini iple asmak, kafaya sıkmak ya da siyanür içmek şeklinde değil kültürel anlamda intihardır.
İnsanın en büyük sermayesi itibarıdır. Ruhun ölümü, bedenin ölümünden beterdir. Fitne ölümden beterdir (ayet). Gerçekte hırsızlar çeşit çeşittir. Kimisi vardır ki bir göz açıp kapayana kadar bir şey çaldığında onu yakıcı bir ateş kovalar (ayet). Bir de başkalarının kitaplarını çalanlar vardır ki bu kitaplarını kendilerine mal eder, çirkin bir şekilde kitabı kopyalar. Aynı şey içlerinde en büyüklerinin Hz. Muhammed olduğunun belirtildiği ?En Etkin Yüz Kişi? adlı kitabın başına da geldi. Kitabın kapağına kendi çalışması olmadığı halde bir Arab?ın ismini koydular. Kitap aslında Michael Hardt adlı bir Amerikalı bilim adamına aitti. Aslında bunu yaparak Peygamberimizi yüceltmek isterken tersine ona kötülük yapmış oluyordu. Biz, o yüce peygamberin tabiilerinden olduğumuz halde Araplar olarak kendi ismimizi oraya koyduk.
Michael Hardt ise, Peygamberin tabiilerinden değildi ama çok güzel bir eser ortaya koymuştu ve Peygamberi listenin en başına koyarak doğru bir iş yapmıştı. Çünkü peygamber her şeyde başarılıydı. Elini üstüne koyduğu her sorun mutlaka çözülür, her kriz tatlıya bağlanır, çatallı, karışık, dolambaçlı, belalı ne kadar iş varsa karşısında kendisine teslim olur ve içindeki sırrı açardı. Bu sana dirayetli kişiyle başarısız kişi arasındaki farkı gösterir. Dirayetli kişi çözüme odaklanır. Başarısız kişi ise soruna. Yetenekli kişinin düşünceleri azalmaz, yeteneksiz kişinin ise mazeretleri azalmaz. Muvaffak olan kişi her çözümsüzlükte bir hal yolu görürken istidatsız kişi her çözümde bir problem görür. Yetkin kişi, ?çözüm zor ama mümkündür? der, kifayetsiz ise ?çözüm yok? der. Marifetli kişinin çuvallar dolusu gerçekleştirilecek hayalleri vardır, beceriksizin ise dağıtacak tonlarca hayali. Başarılı kişi, ?insanların sana davranmasını istediğin gibi davran der, başarısız ise ?insanlar seni aldatmadan önce sen onları aldat? der.
Başarılı kişi, çalışmaktan zevk alır, başarısız kişi ise çalışmaktan acı duyar. Başarılı kişi geleceğe umutla bakar, başarısız ise geri dönülmesi imkânsız geçmişe. Başarılı kişi, söylediği şeyi seçer, başarısız ise gelişigüzel konuşur. Başarılı kişi delil ve kanıtlarıyla konuşur, Başarısız ise açık bir delil olmadan ve kaba bir dille konuşur. Başarılı kişi en zor ve parlak işleri gözüne kestirir, bir o çukura bir bu çukura düşer. Özetle, başarılı, olayları meydana getirir, başarısız kişiyi ise olaylar meydana getirir. Bu saydığımız özelliklerin çoğu, bugünkü Arapların aksine Peygamber efendimizde vardı. Bugün Arapların durumu tıpkı Peygamber dönemindeki Arapların bir gök gürültüsü duyduklarında ölüm korkusuyla kulaklarını tıkamaları durumuna benzer. Bu Araplar, Lübnan topraklarında 2006 yılında Hasan Nasrallah?ın kahramanlıkları karşısında da aynı şeyi yaptılar.
Mümin zina eder ama yalan söylemez. Çünkü yalan, bütün kötülüklerin kaynağıdır. Şayet insan yalan söylememeyi başarırsa bütün ahlakı düzgün olur. Şayet bozulursa, fesadın kaynağı bütün kötülüklerin anahtarı haline gelir. Halkın malını çaldığı halde kör kalabalıkların yollara çıkıp ?Canımızla kanımızla her şeyimiz sana feda olsun Ey Korsan!? dediğine sıkça rastlarız.
Milattan önce 2000 yıllarında İkinci Ramses?in kendi ilahlığını daha da yüceltecek putları eksik değildi. Yeteri kadar put ve bina dikmişti. Fakat hızını alamadı, kendinden önceki firavunların yaptığı bina ve heykelleri yıktırdı. Üzerlerinden kendinden önceki firavunların isimlerini sildirdi. Aradan geçen 3500 yılın ardından arkeologlar. gelip Ramses II?nin yaptığı sahtekârlığı ortaya çıkardı. Etrafta, gerek karınlarını yemekle gerekse ceplerini altınla doldurma konusundaki tamahları ve bitmek tükenmek bilmeyen açgözlülükleri nedeniyle başkalarının fikri eserlerini gasp eden birçok şöhretli yazar var. Tıpki bizim Subhi Derviş gibi başkalarının yazı ve eserlerini kendilerine mal eden yazarlar bunlar. Kapakta adını çevirmen, şarih ya da dipnotlandıran şeklinde koysaydı ve kitabı gerçek sahibi olan Michael Hardt?a isnat etseydi, çok daha iyi bir iş yapmış olurdu. Ancak bu tür işler İbn-i Haldun?un dediği gibi eleştirmenin gözünden kaçar, takip eden kişi bile bazen görmeyebilir ama kitaplar ve yazı konusunda uzman olan benim gibi insanlar bu hırsızlığı ortaya çıkarır. Adam kalabalığın ortasında hırsız elbisesiyle böyle dımdızlak kalıverir.
Hırsızlıkta sanatkârdır, hiçbir zaman kendisine suçüstü yapılmamıştır. Eserin sahibinden kimsenin bilmediği köşelerde konuşur, onun adını anar ancak kitabın üzerinde kendisinin adı, başlığın hemen altında altın yaldızlı harflerle parlar. Sahtekârlık ortaya çıkartılana kadar benim başıma gelen şey budur.
Yazdıklarımızı saymış ve bu fikirleri sahibine irca etmiş olsaydım, kendisinden yararlandığımız insanların fikirlerinden geriye elimde beş on satır bir şey kalırdı.
Ancak bizim durumumuz, tıpkı İzaak Newton?un dediği gibi, devin sırtına çıkıp da onun göremediği şeyleri gören çocuk gibidir. James Watson, İbn-i Haldun ya da Einstein?in dehası, fizik, biyoloji ya da sosyoloji alanında birdenbire ortaya çıkmadı, bilakis kendilerinden önce onlarca insan bu konularda fikir yürüttüler, eserler yazdılar. Bu üçünün de özelliği kendilerinden önceki fikirleri sentezleme kabiliyetlerinden geliyordu. Böylece geçmişte meydana gelmiş birikimden yeni bir nitelik meydana getiriyorlardı. Kanunun dediği gibi: ?Kemmiyet (nicelik) birikimi keyfiyet (nitelik) değişimine yol açar.?
Bütün güzellik ve güç, bizim dışımızdakilerin söylediklerini belgelendirmekten başka bir şey değildir. Bizim sözlerimiz yepyeni şeyler olmayıp başkalarının sözlerine ilavedir. Bir süre önce sinemada gösterime giren Gökyüzü Krallığı adlı film hakkında bazı değerlendirmelerde bulunan bir makale yazmıştım. Bu makaleyi, bir internet sitesinde gördüm, Paris?ten kardeşim bana makaleyi gönderdiğinde bir de baktım ki bir Arap yazar, benim ismimi ima bile etmeden paragraflarımı olduğu gibi almış.
Bu hırsızlık dünyasında yeni bir şey değil. Arap ormanlarında sık rastlanan bir olgu. Çünkü biz yazarların malları haraç meraç satılıktır, fikirlerimizi diledikleri gibi gasp etmek serbesttir. Almanya?da bir gün Cerrahi ile ilgili bir kitap satın almıştım. Kitaba baktığımda cümlelerin üzerinde rakamlardan başka bir şey görmedim desem yeridir. Sonra anladım ki her cümlede birkaç kaynak kullanılmış. Bilimsel çalışmanın ve araştırmanın meşakkatini o zaman anladım.
Peygamber efendimiz (s.a.v.), tevazuun doruklarında gezinen bir şahsiyetti, onun ?Benden önceki peygamberlerin durumu, yapımı süren ama sadece bir tuğlası eksik olan bir evin durumu gibidir. İşte ben de o tuğlayım.? ifadesi, bu tevazuyu çok güzel bir şekilde göstermektedir. Bir arkadaşım ?Ölümsüz Yüz Kişi? adlı kitabı bana hediye ettiğinde kitabın sistematiği, düzenliliği ve serdedilen fikirlerin kalitesi dikkatimi çekmişti. Kitap boyunca okuyucuya anlatılan kişiler çok iyi bir şekilde seçilmişti. Arap yazarların önemli bir bölümünün yaratıcı olmadığını eskiden beri bilirim. Ancak bir Arap yazarın böyle bir kitap yazmasına çok şaşırmış ve hoşuma gitmişti. Sonradan ortaya çıktı ki aslında kitap kapağında adı bulunan Arap şahsiyete değil, çok büyük bir eser ortaya koyan Michael Hardt?a aitti. Yazar bunu duysa öfkelenir belki de ölümünden önce eserlerine el konulduğu ve gasp edildiği için işi mahkemeye götürmeye kadar vardırırdı. Yazarların Amerika?daki kazançları çok büyük. Denizde kum Amerika?da okuyucu. Buna karşılık ise Arap ormanında 70 milyon okuma yazma bilmeyen insan var. Örneğin Will Durant ?Felsefenin Öyküsü? adlı kitabı sayesinde milyoner oldu. Biz Arap yazarlar ise iflas etmiş fakirleriz. Bu nedenle, yayıncıların eline düşmemek için tıp konusunda uzmanlaşmaya çalıştım. Durant, mali olarak doyuma ulaştıktan sonra karısıyla birlikte Kaliforniya?daki bir sayfiye yerine çekilerek ?Medeniyetin Öyküsü? kitabını yazdı. İşte Arapların fiyaskosunun ardından yatan neden budur, ne para var ne de boş zaman.
Secine (mahpus) adlı roman, daha ortaya çıkmadan Suriyeli korsanlar tarafından iki kez çalındı. Ben ise ?İslami Hareket ve Özeleştiri? adlı kitabımın çarşı pazarda yirmi yıldır satıldığını öğrendiğimde şaşırmıştım. Bilgim yoktu, kimse de bana hakkını helal et, sana telif borcumuz var dememişti. Bu, ilk kez çalınan bir şey değil. Geçenlerdede benden paragraf paragraf alıntı yapan bir kitaba rastlamıştım. Benden alıntı yaptığını ifade etseydi kendisi açısından daha iyi olacaktı ancak kültürel geri kalmışlığımız buna mani oluyordu. Ne hukuk biliyoruz ne de sorumluluk. Peygamberin tabileri olan bizler için ne acı bir durum! Eseri sahibine irca ederek fikri eserin kıymetini bilen bu noktada başarıyı sahiplerine iade edenler için ise ne büyük şeref!
*Suriyeli düşünür-yazar.
Bu Makale Faruk Bayraktar tarafından TİMETURK için tercüme edildi.
Yazarın diğer makaleleri için tıklayın:
Düşünce Şoku
Ormanlar kralı aslan ile eşeğin itirafları