Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Fisk'i Türkiye'den arayan iki isimsiz telefon

The İndependent gazetesi yazarı Robert Fisk, 'Ortadoğu'da geçirdiğim 32 yıllık ömrüm boyunca iki kere isimsiz telefon aldım, ikisi de Türkiye?den' dedi.

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-05-09 06:49:00

Fisk'i Türkiye'den arayan iki isimsiz telefon

FİSK?İ TÜRKİYE?DEN ARAYA İKİ İSİMSİZ TELEFON

Amerika?da mı dünyada mı?

Hemen hemen her yerde, özellikle Amerika?da maalesef. Ayrıca Avrupa?da, yani benim yazdığım günlük gazete Ortadoğu?da ne kadar var ki? Ve bu bir ordu dolusu eleştirmen ya da bir ordu dolusu destekçimin olduğu fikri gerçek dışı. İnsanlar sizi okudukça başka bir şey daha okumaya geçiyorlar. Internet?ten ya da gazeteden The Independent okuyan insanların yüzdesi kaçtır? Hiçbir fikrim yok. İlginç olan İngiltere?den aldığım mektuplara kıyasla Amerika?dan daha fazla mektup alıyorum. İsrail?de olduğu kadar Arap dünyasında da okunuyorum. 32 yılda ömrüm boyunca iki kere isimsiz telefon aldım, ikisi de Türkiye?den Ermeni soykırımı hakkında yazdıklarıma itiraz etmek için aramışlardı. Biri Türk Ordusunun eleştirilmesine karşı çıkmıştı, diğeri de biraz daha ılımlı ifade etmeye yönelmeden birkaç yıl önce gerçekleşen Ermeni Soykırımı ile ilgili haberime karşı çıkmıştı.

Özellikle doğruluk için yapılan kampanyalar var, Boston?da bir yerde işleyen bir donanım var, insanların editörlere yazdıkları şehir kartpostallarından alıyorsunuz, üzerinde ?Bir daha derginizi asla almayacağım? yazıyor, benzeri şeyler Houston ve Teksas?tan da geliyor. Öncelikle biz dergi değiliz. İkinci olarak, yazık ki, Houston ve Teksas?ta yayınlanmıyoruz, dolayısıyla bu kişiler bir yerden satın alıyor olamazlar zaten ancak çöp kutusuna gidecek bu saçma kartpostalı yazmaya teşvik edilmiş olmalı. Ama bir lobi grubu tarafından düzenlenen bir kampanya varsa Amerika?da bunu ciddiye almaya meyilli olursunuz, biz ciddiye almayız. Doğrudan çöp kutusuna atarız. İnsanlar tarafından gönderilen bireysel, ciddi mektuplarla ilgileniriz. Ben de öyle. Gazetede onları teşvik ederim. Mektuplar, özellikle eleştirelse ya da onlarla ilgili belli bir kötülük varsa, onları yayınlamakta ısrar ederim ve bence bu iyidir. Bence bu insanların düşünmesini sağlıyor ve Orta Doğu?da neler olduğuyla ilgili sorgulama fikirlerini uyandırıyor.

Doğrusu ben Internet kullanmıyorum, dolayısıyla blogları, googleları ya da her ne varsa pek görmüyorum. Açıkçası seyahat ederken ve insanlar uçakta yanıma geldiklerinden bahsedebilirim ama buna pek dikkat etmiyorum. Bir gazeteci ve muhabirim ve büyük avantajlarımdan biri editörüm sütunumda fikirlere yer vermemi beğeniyor ve bir sokak muhabiri olmamı istiyor. Dolayısıyla Beyrut?ta bir bomba patlaması ya da Irak?ta savaş olduğunda ben orada oluyorum. Bu ender bulunan bir görev, çünkü pek çok muhabirin yazacak bir öyküsü oluyor ama düşünce sütunları olmuyor. Ayrıca sütun yazan insanların çoğu da devriye gezmiyor.

Onları ?otel gazetecileri? diye adlandırıyorsunuz, doğru mu?

Hayır, doğru değil. Benim söylediğim Bağdat?ta çalışıp oldukça iyi nedenlerden otellerinden çıkamayan gazeteciler, örneğin, güvenlik endişeleri, hayatlarını sigorta etmek için gazetelerin tuttuğu sigorta şirketleri, onları koruması için eski askerler gibi detaylı özel güvenlik tutulması gibi nedenler. Kendilerini etkin bir şekilde otel odalarından cep telefonlarını kullanırken buluyorlar, güvenlikli bir otel, di mi? Problem okuyucularına, dinleyicilerine, seyircilerine otelden haber yaptıklarını söylememeleri. Bir ?Bağdat Günlüğü? verirken sanki caddelerde araba kullanarak geziyorlarmış izlenimi veriyorlar. Duvarlarının etrafında kum torbaları olan ofisinde oturup, dışarı çıkmasına izin verilmeyen birinin yazdığı makaleleri buluyorsunuz. Daha ciddi tarafı okurlar ?Bağdat Günlüğü? ya da Basra ya da her neyse gördüklerinde muhabirin hareket halinde olduğuna inanmakta haklılar. Gidip haberleri kontrol edebilirler. Aslında dikkatli okursanız, ?Amerikan askeri diyor ki? Amerikan hükümeti şöyle diyor?? bunları söyleyen sadece polis kaynakları ve böylece haberi bitiriyorlar. Yeşil Bölge?de herhangi birinin söylediği şey yankı odası haline geliyor. Demek istediğim İrlanda?nın Batısında yaşayıp cep telefonumdan Yeşil Bölge?yi arayarak aynı haberi yapabilirim. (Gülüyor.)

Amerikan medyasında uzman olarak oy topluyorlar.

Bilmiyorum. Amerikalı meslektaşlarım var, bunlardan biri New York Times?da dışarı çıkıp iyi haberler yapan bir gazeteci. Dolayısıyla eleştirilerimi tüm gazetecilere yapmıyorum. Benim yapmaya çalıştığımı yapmaya çalışan pek çok insan var. Otellerinden çıkmayan ama okuyucularına otellerinden çıkmadıklarını söylemeyen muhabirlere karşı çıkıyorum. Benim ?otel gazeteciliği? diye bahsettiğim bu. Herhangi bir yerde dışarıda haber yapanlardan otel gazetecisi olarak bahsetmiyorum.

Şu anda olan, Ortadoğu?da haberler giderek tehlikeleştikçe ? ve Ortadoğu haber yapmak için giderek ölümcülleşiyor ? haberler giderek tehlikeleştikçe Batılı muhabirler giderek daha fazla yerel halkı haber yapmaya gönderiyor. Diğer bir deyişle, Iraklılar Bağdat caddelerinde gördüklerini New York Times muhabirlerine aktararak haber yapıyorlar. Geçen yıl fark ettim hatırlayacaksınız, kuzey Lübnan şehri Tripoli?de bir ayaklanma başlatan el Kaide tipi bir örgüt vardı ve birkaç blok apartmanı ele geçirdiler. Bir arabaya atladım, Tripoli?de bir apartmanı ele geçirmişler ve Ordu?ya ateş açıyorlar. Hızla Tripoli?ye vardım. Lübnan?ı çok iyi biliyorum. Yaklaşık 32 yıldır orada yaşamaktayım. Çok fazla Sünni Müslümanların olduğu bir şehir olan Tripoli?nin merkezine girdim, pencerenin dışından pek çok Saddam taraftarının resmini ekleyebilirdim. Ayrıca caddelerde mermiler uçuşuyordu ve etraf cesetlerle doluydu, askerler binanın içine hücum etmek üzereydi.

Tamamen iyi şans ya da kötü şans, bakış açınıza bağlı, askeri birliği alıp binaya girecek ve hücum edip çıkacak Lübnanlı Albay?ı tanıyordum. Düğününde bulunmuştum, yani bu da arkadaşı olduğum anlamına gelir. (Gülüyor.) ?Robert, bizimle gelmek ister misin?? dedi. Çelik yelek giymedim çünkü çok sıcak tutuyordu. Böylece gülünç Robert Fisk?i askerlerle birlikte binaya hücum ederken buldum ve ne silah, ne çelik yelek ne de herhangi bir şey taşımıyordum ve en inanılmaz şeyleri görüyordum.

Sonrasında caddede cesetlerle birlikte dışarıda duruyordum. Beni hayretler içinde bırakan ise oradaki tek Batılı muhabir bendim. Diğer muhabirlerin çoğu ya Lübnan muhabirleri ya da Lübnan?la çalışan Batılı haber organizasyonlarıydı. Tek mavi gözlü Anglo Sakson genç bendim. Batılı meslektaşlarım da orada otellerindeydiler ve ben onları bundan dolayı eleştirmiyorum. İlginç olan o ilk el Kaide?nin ele geçirdiği kritik günde caddeye baktım ve başka bir Batılı görmedim. Pek çok Lübnanlı asker, polis, halk, diğer gazeteciler, kameramanlar vardı, hepsi Lübnanlıydı. Şimdi, yirmi yıl öncesinde durum böyle olmazdı.

Gerçekten nasıl ?sahnede? olduğunuza dair güzel bir küçük evren örneği verdiniz. Usame bin Ladin ile buluşup röportaj yapan ?şanslı? birkaç insandan birisiniz ? şey, şanslı belki uygun kelime olmadı ama neyin uygun kelime olacağını da bilemiyorum.

Kesinlikle şanslı değil. (Gülüyor.) Hayır, değil. Kalan ömrüm boyunca bu adamın beni takip edeceğini söyleyebilirim. Size söyleyeyim, çok daha fazla şanssızlık.

Toplamda üç kere röportaj yaptınız ve sizinle ilgili çok ilginç yorumlar yaptı. Bununla ilgili ne hissediyorsunuz bilmiyorum ama oldukça saygılıydı. Amerika?da Usame?yi boynuzlu şeytan olarak görüyoruz ve Müslüman dünyanın pek çok yerinde de ?

O da elbette Sayın Bush?u aynı şekilde görüyor.

Bazı kesimler onu başında halesi olan bir Mesih olarak görüyor. Steve Coll, Bin Ladin üzerine yeni bir kitap yazdı ve röportajımda bana Ladin?in karizmatik liderliğinin başlıca nedeninin küresel cihadında etniklik ve ırkın ötesine bakabilme yeteneğini anlama, çok kültürlü olma becerisi olduğunu söyledi.

Hayır, öyle değil ? bu çok moda bir açıklama. Bin Ladin?in Arap dünyasında neden popüler olduğu çok basit; çünkü yerel devlet başkanlarının ve kralların söylemeyeceği şeyleri söylüyor.

Ne söylüyor?

Müslüman halka yapılan adaletsizliği Mübarek?in ya da Kral Abdullah?ın söylemeyeceği şekilde söylüyor. Çünkü tabii ki onlar temel olarak bizim tarafımızdan yönetiliyorlar, öyle değil mi? O milyonlarca Arap?ın düşündüğünü sunuyor. Milyonlarca Mısırlının ve Körfezlinin aslında gökdelenlere uçak uçurmayı istediğini ima etmiyorum ? bunu istemiyorlar. Ama Halifeliğin yıkılmasından bahsettiğinde, yani Osmanlı İmparatorluğundan, Körfez prensleri ve krallarının ahlâksızlığından bahsettiğinde, Müslüman dünyasının Batı tarafından siyasi veya askeri ya da psikolojik işgalinden bahsettiğinde, milyonlarca Müslüman?ın katıldığı fikirleri söylemiş oluyor. Ancak bunları kendi liderlerinden duyamıyorlar: Kaddafiler, Mübarekler ya da Kral Abdullahlar veya Esatlar bunu söylemiyor.

ARAP ÜLKELERİNİN BİR TEMSİLCİSİ YOK

Bu Bin Ladin?in özellikle sezgisel olarak zeki olduğu anlamına gelmiyor. Demek istediğim Ahmedinejad tamamen boş laf olan bir sürü şey söylüyor ama gene de birinin dikkatini çekiyor. Demek istediğim Ahmedinejad acayip biri, çatlağın teki. Yahudi Katliamını sorgulamaya başladığında, Türklerin Ermeni Katliamını sorgulamalarına benzer şekilde ya da İsraillilerin Filistinlileri hiç Filistin?den çıkarmadıklarını, kendi anlaşmaları üzerine bıraktıklarını çünkü Yahudilerin denizi geçmeye zorlanana kadar bekleyeceklerini ve telsiz talimatlarına uyduklarını söylemeleri gibi bir şey. Hikâyeyi biliyorsunuz.

Ancak biliyorsunuz Bin Ladin?in bir sesi var, çünkü Arap dünyasının liderliğinin sesi yok. Ya da varsa da genel olarak Birleşik Devletleri destekleyen zayıf bir ses. Yani Mübarekler ve Abdullahlar ancak şunu söyleyebilirler; ?Gazze?de savaş devam ederse, Ortadoğu?da bir patlama olur.? Tamam, bu yolun bir parçası. Bunu 70 kere söylediler ve pek sık haber bile yapılmadı. Ancak ciddi olarak Batı?nın başparmağı altında olduklarını insanların hissettiği gerçeğini konuşmaya başladıkları anda gerçekten başları belaya girer. Demek istediğim polis Boston, Harvard ya da benzer bir yerden doktora derecesi olan yanlış kişiyi tutukladığında Mübarek?e eleştirimizi ifade ediyoruz.

Genellikle Arap temsilci olmadığını görüyorsunuz. On yıllardır yok. Ne ilginçtir ki Birinci Dünya Savaşından sonra Mısırlılar sürekli demokrasi istediler ve sürekli Kral?ı indirmek istediklerini söylediler. Böylece İngilizler onları hapse attı. Aynı şey 1920lerde Irak?ta da oldu, biliyorsunuz, 1917?de işgal ettikten sonra İngilizler geldiğinde Iraklılar şöyle dedi; ?Bizi bağımsızlık istememize teşvik ettiniz ve bağımsızlık istediğimizi söylediğimizde hapse attınız!? Bu elbette doğru.

ORTADOĞU?DAKİ BAŞARISIZLIĞIN NEDENİ BİZİM HATAMIZ

Doğal olarak pek çok tarihin başladığını düşündüğüm 20lere ve 30lara geri dönüp bakarsanız, gerçekten özgürlük isteyen kim varsa hapse atılmış. Dolayısıyla Arapların öğrendiği tek yol değişimi ancak devrimle elde edebilirsiniz. Bu da demokrasinin olmaması demektir tabi. Ofiste olsun, kulüplerde olsun ya da bir caminin alt katında hiç fark etmez, her şeyi gizli yaptınız demektir. Dolayısıyla Arap dünyasının demokrasiyi elde etmedeki başarısızlığı biraz da bizim hatamız.

Birinci Dünya Savaşından önce Mısırlı akademisyenlerin, düşünürlerin ve filozofların Fransa?dan en olağan dışı tarzda Cumhuriyetçi ? Fransız Cumhuriyeti anlamında kullanıyorum - hürriyet, özgürlük ve eşitlik görüşleriyle döndüğünü hatırlamanız gerek. Kahire?de ve Mısır?ın başka şehirlerinde kadınların başörtü takmak istemedikleri on yıldı bu. Batıyı isteyerek kucaklamışlardı. Osmanlı İmparatorluğu?na dönüp bakmanız gerekir, dünyadaki en büyük sanayi yapısı Süveyş Kanalıydı. Fransızlar tarafından ama Osmanlı İmparatorluğu altında inşa edilmişti. Osmanlılar İsviçre?den Lübnan?a son teknolojide buharlı lokomotifler ithal etmişti. İstanbul?da paşalar resim yapmayı ve piyano çalmayı öğreniyordu ? bizim gibi olmak istediklerinden. Böylece onları yıktık. Anlıyor musun? Şu anda olduğu şekli beğeniyoruz. Çok fazla işgal ordularımız yok ama ne denirse onu yapıyorlar ve yapmadıklarında onları bombalıyoruz.

Bin Ladin?in ABD ve Batı?ya karşı sıkıntıları giderildiyse ve belki siz onunla buluştuğunuzdan bize onun başlıca sıkıntılarını anlatırsınız, o zaman - 

Dünya böyle dönmüyor. Bin Ladin belli temellerde hareketlerini haklı çıkarıyor. Suudi Kraliyet Ailesinin bozulması olsun, onun tabiriyle ?Haçlılar? olsun, Müslüman dünyasındaki ?Batılı güçler? için böyle söylüyor. Ve hatırlayın, onun başarılarından biri Batılı güçleri daha önce girmedikleri iki Müslüman ülkeye getirmek oldu ? Afganistan ve Irak. ?Başarı? kelimesini ironi olarak kullandım.

LADİN BİTTİ, EL KAİDE HEP OLACAK

Hepimizinki gibi onun da var oluş nedeni değişecek. Bin Ladin?in orada görüşülebilir bir kişi olduğunu önermek gülünç olur. Görüşmek istemiyor. El Kaide?nin başlıca problemlerinden biri hiç görüşmenin olmaması. Bin Ladin?in artık önemli olmadığını hâlâ öğrenemedik. El Kaide?yi oluşturdu. Hepsi bu. Bitti. Böbrek yetmezliğinden ya da bombalanarak veya yaşlılıktan yahut sıkıntıdan veya suikastla ya da herhangi bir şekilde nasıl ölürse ölsün fark etmez, bitti. El Kaide var. Ve biz Ortadoğu?daki adaletsizlikle ilgilenmedikçe bir el Kaide hep olacaktır. Adı El Kaide olmayabilir, ?El Kaide El Ümmet?, ?El Kaide Suudi?, ?El Kaide Irak? olabilir. Bu kelime özünde nispeten sıkıcı, bulunuşu beni romantik bir düşünceye götürmüyor. Ama hep ?El Kaide gibi? kelimesini kullanıyorum, bu bir fikir veriyor ama kart üyeliği tipinde bir bağlantı kurmuyor.

Hep düşünüyoruz, ?Bin Ladin?i ve Molla Ömer?i yakalarsak, iyi olacağız.? Bu doğru değil. Birinci Dünya Savaşının çok iyi bir Fransız tarihçisi vardı ve birkaç ay önce Le Pointe?de güzel bir röportaj yaptı. Dünyanın askeri olarak değiştiğinin farkına varamadığımızı biliyorsunuz dedi. Ama geçmişte, birinci ve ikinci Dünya Savaşlarından sonra, yabancı maceralarımızın olabileceğini ve özgür kalabileceğimizi düşünürdük. Vietnam?a gidebilirdik. Kuzey Vietnamlılar hiç kendilerini Beyaz Saray?ın önünde patlatmamışlardı. Kore?ye gidip savaştık ama hiçbir Kuzey Koreli asker gelip kendini Londra Metrosunda havaya uçurmadı. Ama artık bugün bunu yapamıyoruz. Askerlerimizi Irak?a gönderirsek Gloucester ya da Denver?ı kurtaramıyoruz. Bu değişmeyecek. Artık şehirlerimizde bombaların ateşlenmesini hayal etmeyecek o hoş, sevecen solcu ulusalcılara geri dönmeyeceğiz. O iş bitti.

Bunu rakiplerimizin artan ahlâksızlığı olarak ele alsanız da bu tamamen size kalmış ama gerçekten artık evde güvende değiliz.

Öyleyse, gelecek bu mu? Gelecekle yüzleşmeliyiz ve geleceğin nasıl olacağı işte böyle mi?

Yani, gelecek yılları düşünmeniz lazım, bir sonraki basın toplantısını değil. Size daha önceden açıkladığım aynı noktaya gene geliyoruz.

Seymur Hersh ile bir röportaj yaptım ve Ortadoğu?da İran?ın faaliyeti hakkında sordum. İran?ın her zaman yaptığı gibi Şiileri destekleyici tarzda davrandığını söyledi. Lübnan?da ve Irak?ta da yaptığı bu. Ahmedinejad?ı ?çatlak? diye nitelendirdiniz ve ?

Evet, onun çatlak olduğunu düşünüyorum.

Hizbullah?a yardım etmede ve Irak?taki isyancılara yardım etmede İran?ın parmağı olduğunu söylüyorlar. İran tamamen masum mu? Saldırılmalı mı? Ve ne olur ?

CNN ve FOX?un yaptığını yapıyorsun. Kabul edilmiş bir hükümet hikayesini üretip onunla ilgili soru soruyorsun. Evet, Hizbullah?ı maddi olarak, askeri olarak ve eğitim olarak destekliyorlar, bunu biliyoruz. Iraklı isyancıları destekliyorlar mı? Manevi olarak belki. Yani düşünce yapısı olarak destekleyebilirler ama isyancılara araçları nasıl havaya uçuracaklarını öğretmeleri gerekmiyor. Demek istediğim Iraklı isyancılar, çoğu Orduda, 8 yıl boyunca İranlılarla savaştılar. Araçlar nasıl havaya uçurulur ve nasıl bomba yapılır biliyorlar. İranlılardan yardım almalarına gerek yok. Dolayısıyla, baştan İran?ın nasıl Ortadoğu?da Şiileri manipüle eden büyük, karanlık ulus olduğu basmakalıp bilgisinden kurtulmalısın. Irak Şiilerinin İran?dan askeri yardıma ihtiyaçları olduğunu sanmıyorum. Aslında paraya ihtiyaçları olduğunu da sanmıyorum. Ve ayrıca Irak hükümetinin çoğu İran?a minnettar bir durumdayken, isyancılardan ne diye endişe ediyorsunuz? Ahmedinejad zırhlı helikopterle uçmak yerine havaalanından sıradan bir insan gibi arabasına bindiğinde, bu çok etkileyiciydi, Amerikan basını üzerinde pek durmadı ama işte oradaydı.

Gene geriye dönmelisiniz. Şah yönetimdeyken Batı İran?ın nükleer güç olmasını istedi. Körfezdeki polisimizdi, öyle değil mi? Şah, New York?a gitti ve verdiği bir röportajda İran?ın nükleer silahlarının olmasını istediğini söyledi, ne de olsa Rusya?da ve Amerika?da da vardı.Ve Beyaz Saray?dan bir şikayet gelmedi. Aslında bundan kısa bir süre sonra Beyaz Saray?da Carter ile buluştu. Ve biz de özellikle Avrupa?da nükleer güç istasyonları kurmak için gerekli nükleer donanımı tedarik etmek için birbirimizin omzuna tırmandık.

HUMEYNİ NÜKLEER TESİSLERİ KAPATTI

Humeyni ve İslam Devrimi başa geçtiğinde, İran-Irak savaşından önce, Tahran?da bunu söylerken ben de orada bulunuyordum. Nükleer silahların şeytanın hediyesi olduğunu söyledi ve hepsini kapatacağız dedi. Ve tüm nükleer tesisler, üstelik nükleer silah tesisleri de değil sadece enerji elde etme tesisleriydi, Humeyni?nin emriyle kapandı. 1986?da İran-Irak Savaşı?nın doruğunda, Saddam İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından desteklenirken ve İranlılara karşı gaz ve kitle imha silahları kullandığında, İran Yüksek Kumandanlığı bu silahların kullanıldığı sonucuna vardı, ondan sonra Humeyni, dostumuz Saddam?ın bazı durumlarda Amerika?nın Doğu Kıyısındaki şirketlerden tedarik ettiği gaz ve kimyasalları kullanmasının doğrudan sonucu olarak İran?da nükleer kurulumu isteksizce tekrar açtı. İranlıları nükleer oyununun içine koyan bu oldu.

Şimdi tarihi bakış açısından baktığınızda biraz haksız muamele görüyorlar, öyle değil mi? Tüm mollalar ellerinin silahların üzerinde olmasını istiyorlar. (Gülüyor.) Aslında durum bu değildi. İranlıların şu anda nükleer silah yapmak istemesi için belli bir neden olduğunu görmüyorum. Çünkü biliyorlar ki Tel Aviv?de bir silah ateşlerlerse Tahran yok olacaktır. Diğer taraftan Kuzey Kore?ye bakarsanız, nükleer silahınız varsa kolayca işgal edilemezsiniz. Sonra gene geri durup uzun dönemli bakmalısınız ve sormalısınız, biz veya çocuklarımız ya da torunlarımız, gelecek nesillerimiz her zaman şunu mu diyecekler; ?Nükleer silahları olabilir, çünkü hoş biri ve Terör Savaşında bizim tarafımızda ve adı Müşerref. Ve başlarında örtü olduğuna göre nükleer silahları olamaz.?

Demek istediğim, kimin bunlara sahip olabileceğini ve kimin olamayacağına karar veren bu A-B-C şakasını her yıl yapacak mıyız? Adaletle uğraşan bir dünyayla uğraşırsak bunu Batı Avrupa?ya, Uzak Doğu?ya, Latin Amerika?ya ya da Ortadoğu?ya uygulanabilirse, nükleer silahlarla ilgili endişe eden tüm müesseseler azalmaya başlar. Şu anda bulunduğum İrlanda?da 1798 ayaklanmasından sonra, silah olarak kullanılabilen saman tırmığı dâhil evinde silah bulunan her İrlanda erkeği asıldı. Ancak barlarda onları duvara asılı görebilirsiniz. Çünkü artık alakasız oldu. Burada huzur var. İngiltere?ye giderseniz İngiliz Sivil Savaşından kalma kılıçlar bulabilirsiniz. O savaşın kötü sonucunda ve 17.yüzyıldan bahsediyoruz, o kılıçla bulunsaydınız, idam edilirdiniz. Ama şimdi bir barın duvarında asılı durabiliyor.

Biliyorsunuz, bunu söylerken saf olmaya çalışmıyorum ama nükleer silahlar meselesi ile ilgili olarak silahın amacı ortadan kalkarsa silah da anlamsız kalır. İran kendini Amerikalılar tarafından çevrilmiş hissetmezse, çünkü Amerikalılar Irak?ta, Afganistan?da, Körfez?de, Tacikistan?da, Özbekistan?da, Pakistan?da, demek istediğim İran?ın savunmasıyla ilgili çok fazla endişeleneceklerini sanmıyorum. Gene de elbette her ikisi de İran?ın düşmanı olan Taliban ve Saddam?dan kurtulmak temel olarak Irak?taki Amerikan savaşını İran?ın kazandığı anlamına gelir. Sorularına bir rivayetle başlamamalısın: ?Iraklı isyancıları destekliyorlar mı?? Muhtemelen hayır. ?Hizbullah?ı destekliyorlar mı?? Kesinlikle. Ancak gene İsraillileri kim destekliyor? Amerikalılar.

2006 savaşında İsrail hücumbotuna ateşlenen ve neredeyse batıran Hizbullah mermisi İran?dandı şüphesiz. Ama bana Hizbullah?a düşen bombaların Amerika Birleşik Devletlerinden olmadığını söyleme, elbette onlardandı. Seni eleştirmeye çalışmıyorum ama tüm bana sorduğun bu sorularda üç adım geriye gidip soruyu sorduğun yere gelmelisin.

Röportaj biterken, Fisk şöyle şikayet ediyor; ? ?Öyle bir şey demedim? ölümsüz sözünden daha kötü bir şey yoktur. Çünkü insanlar ?Aa, işte şimdi böyle söylüyor? diyor. Aptalca yapılan bir hatayla ya da (röportaj yapanın) basit bir dokunuşu veya masumca bir şeyi unutmasıyla söylediğinize sempati duyabilen insanların sayısına şaşırırsınız. Sonraki 6 ay boyunca hatta sen benimle konuştuklarını unuttuktan çok sonra bile ortaya çıkan problemlerle uğraşıyorum. Bu yüzden lütfen ama lütfen dikkatli ol ve söylediklerimi doğru yazdığından ve dengelenmiş olduğundan emin ol.?

?Çok adil bir şekilde tutacağım. Her dediğinizi alıntılayacağım ve hiçbir kelimeyi çıkarmayacağım? söz veriyorum.

?Güzel. Tüm duymak istediğim buydu.?

Böylelikle ders sona eriyor ve öğrenci nihayet bir oh çekiyor.

 

Wajahat Ali ne bir terörist ne de bir aziz olan Pakistan kökenli Müslüman bir Amerikalıdır. Bir oyun yazarı, denemeci,  mizahçı ve avukattır. İlk önemli oyunu olan ?The Domestic Crusaders? ('Dâhili Haçlılar') (www.domesticcrusaders.com), 11 Eylül'den sonra Müslüman Amerikalıların yaşamlarıyla ilgilidir. Blogu http://goatmilk.wordpress.com adresindedir.

 

 

 

SON VİDEO HABER

Iğdır'da AK Parti İl Başkanlığı binasına molotoflu saldırı

Haber Ara