Abdulvahab el-Messiri*
Yahudilerin düşünce dünyasında yeterince aydınlatılmamış bir yan var. İnançlarından kaynaklanan bir anlayışla Sami düşmanlığı (Yahudilere ve Yahudiliğe düşmanlık) insanoğlunun doğasının, mekân, koşul ve ilişkiler değişse de hiçbir koşulda değişmeyeceğini düşünürler. Bu şaşılacak bir şey değil. Zira Siyonizm, çağının, 19. yüzyıl Avrupa?sının kızıdır. Bu çağ, ırkçı milliyetçilik düşüncesinin ve Nazizm düşüncesinin doğmasına neden olan emperyalizm çağıdır. Siyonizm düşüncesi de bu çağın tiksindirici ürünlerinden biridir. Bu nedenle de Siyonistlerin, Batılı birçok Yahudi karşıtı söylemi, kategorik kavrayışa dayalı düşünüşlerini kabullenmiş olmalarının garipsenecek bir yanı yok. Siyonist edebiyat, Yahudi kişiliğiyle ilgili anlatımlarla süslenmiştir. Ne var ki bu kişilik, hasta, doğal olmayan ve çarpık, üretken olmayan ve ticaretten başka bir işte başarı gösteremeyen bir kişiliktir. Max Nordau, daha sonra Hitler, Yahudilere hücre biyolojisi-öjenik düşünceyi uyguladılar. Bu anlayış, insan tipinin biyolojik belirlemecilik kuramına tabi olduğunu, bunun doğal, kaçınılmaz bir durum olarak kabul edilmesi ve bu çerçeve içinde kalınması gerektiğini düşünür. Bu düşünüş aslında insanla hayvan arasında ayrım yapmayan Darwinist bir kuramdır. Nordau, bu çirkin biyolojik belirlemecilik (Bireysel farklılıkların biyolojik ve bu nedenle değiştirilemez olduğu düşüncesi) anlayışıyla Yahudileri, açık havada kaldıkları sürece zararlı olmayan, oksijensiz bırakıldıklarında ise en korkunç hastalıklara neden olan mikroorganizmalara (bakteri ya da virüs) benzetmiştir. Bu ırkçı bilim adamı daha da ileri giderek hükümetleri ve halkları, Yahudilerin böyle bir tehlikenin kaynağı olmalarına karşı uyarmıştır.
Siyonistler bu ırkçı görüşten hareketle Yahudi düşmanlığını, doğal bir görüngü, yabancı bir cisim olarak konuk edildikleri toplumlarda doğal bir tepkime olduğu çıkarsamasına ulaşır, zira gerçekte biyolojik bir farklılık söz konusudur (Sami düşmanlığı için hücre biyolojisine gereksinim duyan biyolojik belirlemecilik anlayışın çelişkisine dikkat edelim). Yehuda Jordan, aydın Yahudilerin başarısının, bu gerçeği tanımalarında, Yahudi düşmanlığı tezlerini kabullenmelerinde yattığını söyler. Chaim Weizmann ile İngiliz ünlü lider Richard Crossmann arasındaki büyük dostluk, Crossmann?ın ?Doğal olarak Yahudi düşmanı? (bunun anlamı: eşyanın doğası gereği, Yahudilerin doğası gereği ve başkalarıyla ilişkilerinin doğası gereği) olduğunu açıklamasından sonra gelişti. Weizmann bunu yorumlarken: ?Crossmann bundan başka bir şey söylemiş olsaydı ya kendine ya da başkalarına yalan söylemiş olurdu?, demiştir. Siyonist düşünür Jakob Klatskin, Yahudi düşmanlığını Yahudilere karşı meşru (doğal ve zorunlu) savunma olarak tanımlar. İsrail eski başbakanı İzhak Shamir, Polonyalıların Yahudi düşmanlığından söz ederken bunu anlarının sütünden aldıklarına işaret eder. Shamir bu ifadesiyle ahlaki davranış ile biyolojik belirlemeci davranışı aynı kefeye koymuştur. Weizmann, Yahudi düşmanlığını bazen etkisiz durumda olan, uygun koşullarda canlanan bakteriye benzeterek açıklar. Böylece Siyonistler Yahudi düşmanlığının değişik biçimleri arasında ayrım yapmaz, hepsini her yerde ve her zaman tekrarlanan tek vücut olarak değerlendirirler. Siyonistler bu fenomenle mücadelenin, sabitlerin ve kaçınılmazların bir sonucu olması nedeniyle yararsız olacağını düşünürler.
Siyonizm, tarihe yeni bir görüş sunmuştur. Bu görüş Yahudilerin bünyelerinin parçalanmasından bu yana fiili zorunlu sürgün hayatı yaşadıkları, psikolojik olarak rahatsız oldukları düşüncesinden kaynaklanır. Buna göre, işgal altındaki milli vatanları Filistin dışında yaşadıkları sürece değişik velayetler altında yaşamalarının neden olduğu kişilik yarılmasıyla hastalıklı kalacaklardır. Kendi hallerine bırakılacak olurlarsa, hastalıklarından kurtulmak için tereddütsüz vatanlarına döneceklerdir. Ne var ki Siyonist pek çok tarih yazını ?Yahudi tarihi? olarak adlandırılan şeyde tekrarlanma özelliği görürler: Filistin?den sürgün, sonra ona dönüş; Mısır?a sürgün, sonra Filistin?e dönüş; Babil?e sürgün, sonra Filistin?e dönüş; son olarak da dünyanın hemen her yerine sürgün, sonra da İsrail?e, yani Filistin?e nihai dönüş. Bunun anlamı, tarihi melodramda mutlu son, vaat edilmiş topraklara dönüştür.
Burada her dönüş sonrasında sorulan soru tekrar sorulur: dönmek istemeyen ve vatanlarında kalmak isteyenlerin durumu nedir. Ancak İsrail?in kurulmasından sonra Yahudilerin heyecanlı bir acelecikle vaat edilmiş topraklara dönmedikleri dikkatleri çekti. Siyonistlerin düşündükleri gibi, bütün sürgün edilmişlerin toplanması da gerçekleşmedi. Bu durum Ben Gurion?u, sürgünde yaşadıkları yerlerde ruhları acı çekse de rahat bir bedeni yaşamı olan Yahudileri tanımlamak için ?ruhları sürgün? kavramını icat etmek zorunda bırakmıştı. Ne var ki bu ?ruhları sürgün?lerin dünya Yahudileri içinde büyük çoğunluğu oluşturdukları da gözlerden kaçmadı. Bunun anlamı da Yahudiliğin, İsrail devletinin kurulmasından sonra da diaspora Yahudiliği karakterini koruduğudur. Bu nedenle de İbranice bir kelime olan ve ?zorunlu sürgün? anlamına gelen ?El-Calut? kavramı, yine İbranice bir kelime olan ve ?tercih edilmiş sürgün yeri? anlamına gelen ?Tefutsot? kavramıyla ikame edildi, bu da ortaya çıkan derin kavram çelişkisinin ifadesi oldu.
Görülen o ki Amerika Birleşik Devletleri Yahudilerin sürgün iddialarına ciddi bir meydan okuma kaynağı oluşturmaktadır. Zira dünya Yahudilerinin ezici çoğunluğu için çekim merkezi olmuştur. Yahudi topluluklar Doğu Avrupa?dan (Juda Yahudiler) ve dünyanın diğer bölgelerinden Amerika?ya göçmüş, yalnız küçük bir azınlık, Amerika?nın kapılarının kendisine kapalı olması nedeniyle Filistin?e yönelmiştir. Amerika?da yaşayan Yahudiler, İsrail?i artık milli vatan olarak değil, ?asli vatan? ya da ?doğum yeri? olarak, İrlanda asıllı Amerikalıların İrlanda?yı gördükleri gibi görüyorlar. Ancak bu düşünüş Amerika?nın bir sürgün yeri olarak değil, Yahudi toplulukların kararlı iradeleriyle, yeni fırsatlar aramak üzere göçtüğü bir yer olarak görülmesini gerektirir. Amerika, Yahudiler için, dini hülyalarını ?sonuçta domur vurmuş hayaller- gerçekleştirecek vaat edilmiş topraklar olmasa da, hiç mi değilse ?altın şehir? anlamına gelen Juda deyimiyle ?golden medina? idi. Doğu Avrupa Yahudileri (Jediş Yahudiler) bu deyimi Amerika için (caddeleri gümüş, kaldırımları altın!) kullanmaktaydılar. Amerika bugün de, aralarında İsrailliler de olmak üzere, dünya Yahudilerinin vaat edilmiş topraklar yerine göç ettikleri ?golden medina?sı ya da ?altın şehir? durumunda. Bu da bazılarını Amerika?yı ?altın buzağı? anlamına gelen ?golden calf? olarak adlandırmaya yöneltmiştir. ?Golden medina? da modern yaşamın topraklarıdır ve manevi kurtuluşu vaat etmese de herkese tüketim ürünleri, bolluk ve rahat yaşamla cismani kurtuluşu vaat etmektedir. Dünya Yahudileri arasında laiklik taraftarlarının artışı, muhtemelen Yahudilerin bu düşünceyle Amerika?ya yönelmelerine neden olmuştur. Sovyet göçmenleri gerçek bağlılıklarının bu laik Siyonistliğe yönelik olduğunu, İsrail devleti de işaret bekledikleri, bunun anlamı Amerika?dan göçmen vizesinin gelmesini bekledikleri geçici bir konaklama yerinden başka bir şey değil.
Dahası, İsrail yerleşimcilerinin (bunların içinde es-Sabra nesli olarak bilinen Filistin?de doğup yetişen göçmenler) ?laik siyon?, diğer adıyla altın şehir tarafından cezp edilmekte ve ?dinci siyon?dan uzaklaşmaktalar. Bu ?laik siyon?da karar kılan göçmenlere ?İsrail diasporası? adı verilmektedir. Bu da saçmalıktan başka bir şey değildir. Zira diaspora kelimesi, Yunanca bir kelimedir ve tehcir ve zorunlu iskan olan İbranice ?calut? kelimesiyle aynıdır. Öyle ise vaat edilmiş topraklardan zorla tehcir ettirilmemiş, dahası kendi mutlak iradeleriyle ondan kaçan bu topluluklara kelimenin hangi anlamında diaspora olarak adlandırmamız mümkün? Siyonist kavramların özelliklerinden biridir bu; cıvalı, süngerli bir kavram kullanma anlayışı, hem ifade ettiği şeyi hem de karşıtını ifade eder.
Amerika Birleşik Devletleri?nde İsrail diasporası olarak adlandırılanların sayısı resmi rakamlara göre 500 bin, resmi olmayan bilgilere göre de 750 bin kadardır. Ancak bu rakam göçmenlerin çocukları hesaba katıldığında bir milyon kadar olacaktır. İsrail?de yayımlanan bir gazete İsrail devletinin kurulduğu 1948 yılında 700 bini geçmiyordu, dolayısıyla da İsrail?in dışarıya verdiği göç sayısından daha azdı. Bu durum onun meşruiyetinden çok şey eksiltmektedir. Bu ?second exodus: ikinci çıkış? olarak adlandırıldı. Çıkış karşılığı olan Exodus kelimesi de Yunanca bir kelimedir ve Mısır?dan (esaret toprakları) Filistin?e (vaat edilmiş özgür topraklar) çıkışı ifade eder. İkinci çıkış, birinci çıkışla karşıtlık içindedir, çünkü kendisinde ve çevresinde çatışmaların yaşandığı, kassam füzelerinin ulaştığı vaat edilmiş topraklardan, havası iyi, yaşamın güvenli ve istikrar içinde olduğu leziz esaret sürgününedir çıkış.
Ve Allah en doğrusunu bilendir.
*Mısırlı düşünür ve yazar.
Bu makale Vedat Atila tarafından TİMETURK için tercüme edilmiştir.