Köşe yazarlarının yüzde 70'i 1 Mayıs'ı yazdı. İşte 1 Mayıs'ta yaşananları farklı açılardan değelerndiren farklı yazarların farklı yorumları...
1 Mayıs böyle geçti
Oh, artık rahat bir nefes alabiliriz; günlerdir en kötü senaryolar aklımızda olarak gözlediğimiz '1 Mayıs' küçük bir kâbus olarak geldi ve geçti. Güvenliği ilgilendiren her olayda yaşanması mukadder aşırılıklar görüldü; ancak yine de sonunda sağduyu hâkim geldi ve olayların iyice zıvanadan çıkması engellendi.
Keşke İstanbul'da Taksim Meydanı'nı gösterilere açmak istemeyen hükümet sembolik değeri bulunan bir jest yapabilseydi. Her sendikadan birkaç bin işçinin devleti temsil eden simalarla birlikte yürüyeceği, emeğin değerine önem verildiğini Taksim'den dünya âleme anlatacak bir büyük gösteri, bugünün Türkiye'sine çok yakışırdı. Bu fırsatı kaçırdık. Ancak yine de geçen yıllardan daha az rahatsız edici tedbirle günün geçmesini sağlayabildi hükümet...
Keşke sendikalar '1 Mayıs'ta Taksim'de barışçı bir bayram' projesini aylar öncesinden hükümetle paylaşsaydı. Türkiye'nin kalbi İstanbul'un en turistik bölgesi Taksim'i bir günlüğüne kapatmak yerine, sembolik bir gösteriyi orada yapıp yüzbinlerce çalışanın toplanacağı dev bir mitingi daha uygun bir yerde yapmak neden derhal elin tersiyle itilecek bir seçenek olsun? Ankara'da Tandoğan Meydanı'nda toplanan Hak-İş'e bağlı işçiler 1 Mayıs'ın anlamına uygun bir kutlamayı gerçekleştirebildiler.
1 Mayıs'tan iz olarak zihinlerimizde hep polis-işçi çatışması mı kalmalı? İşçiler sivil siyasetin karşısında bir kesim olarak mı görünmeli gözlere?
Fehmi Koru
YeniŞafak
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
İktidar kaybetti
Dünyanın en tuhaf 1 Mayıs bayramı dün İstanbul'da yaşandı. Bayramı hak edenler değil, onlara günü zehir edenler kutlama (!) yaptılar. Dünyanın tüm büyük kentlerinde olduğu gibi simgesel bir meydanda toplanmak isteyen emekçilere hükümet karşı çıktı. Polis, asker yolları kapadı. Zorlamak felâkete davetiye çıkarmak olurdu. Kan dökülür ve yağma ortamı doğarsa masum insanlar zarar görürdü. Sendikalar yaptıkları bir-iki zorlamaya polisin verdiği acımasız tepki karşısında korkuya kapılarak iptal kararı aldılar.
Bu bir yenilgi ise hangi tarafın yenilgisi? Emekçi kitleyi bayramı kutlama hakkından vazgeçmeye polisin copu ve biber gazı değil PKK'nın provokasyon hazırladığı yolunda yapılan resmi uyarılar mecbur etmiştir.
Hiçbir sorumlu sendikacı masum insanları terörün pusu kurduğunu devletin ihbar ettiği meydana sürükleyemezdi.
Ama önümüzde şöyle bir terslik duruyor: Yalan ihbar da provokasyondur. Dün 1 Mayıs'ı zehir etmeye değecek bir tahrik eylemi yaşanmadı. Halk düşmanı örgütler bunu Taksim dışında da yapabilirlerdi ama olmadı. Devleti yönetenler bir yıl sonrasının 1 Mayıs'ına başka türlü hazırlansınlar. ?Velev ki ihbar olsa? Cumhuriyet Bayramı'nı da mı yasaklayacaklar?
DİSK Başkanı Çelebi AKP'nin iki yüzlülüğünden yakınırken doğru bir noktaya işaret ediyordu: Hak ve özgürlük dendiği zaman iktidarın aklına türbandan başka bir şey gelmiyor. Asıl büyük yenilgiyi AKP almıştır. Dünkü duygusuzluk AKP'ye baştan beri destek veren demokrat aydınları korkuya düşürmüştür. Onlar AKP'nin masumiyetine tanıklık ederek meşruiyetine de katkıda bulunuyorlardı. Böyle giderse, iktidarın midelerinden yakaladığı sahte solcular dışında bu kitleden geriye kimse kalmayacaktır!
Güngör Mengi
Vatan
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kanunsuz gösteriler karartma çabası mı?
Dün İstanbul'da yaşananları, canlı yayınlarla dakika dakika takip ettik. Böyle bayram.. böyle kutlama.. böyle demokratik talep olur mu? Biliyoruz, bazıları polisin güvenlik tedbirleri adına sert uygulamasını eleştiriyor. 'Bıraksınlar, 1 Mayıs Taksim'de istedikleri gibi kutlansın' diyerek sendikaları savunuyorlar. Ama insaf edilsin, Türkiye'de demokrasi gerçekten var mı? Demokrasi terbiyesi hâkim mi? Kanunlara karşı kabadayılık yapanların samimiyetine inanılabilir mi?
Vali, 'İstanbul'da miting ve gösteri yapılacak alanlar belli, burada istenildiği gibi 1 Mayıs kutlanabilir.' derken, insaf sahibi bir kişi çıkıp; 'hayır, kanun da neymiş, halkın huzurundan bana ne? Ben nerede istersem orada kutlama yaparım' diye Taksim'de ısrar eden sendika ağalarının inadını bize izah edebilir mi? Esnaf tedirgin, işyeri sahipleri tedirgin, o semtlerde oturanlar tedirgin ama ağalar 'inadımız inat' diyor. Üstelik Başbakan, iki bakanıyla sendika liderleriyle toplantı yapıyor. Provokasyonlarla ilgili aldıkları istihbaratı, endişelerini onlarla paylaşıyor. Anlayış istiyor, sağduyu daveti yapıyor. Türk-İş başkanı sorumluluk duygusuyla 'yürüyüşten vazgeçtik' diyor. DİSK ve KESK başkanları ise meydan okumayı, kafa tutmayı, sert üslupları ile devam ettiriyor. Niye? Neden bu inat? Neden bu ısrar? Bu tahrikçi kabadayılık gösterisi neden? Evet neden?
Hüseyin Gülerce
Zaman
----------------------------------------------------------------------------
Taksim savunması!
Ülkelerinde 1 Mayıs tatil olduğu için, Ankara'da dün büyükelçiliklerin çoğu kapalıydı.
Fransa'da işçiler Elysee Sarayı'ndaydı. Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin konuğu oldular. 1 Mayıs'ı birlikte kutladılar.
Hırvatistan Başbakanı Ivo Sahader, işçilerle birlikte yürüdü. Slovenya Başbakanı Janez Jansa da öyle...
Çin'de, Japonya'da, Rusya'da, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde işçiler 1 Mayıs'ı bayram gibi kutladılar. Renkli yürüyüşler yapıldı.
Ankara'nın meydanları açıktı...
Tandoğan Meydanı'nda Hak-İş vardı. AKP, Hak-İş'i tercih etmişti. Genel Başkan Yardımcısı düzeyinde AKP'li milletvekilleri, Tandoğan'daydı. Kürsüde türbanlı işçi temsilcileri konuşuyordu...
Türk-İş ise Sıhhiye Meydanı'ndaydı. Opera binasından yürüyüp meydanda toplandı Türk-İş'e bağlı işçiler.
Sıhhiye Köprüsü altında kurulan arama noktasında, İstanbul'dakine benzer görüntüler yaşandı. Polis, alana girmek isteyen gruplara biber gazlı ve coplu müdahalede bulundu.
Tandoğan Hak-İş'e verilmişti ama Taksim, DİSK'e, KESK'e, Türk-İş'e bağlı bazı sendikalara verilmedi.
Hükümet, tüm gücüyle ?Taksim savunması? yaptı.
Fikret Bila
Milliyet
----------------------------------------------------------------------------
Kıyamet senaryosu
Bugün herkes Taksim'deki olayları yazar, siz de onlardan bol bol okursunuz. Gelin ben size başka bir şey anlatayım.
Da, hangi lafı neresinden tutsam? Örneğin şu konuya mı takılsam: Türkiye'de başbakana 'Tayyip' demek serbest, Yargıtay Başsavcısı'na 'Abdurrahman' demek yasaktır... Çünkü başbakana öyle dediğin zaman ilerici olursun, ötekine böyle dediğin zaman gerici! Birincisini yaparsan 'şehirli seçkin' tavrını koyarsın, ikincisi hakarettir.Birkaç yıl önce de genelkurmay başkanına küfür etmek istedikleri zaman 'Hilmi Bey' derlerdi... Bunu bir aşağılama sayıyorlardı.Çünkü Hilmi Bey darbe yapmıyordu bir türlü!... Bu ne biçim komutandı?... Demek ki 'sivil gibi bir şeydi' ... Yok, şu daha güzel: AKP'ye 'git de kuzu kuzu savunma yap' diye akıl öğretip ellerini ovuşturanlar, şimdi de 'niçin ek süre istemedi de savunmasını zamanında teslim etti' diye mızlanıyorlar... İşi yokuşa sür, zaman kazanmaya çalış ki onlar da zevklensinler ve 'korkunun ecele faydası yoktur' yazabilsinler! Çünkü, hopursan da kapatılacaksın, bopursan da kapatılacaksın... Sonra da şaşacaklar: Başbakan boynunu bıçağın altına uzatıyor! Dirensin, Anayasa'yı değiştirmeye çalışsın ki bir de o açıdan yüklenelim... Referanduma gitsin ki memleket büsbütün karışsın... 'Yar bize bir ara dönem başbakanı medet' duasına çıkalım!.. İyi ama, kim olacak bu? Deniz Baykal'da iş yok. Devlet Bahçeli 'o kalıbın adamı' değil. Bir emekli paşa... Hani şöyle Bülend Ulusu falan gibi canım... Memleketi yönetir gibi yapacak da yönetmeyecek... Memleketi, bazı paşalarla birlikte Aydın Doğan yayın grubunun bazı yazarları yönetecekler. Belki o zaman Emin Çölaşan da bağışlanır, 'yuvaya dönmesi' sağlanır. Ortada Tayyip ve Melih kalmayınca tazminat davası da açılmaz, paracıklar gitmez... (Enayilik etmeyin ulan, adamı Turgay Ciner'e kaptıracaksınız bu gidişle...)
Engin Ardıç
Sabah
---------------------------------------------------------------------------
'Vurun ulan, ben kolay ölmem'
'Burası Madımak Oteli gibi. Yanıyoruz, bayılanlar var, pencereleri açmak istiyoruz, açamıyoruz, çünkü bu sefer dışardan gelen gaz, içerdeki gazla birleşiyor, gözlerimiz yanıyor, boğazımız yanıyor, nefes alamıyoruz.' Burası DİSK Genel Merkezi. Tarih 1 Mayıs 2008. Polis DİSK Genel Merkezi'ne biber gazı ve gaz bombası atıyor. Gaz öyle güçlük ki, hava, su, her yer gaz. Biberli gaz, gaz bombası, boyalı su, basınçlı su. Karşıda düşman var, Türkiye'nin işçileri. Türk polisi, aldığı emri hakkıyla yerine getiriyor, o düşmana karşı savaşıyor. Oysa, düşmanda ne top var, ne tüfek. Düşmanda çakı bile yok. Düşmanın elinde kucak dolusu karanfil var. 166 ülkede şenliklerle, coşku içinde kutlanan işçilerin bayram günü, İstanbul'da tam anlamıyla devlet terörüne sahne oluyor. Güney Amerika diktatörlükleri gibi. Askeri darbe dönemlerindeki sıkıyönetimler gibi.
AKIL ARANIYOR
AKP aldığı darbelere bir yenisini ekliyor. Türbanla başlayan toplumsal bölünme, şimdi farklı bir frekansla hız kazanıyor. DİSK Genel Merkezi'nde gazdan boğazı yanan bir işçi, Ahmet Arif'in şiirini anımsıyor:
'Vurun ulan vurun, ben kolay ölmem, ocakta küllenmiş közüm, karnımda sözüm var.' Bugün 2 Mayıs 2008. Türkiye artık eski Türkiye değil. Nereye koştuğu belli olmayan, aklını arayan bir ülke.
Yalçın Doğan
Hürriyet