MÜSİAD GENEL BAŞKANI DR. ÖMER BOLAT?IN
MÜSİAD 17. OLAĞAN GENEL KURUL KONUŞMASI
Türkiye?mizde son 1 yıl siyaset açısından gerçekten fırtınalı ve zor bir yıl olarak geçmiş olup, halen devam etmekte olan bu süreçte ekonomi doğal olarak ikinci plana gerilemiştir. Şöyle bir düşünecek olursak, Anayasaya göre 1 ayda tamamlanması gereken Cumhurbaşkanlığı seçimleri ancak 5 ayda sonuçlandırılabilmiş, parlamento seçimleri erken genel seçimler şeklinde yapılmak durumunda kalmış, Anayasa değişiklikleri önce Meclis?te sonra halk oyu - referandum yoluyla tamamlanmış, Güneydoğu bölgemize yönelik terör saldırılarının artması karşısında hükümetin kararlı ve başarılı siyasi ve diplomatik çabaları ve Türk Silahlı Kuvvetleri?nin başarılı hava ve kara harekatları olumlu sonuçlar vermiştir.
Bu yoğun siyasi gündem altında 2007 yılı ekonomi açısından bir yavaşlama ve idare etme yılı olarak geçmiştir. Büyüme, enflasyon oranı ve cari açık açısından çok da iyimser bir performans gerçekleşemedi. Yine de, makro ekonomideki göstergelerin artıda kalmasını iyimser değerlendirebiliriz. İhracatın rekorlar kırarak bugün yıllık 114 milyar dolara ulaşması, enflasyonun üst üste 3 yıldır tek haneli rakamda kalması ve ekonomik büyümenin 24 çeyrektir yani 6 yıl boyunca devam ederek 2007?yi % 4,5 büyüme ile kapaması olumlu olmuştur.
Son 4 yıldır giderek artan bir şekilde, başta petrol, doğal gaz, değerli madenler, ve son olarak gıda ürünlerinde hem arz ? talep dengesizliğinden hem kuraklık nedeniyle, hem de büyük finans devlerinin spekülatif operasyonlarından kaynaklanan 3 ? 4 katı fiyat artışları dünya ekonomisini sarsmaktadır. Buna ilaveten, 2007 Ağustos ayında ABD?de tutsat piyasasında kredi iflasları ile başlayıp Avrupa Birliği mali piyasalarını da etkileyen ve 1 trilyon dolarlık bir toplam maliyet oluşturacağı tahmin edilen finansal kriz ve likidite darlığı dünya ekonomisinde 1997 ? 98 Güneydoğu Asya krizinden sonraki en büyük sarsıntıyı oluşturmaktadır. Bu krizin ve etkilerinin 2008 ve 2009 yıllarında dünya ekonomisinde büyümeyi yavaşlatacağı, ihracatın % 65?ini başta AB ve diğer OECD ülkelerine yapan ülkemiz için hem ihracat, hem dış yatırım girişleri, hem de cari açık açısından kaygılar uyandırdığı bir gerçektir.
Bununla beraber, siyasetteki fırtınalara, ve dünya finans piyasalarındaki ağır çalkantılara rağmen, Türkiye ekonomisinin makro göstergelerinin bu olumsuz gelişmelere iyi bir direnç göstermesi, ekonomide son 5 yılda sağlanan olumlu gelişmeler ve güven ortamının devamından kaynaklanmıştır. Unutulmamalıdır ki, 21 Şubat 2001?de olduğu gibi, güven ve siyasi istikrar ortamının kaybolduğu, makro ekonomik göstergelerin sıhhatli olmadığı bir durumda, bir Anayasa kitapçığının fırlatılması ile ülkemiz tarihinin en ağır ekonomik krizi ile karşılaşmış, % 40 fakirleşme yanında, kamu maliyesi iflas durumuna gelmişti. Aradaki farkı iyi görmek gerekir.
Bu arada, genel seçimlerin, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ve referandumun ardından, 2008 ve devamında ?siyasi istikrar yeniden sağlandı, şimdi gündem reformlara, mikro ekonomik tedbirlere ve AB üyelik müzakere sürecini hızlandırmaya çevrilecek? diye umutla beklerken, Yargıtay Başsavcılığının ardı ardına iki siyasi parti hakkında kapatma ve geniş bir siyasi yasaklar talebi ile Anayasa Mahkemesine dava açması, ve bu davaya Anayasa?ya göre sorumsuz statüde olan ve devlet geleneklerimizde hiç olmayan bir şekilde Sayın Cumhurbaşkanımızı da eklemesi Türkiye?mizi yeniden siyasi ve ekonomik alanda bir belirsizlik sürecine sokmuştur. Maalesef ülkemizde uzun yıllardır geçerli olan ?istikrarsızlık kural ? istikrar istisna? anlayışını kırmaya çalışırken, bu dava iddianamesi, halkın iradesine, demokratik kazanımlara, hukuk devleti anlayışına, siyasi ve ekonomik istikrara, ülkemizin dünyadaki itibarına büyük zararlar veren bir teşebbüs olmuştur. Hukuki değil, siyasidir. Bir gün herkese lazım olacak olan hukuk ve adalet sistemi siyasi iktidar mücadelelerinin aracı yapılamaz. Halkın iradesinin % 85?inin parlamentoya yansıdığı ve iktidar partisinin % 47 oy aldığı bir genel seçimden sadece 7 ay sonra böyle bir teşebbüse başvurulması ve dayandığı gerekçeler çok tartışmalıdır, parti farkı gözetmeksizin halkımızın büyük bir bölümünün vicdanlarını yaralamıştır. Ancak sadece kendilerini ülkenin ? makamların rantların sahibi gören ama her defasında halkın iradesi karşısında yenik düşen demokrasi karşıtlarını ise sevindirmiştir.
Halkın kendi kendini yönetmesi sistemi olan Cumhuriyetimizi hepimiz seviyor ve benimsiyoruz. Laiklik ilkesi de inanç ve ibadet hürriyetinin teminatı anlamında benimsenmiş ve yerleşmiş durumdadır. Anayasamıza göre, Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Halkımız özgürlükçü ve tam demokratik Cumhuriyete layıktır, yoksa birilerinin yapmaya çalıştığı bürokratik Cumhuriyete ya da vesayet sistemine değil. Ülkemizde bir memurun işten çıkarılması veya soruşturma açılması 657 sayılı kanun ve Memurin Muhakemat Kanunu gereğince çok zordur. Ama 17 milyon kişinin % 47 oyuyla iktidara gelen bir siyasi partiye kapatılma başvurusu ile kolaylıkla dava açılması tiraji komiktir. 1982?den bugüne ülkemizde 18 siyasi parti kapatılırken, bütün Avrupa kıtasında 1950?den beri sadece 3 parti, onlar da şiddeti övdükleri ve ilişkilendirildikleri için kapatılmışlardır. Doğu?ya bakarsak, uzun süredir askeri yönetimle idare edilen Pakistan?da ve Tayland?da bile siyasi partiler kapatılmadığı gibi, son seçimleri de kazanarak iktidara gelmişlerdir.
Ayrıca, Türkiye?miz bugün dünyanın 17. büyük ekonomisi olarak, diğer dünya ülkeleri ile kıyasıya rekabet içinde iken, ve dünya ekonomisinde finans, emtia ve gıda piyasalarının çok büyük bir çalkantı içinde olduğu bir ortamda, açılan kapatma davasının yol açtığı belirsizlik, tedirginlik karşısında, iç ve dış yatırımlarda, üretimde ve tüketimde, daha da önemlisi istihdam piyasasında yol açmaya başladığı yavaşlamadan kaynaklanan ekonomik faturayı, maalesef yine ülkemiz ve halkımız ödemek zorunda kalacaktır. 1 puanlık faiz artışının 2 milyar dolar ilave yük getirdiği hesap edilecek olursa kamu maliyesine, borsada ve dövizdeki değişmeler ile sanayicilere, işadamlarına yüklenen zararlar, ve Türkiye?nin dış dünyadaki itibar kaybı ve dış politikadaki potansiyel etkilerin faturası ne olacak? Bedeli 70 milyon insanımız ödemek zorunda kalıyor.
İçine kapanan, dünyadan soyutlanan, demokratik süreç ve hürriyetlerin kısıtlandığı bir dönem, Türkiye?ye istikrarsızlık ? huzursuzluk, itibar kaybı, rekabet yarışında geri kalma, fakirleşme ve kaybolan yıllar olarak bedel ödetmektedir. Buna karşın hürriyetlerin genişlediği, huzur ve istikrarın sağlandığı, dışa açılmanın sağlandığı dönemlerde ise ekonomik gelişme ve küresel rekabette ileri gitme başarılmıştır. İki Türkiye resmi çizeyim size. 1990 ? 2001 yılları arasındaki dönemde yıllık ortalama büyüme oranı % 2,8, ihracat artış oranı % 8,4, enflasyon oranı % 73,5 olmuştur. Buna karşın 2002 ? 2007 yılları arasındaki 6 yıllık dönemde yıllık ortalama büyüme oranı % 7, ihracat artış oranı % 26,2, enflasyon oranı % 14 oldu. Hangi Türkiye?yi tercih edersiniz?..
Sorumluluk makamında olup, ama ülkemize ve halkımıza ağır faturalara yol açabilecek şekilde keyfi yetki kullanımlarının gelecekte olmaması için gerekli hukuki ve idari düzenlemelerin acilen gündeme getirilmesi gerekmektedir.
Bizce, mevcut belirsizlik ortamından çıkılabilmesi için, siyasi partiler yasası ve Anayasa?nın 69. maddesinde acilen gerekli değişiklikler yapılarak, şiddeti ve terörü teşvik etmeyen hiçbir parti kapatılmamalıdır. Siyasi partilerin açılma ve kapatılma yeri halkın vicdanı ve iradesi olmalıdır. Rekabet alanı seçimler ve TBMM?dir. Başarılı olmayan, halkın beklenti ve isteklerini karşılayamayan siyasi partilere millet seçim sandığında zaten kırmızı kartı göstermektedir. Bu süreçte Anayasa değişikliklerinin acilen yapılmasını ve AB üyelik müzakerelerinin gerektirdiği reformların hızlandırılmasını MÜSİAD olarak destekliyoruz. Esasen, Parlamentomuz tarafından, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve konunun uzmanları tarafından tartışılarak, bütün bu kesimlerin katkılarıyla olgunlaştırılacak, katılımcı, çoğulcu, demokratik, toplumsal dengeleri gözeten, temel hak ve özgürlükleri tam olarak teminat altına alan yeni bir Anayasa?ya ülkemizin kavuşturulması gerektiğine inanıyoruz.
Siyasi partiler, iş dünyası kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve medya kuruluşları sağduyu ve uzlaşma zemininde ortak hareket etmelidir. Bu sağduyu ve uzlaşmanın ortak paydaları, özgürlükçü demokrasi, halkın iradesi, hukuk devleti, siyasi ve ekonomik istikrarın korunması? olmalıdır. Anayasa Mahkemesinden de bu ortak payda zeminine uygun bir karar çıkmasını bekliyoruz ve davaların reddedilmesini bekliyoruz.
Ekonomide gerek iç piyasadaki yavaşlama ve durgunluk, gerekse yeniden yapılanma sürecinde uyum zorlukları yaşayan bazı reel sektör işletmelerinin sıkıntılarını da belirtmek zorundayız. Kâr marjlarının düşmesi, yüksek finansman maliyeti, son 1,5 ay haricinde TL?nin aşırı değerli olması, özellikle Çin ve Uzakdoğu ülkelerinden ölçüsüz biçimde artan ithalat baskısı, bankaların işletmelere yönelik sıkıştırmaları, istihdam artışının son aylarda durması gibi sıkıntılar ? ekonomide yeni bir vizyon ve atılım ihtiyacını? açıkça ortaya koymaktadır. Nüfusu her yıl 1 milyon ve işgücü arzı her yıl 700 bin kişi artan ülkemizde, birincisi % 6-7 oranında sürdürülebilir bir ekonomik büyüme, ikincisi ödemeler dengesinin sorun teşkil etmemesi için ihracat artışının devamı ve üçüncüsü istihdam artışı sağlanması, ekonominin olmasa olmaz kırmızı çizgileridir. Merkez Bankası?nın enflasyonu ?yüksek faiz ? düşük kur? çıpası üzerinden indirme politikası artık sonuç vermemekte, aksine rekabet gücümüze, ara mal ve girdi üreten sanayilerimize ithalat baskısıyla zarar vermektedir.
Geldiğimiz aşamada parasal önceliklere dayalı bir istikrar programı arayışının bittiği görülmeli ve yeni bir kalkınma mimarisi programına geçilmelidir.
Öncelikle Türkiye, Mayıs 2008?de IMF ile sona erecek ?kredili Stand-by anlaşması? yerine, imzalayacağı bir ?Program - Sonrası Gözetim Anlaşması? ile yoluna devam edebilir.
Merkez Bankası?nın, faiz düşürmede daha proaktif, yavaşlayan ekonomik büyümeyi ve istihdam azalmasını dikkate alarak hareket etmesi gerekmektedir.
Sosyal güvenlik reformunun Meclis?te kanunlaşması olumlu bir gelişmedir. Sıra istihdamı teşvik paketindedir. Kamunun sanayici ve müteşebbisler üzerinde gereksiz maliyetler doğuran mevzuat yükleri azaltılmalıdır. 5 puanlık sigorta primi indirme sözünün bu yıl yerine getirilmesi, sanayicilere istihdamı arttırmada en azından bir moral ve teşvik unsuru olacaktır.
Bu dönem işletmelerimizin, sanayimizin girdi maliyetlerinin düşürülerek, dünyadaki rakiplerimiz karşısında rekabet gücünün artırılması gereken bir dönemdir.
Bu bağlamda, sanayi envanterinin çıkarılması ve sanayi stratejisi belirleme çalışmalarının başlatılmasını olumlu karşılıyoruz.
Aynı şekilde 2008 yılı sonunda sona erecek yatırım teşviki sisteminin revizyona tabi tutularak, sektörel ? bölgesel ve rekabet gücü önceliklerine göre düzenlenmesi gerekmektedir.
Hükümetin GAP?ın sulama yatırımlarının 5 yılda 2013?e kadar bitirilmesi hedefini memnuniyetle karşılıyoruz.
Tarım sektörü ve tekstil-giyim sektörünün net döviz girdi kaynağı ve kitle istihdam kaynağı olarak yeniden yapılandırılarak, rekabet güçlerinin korunması önemlidir.
Sanayide ve tarımda organize ihtisas bölgeleri kurulmasıyla kümelenmeler geliştirilmelidir.
Öz sermaye ile yapılan imalat sanayi yatırımlarına yatırım indirimi uygulaması başlatılmalıdır.
Dış ticaret açığını azaltmada, kamu kurumlarının ve belediyelerin ihalelerinde ve uygulamalarında Türkiye?de üretilen ürünleri ve hizmetleri tercih etmeleri, Bakanlıkların teknik uygunluk belgesi verme ve denetim kurallarını sıkılaştırmasını bekliyoruz. Batıda, uzak doğuda rakip ülkeler ne kadar yapıyorsa o kadar, daha fazlasını değil.
Tedarikçi ve üretici KOBİ?ler ile küçük esnafın uzun süredir beklediği Büyük Mağazalar Kanunu Tasarısının yasalaşması artık aciliyet arzetmektedir.
İstihdamın % 61?ini karşılayan KOBİ?leri güçlendirmek, işsizliği azaltmak için en iyi çaredir. Ara malı ve girdiler üreten KOBİ?lerin teşvik edilmesi, KOBİ?lere ihracat için fuar-marka-mağaza desteklerinin artırılması, KOSGEB ve DTM?nin destek kaynaklarının artırılıp, bürokratik engellerin azaltılması şarttır. KOBİ borsalarının kurulması, KOBİ?lerin sermaye piyasalarına erişimini kolaylaştıracaktır.
Diğer taraftan, kamunun vergi alanında 30 milyar YTL, sigorta primi alanında 43 milyar YTL. alacağı biriktiğinden dolayı, aşırı yüksek gecikme faizlerinin indirilmesi ve ödeme taksit imkanlarının arttırılması iş dünyası ile kamu kesimi arasında yeni bir bahar dönemi başlatabilecektir. Burada ihtilaflı vergi borçlarına geçen aylarda kanunla sağlanan kolaylığın diğer vergi borçlarına da teşmili düşünülmelidir.
2 yıl önce MÜSİAD olarak hükümetimize önerdiğimiz KEY ? Konut Edindirme Yardımı Fonu?nda biriken tasarrufların 7,5 milyon hak sahiplerine biran önce geri ödenmesi hane halklarına ve piyasaya olumlu ve moral etkisi yapacaktır.
Son olarak, alacağına şahin ? borcuna güvercin olan maliyenin, uzun süredir biriken tedarikçilere ve müteahhitlere olan kamu borçlarını, ve ihracatta KDV iadesi ödemelerini bir an önce yapması piyasalarda cansuyu etkisi yapabilecektir.
MÜSİAD olarak, ortaya koyduğumuz bu yol haritası, ?rekabetçi bir ekonomi, refah gücü yükselmiş halkımız, gelenek ve değerlerimizi korurken modernleşme ve ilerlemeyi hedef alan, özgür ve demokrat bir Türkiye? projesinin temel dinamiklerini oluşturmaktadır. Geçtiğimiz aylarda ebediyete intikal eden ve rahmetle andığımız merhum hocamız Prof. Dr. Sabahaddin Zaim?in bize vasiyet niteliğindeki şu sözleri bizim için yol göstericidir: ?Türkiye?nin demokratikleşme sürecini ve ekonomik ? sosyal gelişme sürecini ilerletmesi, dünya ile rekabet etmesi ve itibarlı bir ülke olarak kabul görmesi, ancak ve ancak huzur ve barış ortamını, istikrarını koruyabildiği ve sürdürülebilir yüksek oranlı büyüme kaydettiği takdirde mümkün olacaktır.?
Ömer Bolat'tan veda konuşması
MÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Bolat, seçimli genel kurul açılışında bir veda konuşması yaptı. Bolat, başkanlığı döneminde gerçekleştirilen çalışmaları anlattı.
18 Yıl Önce Güncellendi
2008-04-19 12:49:00
SON VİDEO HABER
Haber Ara