1974 ? 80 arası dönemde çatışmalar hangi ideolojik zemin üzerinde gerçekleşiyordu?
Muharrem Şemsek: O dönemi bir defa ideolojik çatışmalar dönemi olarak görmek lazım. Sovyetler Birliğinin yayılmacı politikası gereği Marksizm ideolojisini yayılmak istediği hedef ülkelerde faaliyetler yürütüyordu. Türkiye de bu hedef ülkelerden biriydi. Sovyetler Birliği Marksizmi, Türk gençleri arasına, Türk aydınları arasına yaymak suretiyle, kabul ettirmek suretiyle kendisine taraftar bulmak istiyordu. Buna neo-koloniyolizm deniyordu. Kültür emperyalizmi yoluyla hedef ülkenin gençlerini ve aydınlarını elde etmek. Kendisi gibi düşünen bir yönetimi iş başına getirmek ve kendisine bağlamak projesi! Ülkücüler yerli fikir sahibi olan insanlardı. Türk milliyetçileri, yerli ve milli fikri savunuyorlardı. Bu fikrin yabancı bir fikir olduğunu, ülke aleyhine olduğunu ve Türk devletinin varlığına, birliğine, bütünlüğüne kast eden bir proje olduğunu biliyordu. Eğer ülkücüler olmasa, ülkücüler bu ideolojik saldırının, bu fiili ve fiziki saldırının karşısına fikren dikilmemiş olsaydı Türkiye çok rahatlıkla Afganistan olabilirdi. Türkiye?yi Afganistan olmaktan ülkücüler kurtarmıştır.
1980 öncesi çatışmalar, sağ-sol çatışması mıydı?Şemsek: O dönemde millet zannediyor ki okullardaki olaylar, aşırı sağ ve sol gruplar arasında oluyor. Bunun gerçekle bir ilgisi yok. Bizim gibi düşünen insanlara, Marksizm ideolojisini benimsemiş olan öğrenciler düşman gözü ile görüyor. ?Faşist?, ?ırkçı? diyerek okula sokmak istemiyorlar. Fakülte binasının taşları arasına ?Muhammed?in p..leri faşistler giremez? diye afiş asıldı. Ülkücüler ne yapıyordu? Okullar işgal edildiği dönemde çoğunlukla sol görüşlü, Marksist görüşlü öğrenciler Dev-genç vs adlarla teşkilatlanarak, okullarda çoğunluğu elde etmişlerdi. Okullarda her türlü faaliyetlerini yapıyorlar. Kendileri gibi düşünmeyen hiçbir öğrenciye de yaşama alanı bırakmıyorlardı. Anadolu?dan gelen, fen fakültesinde okuyan, Komünist ve Marksist olmayı kendisine yakıştıramayan, genç onların grubuna katılmıyor, yaptığı tek şey bu! Hemen hedef, düşman! Ya onlardan olacaksınız ya da okula gelmeyeceksiniz. Dövülüyor, taşlanıyor, kurşunlanıyor v.s. bu durum ortaya çıkınca Ülkü Ocaklı gençler okullarda teşkilatlandılar. Kendi görüşlerindeki insanlar, gençler bir araya geldiler, organize oldular ve devletin valisi, emniyet müdür ve ilgili bakanlarına başvurularak, ?Biz falan okulun öğrencileriyiz, okumak istiyoruz, bizi okulumuza sokmuyorlar, lütfen güvenlik tedbirleri alın, biz derslerimize gireceğiz? denildi. Daha sonra okullara gidildiği zaman Marksist görüşteki gruptaki öğrenciler tarafından taşla, sopayla daha olmuyorsa silahla kovalanmak olmuştur. Size biri taş atarken sizin yapacağınız ne? Siz de kendinizi korumak için reaksiyon gösterir ve kendinizi olayın içinde bulursunuz.O dönemde Ülkücülerin önünde hangi alternatifler vardı?
Şemsek: Ülkücülerin o dönemde yapabileceği birkaç şey vardı:
BİR, Okuyabilmek için Marksist öğrencilerle beraber olacaklardı. Devlete karşı savaş vereceklerdi. ?Kahrolsun Türkiye? diye bağıracaklardı. Duvarlara Mao?nun, Lenin?in, Che?nin resimlerini asacaklardı.
İKİ, ?Ben komünist ve Marksist olmak ne dinime uygun, ne geleneğime uygun, bunu yapamam? diyorsa, yapacağı iki şey var: Ya, ?Okumak benim neyime?? deyip okulunu bırakıp evine dönecekti. Ya da her tehlikeyi göze alıp okula gidecekti. Gittikleri zaman da okullarında saldırıya uğradılar. Davamız kutsaldı. Fikrimiz doğruydu. Ülke aleyhine hiçbir düşüncemiz söz konusu değildi. Yaptığımız şey doğru şeydi. İnsan olarak elbet bir takım eksiklikler olabilir. Ama bunların esasla hiçbir ilgisi yoktu. Ülkücüler Türk milletinin, Türk devletinin has dostlarıdır. Okullardaki çatışmalar da, mahalledeki çatışmalar da tam anlamıyla bir sosyal refleks olayıdır. Zaten Türk milliyetçiliği budur. Türk milletinin varlık fikridir. Türk milletine karşı bir saldırı meydana geldiği zaman, bir hücum meydana geldiği zaman ona bir sosyal refleks olarak karşı koyan, onu yok eden, onu tesirsiz hale getiren bir özelliği, ülkücülerin konumu da 12 Eylül öncesinde bu olmuştur.
Alparslan Türkeş, 12 Eylül darbesi sürecinde evinizde saklanmıştı. O günlerde neler yaşadınız?Halil Şıvgın: 11 Eylül günü saat 9:30 civarında kapımın zili çaldı. Kapıyı açtığımda karşımda Yaşar Okuyan?ı gördüm. Nefes-nefese ? Bu gece komünistler darbe yapacakmış, Türkeş Beyi size getireceğiz? dedi. Buna karşılık ?Benim eşim hamile, bana biraz zaman ver ki eşimi hazırlayayım? dedim. Düşünmek için çok az zamanım vardı. Hemen durum değerlendirmesi yaptım. Komünist bir darbe yapılacaksa, Türkeş Beyi takibe almaları, onu izlemeleri söz konusu! Eğer izliyorlarsa, Türkeş Bey bize gelir gelmez biz bir silahlı çatışmaya girme ihtimali olabilir. O çatışmada da hamile eşimi korumak için ne yapabilirim diye düşünmeye başladım. Bu arayışım devam ederken Yaşar okuyan tekrar geldi. Yaşar?a, ?Ben eşimi alayım, anahtarı size bırakayım? dedim. Bu teklifimi olumsuz karşıladı. Bunun üzerine eşimle konuştum. Olur, gelsin dedi. Daha sonra Türkeş Beyi, Yaşar Okuyan bizim eve getirdi. Türkeş Bey siyah gözlük ve şapka takmış. Dışarıdan biri baktığı zaman ilk etapta Türkeş Bey olduğunu hatırlamayabilir.Darbeyi nasıl duydunuz?
Şıvgın: O gün sabaha kadar hiç uyumadık. Saat 4 civarı Kenan Evren Paşa beklenen ilk konuşmasını televizyonda yaptı. Darbenin gerçekleştirildiğini, bir müdahale olduğunu, duruma silahlı kuvvetlerin el koyduğunu anlattı. Bir saat sonra Türkeş beyin, Kader Sokak?taki evine arama için geldiler. Bir jip ve çok sayıda asker vardı. Bizde yukarıdan, perdenin arkasından evin aranmasını Türkeş beyle beraber izledik. Bir sokak araması başlatsalar, Türkeş bey yakalanabilirdi. Sadece evini aradılar. Sabah bütün liderlerin gözaltına alındığını duyduk. Teslim olmayan Türkeş için bildiri yayınlanmaya başladı. Suç unsuru olacağını, nerede gizleniyor, saklanıyorsa, onların da suçlu olacağına ilişkin duyurular sıkça yayınlanmaya başlandı.Türkeş teslim olmakta neden tereddüt etti?
Şıvgın: Çemberin daraldığı bu süre zarfında çıkış yolu arıyorduk. Rahmetli Türkeş, ?Bu darbenin rengini görmemiz lazım. Kimler yapıyor. Kimler güçlü, kimler etkili, bir sol darbe olabilir. O zaman bizi tasfiyeye yönelik demektir. Sağ darbe bile olsa, Demirel dair herkes gözaltına alındığına göre, buna güvenlik gerekçesi de dese, darbenin kendi içindeki karakter yapısının analizinin iyi yapılması lazım? diyerek teslim olmayı o an için düşünmüyordu. Daha sonra Türkeş Bey, ?Yenimahalle taraflarında bir köy var. Oraya gidebilir miyiz?? diye sorduğunda ilk sokağa çıkma yasağı kalktığında hay hay gideriz dedim. Sizi buraya getiren arkadaşlardan kimlerin gözaltına alınıp alınmadığını bilmiyoruz. Eğer bir gözaltı varsa, gözaltındaki arkadaşlar konuşmuşsa bu durumda hedef olma ihtimaliniz yüksek. Dışarı çıkma durumunda ?kaçıyordu? diye ateş edip vurmak isterlerse ne yapacağız? Ben hayatım önemli değil ama siz bir hareketin liderisiniz. Bunu düşündük mü? tarzı durum değerlendirmelerimden sonra o köye gitmekten vazgeçildi.Türkeş teslim olmaya nasıl karar verdi?
Şıvgın: Çıkış yolunun olmadığını gördükten sonra Türkeş Beye, ?Oğlunuz Tuğrul buraya gelsin sizin teslim olma anınızı çok yakın bir yerden izlesin. Ve medyaya başta yabancı basın olmak üzere, basın kaynaklarına sizin teslim olduğunuz anda sağ salim teslim olduğunuzu duyursun. Bir çatışmada kurşuna dizilme gibi bir durum olacaksa bunu önlemiş oluruz. Çünkü sağ salim teslim olduğunu bilince kimse kıpırdayamaz? dedim. Olumlu yanıt aldıktan sonra Tuğrul?u çağırarak babasıyla görüştürdüm. Sonra gerekli hazırlıkları yaptık. Türkeş Bey sabah saatlerinde -Allah?tan kimseye görünmeden- kendi evine geçti. Askerler, onu evinden aldılar. Bu sırada da Tuğrul Türkeş yerli ve yabancı medyaya babasının teslim olduğu anda teslim olduğunu bildirdi.
12 Mart Muhtırası niçin yapıldı?
Muhsin Yazıcıoğlu: 12 Mart muhtırası 9 Martta yapılacak olan sol bir darbeye karşı ülkeyi daha demokratik bir yöntemle güvence altına almak şeklinde yorumlanıyordu. Yani 12 Mart muhtırası olmasa 9 Mart organizasyonu Komünist bir ihtilali gerçekleştirecekti denildi. Dolayısıyla Marksist bir ihtilalin yapılmasını önlemek iddiasıyla verilmiş olan 12 Mart Muhtırası bu amaçla bile olsa, netice itibariyle demokratik sisteme bir müdahaledir.Muhtıraya karşı Türkeş nasıl bir tutum takındı?
Yazıcıoğlu: O dönemde rahmetli genellikle Ülkü Ocaklarının herhangi bir olaya bulaşmaması, olaylardan uzak kalması ve bir şekilde provokasyonların içine çekilebileceğimiz uyarılarında bulunmuştur. Rahmetli muhtıradan sonra benim hatırladığım o günlerde en çok yapmış olduğu telkin; provokasyonlar olabilir, her hangi bir şekilde provokasyonlara gelinmesin, üniversitelerde yine bir çatışma ortamı hazırlanabilir bunlar karşısında dikkatli olunması. Kesinlikle kavgalara girilmemesi yönünde telkinleri vardı. 12 Mart muhtırasına yönelik olarak Doğan Avcıoğlularının vs oluşturdukları örgütlenmeler var. Bu örgütlenme asker içine kadar girmiş. Ve bir cunta hareketi olarak, darbe teşebbüsünde bulunma noktasına gelmişlerdi. Dolayısıyla askeriyenin içinde birbirine karşı üstün olma çabası içindelerdi. Rahmetli ise askerin işine bulaşmamakta titizlik gösterirdi. Geçmişte 27 Mayıs ihtilalinin bizzat içinde olması, ondan sonraki irili ufaklı artçı deprem gibi gelen darbe teşebbüsleri, cunta hareketleri, ordu içindeki bu tür yapılanmalar rahmetli Türkeş?i çok dikkatli olmaya sevk etmişti. Bundan dolayı askerin siyaset içerisine çekilmesinden her zaman çekinmiştir.12 Eylül Darbesi Türkeş?i nasıl etkiledi?
Yazıcıoğlu: Ben ceza evindeyken Türkeş Bey çıkmıştı. O zaman bir gazete de fotoğrafını görmüştüm. Sincan tarafında bir köy ziyareti olmuş, bir ağacın dibine minderin üzerinde oturuyorlar. Baktım Türkeş Beydeki o eski diri ve heybetli duruş yok. Ne zamanki yasaklar kalktı, mücadele yeniden yoğun bir şekilde başladı o zaman Türkeş Bey bir anda kendine geldi. Sanki birkaç yıl daha gençleşmiş ve geriye gitmiş gibi oldu. Mücadele onu daha diri tutuyordu. Bilinenin aksine Türkeş Bey meşruiyet içinde kalmaya çok özen gösteren bir kişilikti. O sınırları zorlamak taraftarı hiçbir zaman olmadı.
Darbeden sonra Türkeş neler yaptı?Yazıcıoğlu: Yasaklı dönemde ihtilalin tahrip ettiği, dağıttığı, moralmen çökerttiği, birçok maddi manevi zararların görüldüğü bir ortam yaşandı. Bundan dolayı da bir tadilat dönemi gerekiyordu. Ama bu o kadar kolay değildi. Çünkü ihtilalin etkileri hala devam ediyordu. Cezaevinden çıktıktan sonra Türkeş Bey, bir tamir-tadilat çalışması yaptı. Önce bir Muhafazakâr Parti kuruldu. Muhafazakâr Partiyi fiilen başında olmadan yönetti. Sonra bu parti MÇP?ye dönüştü. MÇP döneminde bizde cezaevinden çıktık. 15 gün sonra da 1987 yılı nisanında bir büyük kurultay oldu. Biz de o kurultaya iştirak ettik. Bana rahmetli bütün gençleri topla, partiye katılın teklifinde bulundu. Ben de eski ocak başkanlarını bizzat kendisinin davet etmesinin daha doğru olacağını ifade ettim. Sonra da peş peşe eski ocak başkanlarıyla toplantılar yaptık. Önemli sayıda arkadaşlarımızın itirazına rağmen topluca MÇP?ye katılmaya karar verdik.90?lı yılların başında niçin sizi Türkeş?in halefi olarak gösterdiler?
Yazıcıoğlu: 1990 yılında, öyle hatırlıyorum, bir dergi kapak yaptı bizi. Rahmetli ile beni. Eli omzumda, o şekilde fotoğrafımızı koymuşlar. Benim başıma rahle, açık bir Kur?an-ı Kerim, Türkeş beyin başına bozkurt, kurt Kur?an okuyor. Altına ?Halef-selef, milliyetçilikten şeriatçılığa? yazıyordu. Bu mizansen, çok ciddi şekilde düşünülerek hazırlanmış bir mizansendi. Yıllar sonra bu yayını yapan kişilerden biri ile karşılaştım. Dedim ki; ? O zamanlar kapak konusu yaptınız bizi, sonra unuttunuz? dedim. Bizim görevimiz oraya kadardı dedi. Ne yapmış oldular. İşte halef-selef dedi. Türkeş beyin yerine bu geçecek. Bu Türkeş beyin yerine geçtiğinde milliyetçilikten şeriatçılığa dönüşecek diyor. Ve böylece hareketin içerisine bir yarık sokmak istediler. Bunun kendiliğinden yapıldığı kanaatinde değilim. Soğuk savaşın sona ereceği bir ortamda, bir yenidünya düzeni iddiasının gündeme geldiği ortamda, NATO konseptine Türkiye?de milliyetçilik hareketini oturtmak istediler. Ve bunun içinde milliyetçi hareketin içinde bir kopuş yaşanması gerekiyor. Ve o kopuşa bir ad koyacaklardı. Stratejinin gereği yapıldı. Ve belli kişiler koparıldı. Ben bunun çok ciddi bir provokasyon olarak başlatıldığı ve yürütüldüğü kanaatindeyim.MHP?den niçin ayrıldınız?
Yazıcıoğlu: Biz bu kadar ağır bedeller ödemiş bir nesli temsil eden, bir kuşağı temsil eden insanlar olarak; inandıklarımızı yapacaktık, inandıklarımızı söyleyecektik. İnanmadıklarımıza itiraz edecektik. Yanlış gördüklerimizi söyleyecektik. Yanlış gördüklerimize itiraz edecektik. Bu itirazlar çerçevesinde daha ideallerimize uygun bir siyasetin oluşturulması, ideallerimize uygun bir siyasi aksiyonun konulmasını isteyecektik. Biz onu yaptık. Ama rahmetli ile görüş ayrılıklarımız oldu o yıllarda. Parti içi demokratik işleyişle ilgili, parti içindeki yönetim anlayışından! Sonra meclise girdiğimizde, meclisteki koalisyon hükümetlerine bakışımızdan, politika üretirken yaklaşımlarımızdan farklı bakış açılarına sahip olduğumuz görüldü. Sonunda bir kopuşta yaşandı. Rahmetli Alparslan Türkeş ile birlikte olduğum hatıralarım, ayrılık noktalarından çok daha fazla hiç şüphesiz ki!Alparslan Türkeş?in üstlendiği misyon neydi?
Yazıcıoğlu: Alparslan Türkeş?in en çok şu vasfının anlaşılmasını istiyorum. O Türk milletine kendisini adayan, Türk milletinin varlığına, birliğine, geleceğine ihtiyaç olduğunda gözünü kırpmadan hayatını verecek bir kuşağın, bir neslin, bir idealist ülkücü gençliğin yetişmesine vesile olmuştur. O böyle bir gençliğin oluşumuna önderlik yapmıştır. Böyle bir neslin doğuşunu sağlamıştır. Evet, zaman zaman savrulmuştur bu gençlik! Zaman zaman dağılmıştır. Ama bütün siyasal hareketlere etki yapmıştır. Alparslan Türkeş?i sadece MHP?nin kalıpları içine sıkıştırmamız mümkün değildir. MHP ile ilişkili ve ilintili, ondan ibaret saymamız mümkün değildir. Aykırılıklarımız olsa da Alparslan Türkeş?in bizim siyasi fikirlerimizin oluşmasında, idealist bakış açımızda, Türk milleti ile ilgili hayallerimizde her zaman izi vardır. Onun etkilemiş olduğu bir nesil, bir kuşak bu gün Türkiye?de fikir, siyaset, edebiyat alanında ve Türkiye?nin bürokrasi ve siyaset yönetiminde çok etkili noktalarda bulunmaktadırlar.Kaynak: KanalA Haber