Danimarkanın Hakaretleri Ve Kendi Kendimize Ettiğimiz Hakaretler
Nebil Şebib*
Danimarka?da yayınlanan ve Peygamber efendimize hakaret içeren karikatürlere gerekli ve uygun cevap nedir? Üç sene öncekinin tekrarı mı olacak? Bazı çevrelerin istediği gibi görmezlikten mi gelinecek? Sudan?ın ve internet aracılığıyla bazı halkların yaptığı gibi cevap ekonomik boykot çağrısı mı?
FIRSATLARIN KAÇMASI
Doğru bir cevabı bulmak için doğru soruyu sormak gerekir: Batı ve İslam Dünyası arasındaki ilişkiler bazında bu hakaretleri nereye oturtacağız?
Acaba bu hakaretleri İslam Dünyasının güçlenmesini ve ilerlemesini engellemek için batının giriştiği saldırgan ve emperyalist savaşlar ve çabalar arasında değerlendirebileceğimiz faaliyetlerden mi kaynaklanmaktadır?
Yoksa batılı bireyin nezdinde İslam ve Hatemü?l Enbiya (sav) ile ilgili cehaletle İslam ve Müslümanların imajına ilişkin kötü mirasla mı alakalı?
Batılı insanın kişiliğinde ve ifade özgürlüğünden ne anladığına dair büyük bir çarpıklıktan kaynaklanan sıra dışı bir ifadenin tezahürü müdür?
Değerlerini yitirdikten sonra büyük bir çalkantı içerisine girmiş batı medeniyetiyle, er geç meyve vermeye hazırlanan İslami kültürel kalkınma tohumları arasında bir medeniyet çatışması mıdır?
Belki de durum tüm bunların karışımıdır. Ancak cevaba yardımcı olacak başka bir soru sormamız lazım: Bu hakaret karikatürleri, sadece olaya karışan fertleri ve basın yayın organlarını mı temsil ediyor? Yoksa batı dünyasını oluşturan bir kaç ülkeyi ve Danimarka?yı mı temsil ediyor? Yoksa bu tür hakaretler özelde Danimarka genelde Batı dünyasında kamuoyundan destek görüyor mu?
Bu soruya verilecek cevapta yapacağımız genelleme, bizim onlarla ilgili cehaletimizin, onların bizimle ilgili cehaletine eşdeğerdir. Genelde Müslümanlar özelde İslam?la ilgili onların mantık dışı ve çarpık genellemelerine bizim de düşmek üzere olduğumuzu gösterir.
Bu tür sorulara sağlıklı ve yerinde bir cevap vermek için genelde Müslümanların özelde entelektüellerin ve İslam Dünyasındaki yönetimlerin karar vermesi en az üç aylık bir zaman alır. Bu hususta dayanağımız şudur:
1- Bu makale örneğinde olduğu gibi basın yazıları buna yakın cevaplar olabilir, ancak bu tür yazılar yazarın bakış açısına ve elindeki bilgilere bağlı olarak basın yazılarındaki farklılıkları ortaya çıkarıyor.
2- Müslüman Âlimler Birliği ve diğer bağımsız çevrelerden çıkan hamasi tepki ve çağrılar halkın harekete geçmesini sağlasa da şu soru cevapsız kalır: Nereye? Ve nasıl?
3- Anlık resmi siyasi tavırlar, ilk karikatür krizinde Suudi Arabistan?ın ve ikinci krizde Sudan?ın tavrı gibi yeterli bir zaman diliminde uygulanmaya müsait önceden planlanmış politikalardan çok sıradan tepkileri andırıyor.
Hiçbir siyasi tavır İslam Dünyasında farklı siyasi mevkilerdeki kişilerle koordineli ve tam bir ilişkisi olmadan ayrıca ciddi, pratik ve ortak bir icraatla birleşmeden amacına ulaşamaz. Bu icraatlar farklı şekillerle amacına ulaşabilir, ihtiyaç halinde bu icraatlar sıkılaştırılabilir, bu ihtiyaç yukarıda anlatılan sorulara cevap vermeden ortaya çıkmaz.
Açıkçası bütün olaylar bir bütün olarak bizim için büyük bir hakaret içeriyor, bunu görmeyen, tedbir almayan, ders çıkarmayan, taktik geliştirmeyen, koordinasyon ve organizasyon sağlamayan, işini doğru yapıp geliştirmeyen hiç kimse son yıllarda gözle görülür bir şekilde batıda artarak devam eden bu hakaretler dâhil hiçbir olaya yeterli ve etkili bir cevap vermesi mümkün değildir.
KÜÇÜK DÜŞÜRÜLMEYİ HAK EDİYORUZ
Hiçbir araştırma ve inceleme olmadan şunu söyleyebiliriz, hakaret edenlerle resmi ya da gayri resmi olarak onları destekleyenler, Müslümanları ve İslam dünyasını küçük düşürüyorlar, öfkeli kalabalıklara hakaret ediyorlar, çünkü bunlar sadece öfkelerini dile getiriyorlar, harekete geçmeye çağıran entelektüeller de hakaret ediyorlar, çünkü bunlar onurlu direniş ve pratik hareketlenme için yol göstermek yerine sadece hamasi nutuklar çekmeyi seviyorlar, hükümetlere hakaret ediyorlar, çünkü bu hükümetler sadece karikatür krizinde değil tüm krizlerde kendi içinde bölünmüş durumda.
Müslümanlara ve İslam Dünyasına hakaret ediyorlar, istediklerini yapıyorlar, yaptıklarını tekrarlamaktan kaçınmıyorlar. Bu hakaretlerin aslında nihai hedefi Müslümanlardan çok kendi halklarıdır, çünkü böyle yaptıkça emperyalist, saldırgan ve sömürgeci politikalarına karşı iç kamuoyundan bir itiraz gelmemesi, kendi toplumlarının İslam?ı, İslam?ın gerçeklerini anlamaya ve Müslüman olmaya dönük eğilimlerini bertaraf etmek için gerekli ortamı hazırlamaya çalışıyorlar.
Onlar çok iyi biliyorlar ki eğer kendimize daha büyük hakaretler edersek şu amaçlarını gerçekleştirmelerine yardımcı oluruz:
1- Yaptıklarını sindirmekten ve yaptıklarına gerekli ve yeterli bir cevap vermekten aciz olduğumuzda.
2- Verdiğimiz cevabın etkisi ikinci bir adım atmadan yok olduğunda.
3- İpin ucunu organize olmayan halk öfkesine bıraktığımızda, ülkemizde yaşayan ya da ülkemizde kendi ülkelerini temsil eden kişilere karşı girişilen şiddet olayları gibi hem İslam?a hem de Müslümanlara zarar veren olaylara neden olduğumuzda
4- Boykot olayını koordine ve organize olmayan bir şekilde yapıp kapsamlı ve etkili bir dereceye ulaşmadığında, öfkenin tesiriyle bu etkiye ulaşsa da zaman aşımından ve öfkenin dinmesinden sonra hemen etkisi yok olduğunda.
5- Tepkilerimiz, analizlerimiz, beyanlarımız ve icraatlarımız bölünmüşlüğümüz, ayrılıklarımız, çıkış noktasındaki farklılıklarımız ve bazılarımızın çarpıklığını aynen gösteren bir şekle dönüştüğünde bırakın tek bir tepkiye, ortak bir tepkiye ulaşmayız, başkalarını değil birbirimizi bile etkilemeyiz.
Çok açık ve seçik bir şekilde şunu söyleyebiliriz: Onlar bize ve İslam?a hakaret ediyorlar, bizler de birbirimize ve İslam?a hakaret ediyoruz.
?İlk karikatür krizinde-her ne kadar biz ilk desek de aslında ilk değil- ders? çıkarmayı öğrenmeyenler bundan önceki ve sonraki hakaretlerden gereken dersi öğrenemez. ?Papanın ikinci hakaret krizinden ders? almayan ?üçüncü karikatür kriziyle karşı karşıya kalınca şaşırmamalıdır,? daha ilerisi de olacaktır. Başkasının bize yaptığı hakaretlerden birbirimize hakaret etmekten nasıl kurtulacağız dersini çıkarırsak o başka.
ENTELLEKTÜELLERİN ÖLÜMÜ
Çoğu zaman entelektüeller ?halkların ölümü? diye bir kavram ileri sürerler, yaptıkları çağrının toplumsal faaliyetten yoksun olmasının bir özrü olarak. Birinci karikatür krizi, El Aksa İntifadası ve Irak işgalinden sonra gösterilen kitlesel reaksiyon ?halkların ölümünün? doğru olmadığını kanıtlıyor, en azından içimizde entelektüellerimizin böyle bir gerekçe ileri sürmeyi gerektirecek faktörler barındırmıyoruz.
Kitleler, kendisini harekete geçirecek dirayetli ve yol gösterici liderlere ihtiyaç duymaktadır. Hem kendilerini hem de kitleleri peşlerinden koşturacak ortak zeminler oluşturan liderlere. Peki, bu entelektüeller, ortak bir zemin ve ortak bir önderlik ve doğru irşat sorumluluğunu taşımak için gerekli nitelikleri kazanmak için çaba harcadılar mı?
Hükümetleri bir tarafa bırakalım, zira bu hükümetler karikatür krizinde ve diğer konularda dış baskılar sonucu egemenliğini tekrar elde etme ve ortak kararlar alma konusunda ya aciz kalmıştır ya da başka bir şey? Peki, kendilerini hükümetlerden bağımsız kabul eden entelektüellere ne demeli?
Bunlar sanki kendilerini kitlelerden de ?bağımsız? ya da ?ayrı? olarak kabul ediyorlar. Kitlelerin arkalarından gelmediğinden şikâyet ettiklerinde aslında henüz ölmediklerini ispatlamış olan kitlelerin çağrılarına cevap vermesini sağlayacak, onları harekete geçirecek ve büyük enerjilerini onların tasarrufuna bırakmayı sağlayacak yeterli önderlik niteliklerine sahip olmadıklarını da haliyle itiraf etmiş oluyorlar.
Aydınlarımız, kitlelerin enerjilerini kanalize edecek, bu enerjiden en iyi şekilde faydalanmayı sağlayacak düşünce, tasavvur, taktik, uzun ve kısa vadeli hedefler ortaya koydu mu?
Çok açık bir şekilde söylüyorum, ülkelerimizde öyle bir grup var ki kendilerini entelektüel olarak görüp de bu karikatürlerde bir hakaret unsuru görmüyor!
Bunlar İslam dinine, medeniyetine ve metoduna hakaret edenlerle görüş birliği içerisindeler, İslam?dan başkasına davet ediyorlar, batılıların çalışmaları sonucu oluşan gayri-müslim vatandaşların din ve inanç özgürlüğü garantisi gibi nedenlerle İslami kültürel kalkınma konusunda kendilerinden daha hırslı olduklarını görseler bile.
Ülkelerimizde İslam adına hareket eden asabi bir grup ta var, bir kötülük edene iki misli kötülük etmek isteyen, bunu da genelde hakaret eden düşmanın seviyesine inerek sadece sözle ya da hakaretçi düşmanın vahşi metotlarla uyguladığı davranışlarına yakın şiddetle yapan bir grup. Tabii biz burada meşru direnişi kastetmiyoruz.
Ülkelerimizde bir grup var konferanslarda konuşmayı iş sanır, tepkisini ortaya koymak için bir sonraki konferansı bekler, sonra resmi ya da gayri resmi görevine, işine ve makamına döner, tepkisine fiili bir adım katmadan tutumunu pratiğe dökmek için başkaları nerede diye sorar?
Ülkelerimizde öyle bir takım var ki verilecek her tepki, geçilecek her hareket ve atılacak her fiili adımın başkasının değil de kendi bayrağı altında olmasını ister, uğruna yaşadığı bayrağı, başkasının uğruna yaşadığı bayrak gibi.
Parçalanma bizi küçük düşürülmeyle birlikte daha fazla parçalanmaya götürdü: İslami fanatizm başkalarını dışlar, bizi İslamcı, Müslüman, Hıristiyan, Sünni, Şii, ılımlı ve aşırı dinci diye gruplara ayırır, ?ümmet? yapmaz. Aşırı milliyetçilik ise Arap, Kürt, Türk, Pakistanlı, İranlı, Afganistanlı ve Avrupalı diye ayırır, bizi ?ümmet? yapmaz. Katı laikçilik de bizi modernist, entelektüel, gerici, yobaz, ilerici, liberal, Amerikancı, katı kuralcı, normalizasyon yanlısı, kumarcı, maceracı, rasyonalist ve pervasız yapabilir ama ?ümmet? yapmaz.
BU HALKLAR YENİ LİDERLER HAK EDİYOR
Sadece çirkin karikatürlerle değil, öldürerek, evimizde yok ederek, işgal ederek, topraklarımızın ve servetlerimizi gasp ederek, kanlarımızı, petrollerimizi, suyumuzu, havamızı, çocuklarımızı, kadınlarımızı, yaşlılarımızı ve gençlerimizi katlederek başkasının bize yaptığı hakaretlerin kat kat fazlasını kendi kendimize yapmıyor muyuz?
Bizim kendi kendimize yaptığımız hakaretler çok daha büyüktür. Çünkü içinde bulunduğumuz durumu aşmamız başkasının bize ?yaptıklarına? karşı koymanın ilk şartıdır. Eğer ?karşı koymak? gerekiyorsak kenetlenme olmadan etkin bir direniş olabilir mi? Peki diyalogla bu işi çözmek istersek kendi aramızda diyalog olmadan başkalarıyla nasıl diyalog kurarız?
Onyıllardır sürdürdüğümüz bu kendi kendimizi öldürme işlemi bitmeden, ortak bir zeminde buluşmadan ve hep birlikte bir diriliş inşa etmeden bu farklı tarz, derece ve kaynaklı hakaretler zinciri bitmeyecektir.
Açıkçası bu yolun başını çekmesi gerekenler kendilerini ?entelektüel? olarak nitelendirenler olmalıdır. Aksi takdirde halk kitlelerinin ölümden uyanması Allah?ın izniyle ümmetin saflarından kaybolmaya yüz tutmuş bu kuşak liderleri geçecek yeni liderlikler çıkaracaktır.
Bu yeni nesil önderlikler eski jenerasyon gibi olmayacak, miras aldığı tefrikayı reddedecek, başa çıkılamayan aşağılık duygusunu aşacak, doğru yol üzerinde, ortak kültürel kalkınma yolunda, bilinçli direniş yolunda, farklı eğilimler arasında ortak zemin yolunda, tüm kesimleri ikna edecek tüm kesimlerle diyalog kuracak yolda fikir, taktik, icraat ve gelişime uygun olarak hareket edecek.
*Suriyeli gazeteci-yazar
Bu makale Mehmet S. Direk tarafından TIMETURK için tercüme edilmiştir.