Oryantalist çalışmaların hareket noktası, Hz. Muhammed'in bir sahtekâr veya halüsinasyonlar g?ren bir kişi olması gerektiğidir. Bunun kitaplara, dergilere ve ansiklopedilere yansıyan neticesi de Müslümanların on d?rt asırdan bu yana kendi dinleri hakkında gerçekleştirdikleri karşı konulmaz çabanın g?lgesinde kalmaktır.
Gerçekten de Urduca ve Türkçede yazılan İslâm ansiklopedileri bile oryantalist emsallerine göre çok daha üstündür. Nihai anlamda, Batılı ilim adamlarının kendi dinî ve tarihî geçmişleriyle ilgili konuların aksine İslâm'la ilgili konuları ele alırken aşikar hale gelen çifte standardın yoğunluğu endişe vericidir. Bu nedenle, Müslümanlar açısından, inanan ve ibadetlerini ifa eden bir başka Müslüman tarafından kaleme alınanlar, daha sonra kıymetine göre takdir edilmek kaydıyla dikkate alınmayı hak eder. Oryantalizmin kendi muhalif görüşlerini geliştirmek için yaptıkları teşebbüsler ise bertaraf edilmelidir. Edward Said'in oryantalizm ve hedefleri hakkındaki kanaati şu şekilde özetlenebilir: Oryantalizm, Doğu hakkında söz söyleyerek, onunla ilgili görüşleri onaylayarak, onu tanımlayarak, onu eğiterek halletmeye ve üzerinde hakimiyet kurmaya yönelik kolektif bir kurumdur. Matemini tuttuğu bir şey hakkında bilimsel bir teşebbüs ve organizasyondan ziyade siyasi bir mekanizmadır ki, ortaçağlardan bu yana Avrupa veya Amerikan tarihinin hiçbir döneminde harici bir varlık olarak İslâm'ın genellikle hırs, önyargı ve siyasi çıkarların oluşturduğu bir çerçevede tartışıldığı veya üzerinde düşünüldüğü bir başka döneme rastlamadım.
Bu duruş, şüphesiz bazılarının öfkesini artırır; yakınlarda yayınlanan bir makalede Teitelbaum ile Litvak, Said'i suçlayarak geçmişteki bilimsel çalışmalar etnik unsuru merkeze alan ırkçı ve/veya İslâm karşıtı unsurlar içeriyor olsalar bile Said'i bunların sonuçlarını abartarak neredeyse evrensel hale getirmekle itham etmektedirler. Batı'da 1800 ile 1950 arasında Doğu hakkında kaleme alınan 60.000'den fazla kitap içerisinden sadece kendi görüşlerini destekleyecek olan birkaç tanesini seçtiği için suçlu olduğunu ilan ettiler. Bu tür eleştiriler hatalıdır, zira herhangi bir konuda yazacak olan kişinin hayatı boyunca binlerce ciltlik referans kitabını okuması beklenemez. Kişi sadece öncülük eden çalışmaları alır ve onun üzerine hüküm bina eder. Etnik unsuru merkeze alan veya İslâm karşıtı unsurlar ne olursa olsun, bunlar geçmişe ait bir şey olmamış mıdır? Benim Said'in değerlendirmeleri üzerine değil, aksine Kur'an ve hadis üzerine bizzat yaptığım yarım asırlık araştırmalarıma dayandırdığım tartışma henüz geliştirilmemiş bir haldedir. Kolaylıkla kötüleştirdiği söylenebilir. Bunu açıklığa kavuşturmak için ilk olarak tarihi bir bakış açısına ihtiyaç vardır.
İslâm araştırmaları üç aşamaya ayrılabilir
i. Birinci aşama: İslâm'ın yükselişiyle başlayarak hicri onüçüncü yüzyıla (M.S. 17-18. yüzyıla) kadar uzanan dönemde bu yeni inanç hakkındaki Batılı araştırmaların ilk hedefi Nil'den Dicle ve Fırat'a kadar uzanan bereketli hilal ile Kuzey Afrika ve İspanya'da İslâm'ın hızla yayılışını engellemek için Hıristiyanlar etrafında koruyucu bir duvar oluşturmaktı. Bu dönemin meşhurları arasında Şamlı John (675-750), Kutsal Peter (1084-1156) ile Robert of Ketton'a ilaveten Martin Luther'i (1483-1546) de sayabiliriz. Luther'in en büyük korkularının altında Türklerin Orta Avrupa'yı ele geçirmeleri yatıyordu ve bunun ardından Hıristiyanların kitleler halinde Müslüman olmalarından endişe ediyordu. Hem Türkleri (ve onların Peygamberini) hem de Roma'daki Papa'yı Mesih'in başta gelen iki düşmanı olarak ilan etmişti.
ii. İkinci aşama: Onsekizinci yüzyıldan itibaren siyasi talihin değişmesi ve sömürgecilikteki ilerlemenin de sağladığı destekle, bu ikinci aşamada savunmacı konumdan çıkılarak saldırgan bir pozisyona geçildiğine şahit oluyoruz. Artık Hıristiyanların kitleler halinde din değiştirmelerinden korkulmaz oldu, aksine Müslümanların kitleler halinde din değiştirmeleri veya en azından Allah'a inanmaktan kaynaklanan gücün onurunun kırılması beklenir oldu. Said, Batı'ya göre Doğu'nun geri kalışı tezlerinin kendilerini genellikle kolay bir şekilde ondokuzuncu yüzyılın başlarındaki biyolojik eşitsizliği temel alan fikirlerle ilişkilendirilebileceklerini kaydeder. Böylece emperyalizm meselesinin tamamı ileri ve geri (veya tâbî) ırklar, kültürler ve toplumlar şeklindeki ikili tipolojiyi daha da ilerletmiştir. Abraham Geigers (1833) Was hat Mohammed aus den Judentum aufgenommen? (Muhammed, Yahudilikten ne aldı?) adlı çalışmasıyla Kur'an üzerindeki gizli etkilerin araştırılmasına yönelik bir başlangıç yaparak Kutsal Kitab'ı İncil'in kötü bir taklidi olarak yaftalayan sayısız çalışmaya öncülük etti ve onun taraftarları kendileri için hakikati bilme konusunda son derece gözü kapalı (veya ham bir şekilde) davrandılar. Bu aşama halen sürmektedir.
iii. Üçüncü aşama: Yirminci yüzyılın ortalarında bir başka faktör gün yüzüne çıktı: Filistinli sakinlerin yerlerinden edilerek sürüler halinde göçmen kamplarına hapsedilmesi suretiyle bir Yahudi ülkesinin oluşturulması. Sadece 150 yıl öncesinde Almanya'da yaşayan Yahudiler hukuki olarak insan bile sayılmıyorlardı; kralın şahsî mülkü olarak varlıklarını sürdürüyorlardı. Toprağa bağlı diğer köleler gibi izin almadan bir şehirden diğerine gidemiyor, evlenemiyor veya birden fazla çocuk sahibi olamıyorlardı. N.J.'deki Emanuel mabedinin hahamı olan ve Columbia Üniversitesi'nde de tarih dersleri veren Prof. Dr. Hertzberg'e göre: Yahudiler açısından modernite şayet Avrupa'nın ortaçağ geçmişi yok edilebilirse, bu durumda Yahudi olanlar ile Yahudi olmayanların eşit bir zeminde her şeye yeniden başlayabileceği düşüncesi ile başlar. Kendilerinin tamamıyla azad edilmelerini, gettodan çıkarak Batı'ya dahil olmayı, tevârüs edilen ve Hıristiyanlıkla, onun mitleriyle, sembolleriyle ve katedralleriyle yoğun bir şekilde dopdolu olan Batı geleneğinin ortak kurucuları olmayı istemişlerdi. Bu düşünce açık bir şekilde eski İsrail Başbakanı Shimon Peres tarafından Sir David Frost'la yapılan bir mülakatta aktarılmıştı. Onun ifadesine göre, Yahudi kitleler, birbirinden tamamen farklı iki görüşe ulaşıncaya kadar Yahudi karşıtlığının esas nedenlerine en azından iki yüzyıl boyunca sıkı sıkıya sarılmışlardı. Bu neticelerden bir tanesi, 'dünya yanlış olduğu için biz dünyayı değiştirmeliyiz' şeklindeydi. Diğeri ise biz yanlışız, dolayısıyla kendimizi değiştirmemiz gerekir düşüncesiydi. Yahudi halkı, örneğin komünist olarak dünyayı, nefretin dünyasını değiştirdi. Başka insanlara karşı nefrete yol açan ulusların olmadığı, sınıfların bulunmadığı, dinin yer almadığı, lordları olmayan bir dünya inşa edelim.
Avrupa'nın ortaçağ geçmişini etkisiz hale getirmek için çalışan ve bir zamanlar kendi gettolarına mahkûm olan Yahudiler, artık tam vatandaşlar haline geldiler ve seçkinler arasına katıldılar. 2.000 yıl sonra İsa'nın kanından arındılar ve Yeni Ahit'in yeni çevirileri Yahudileri olumsuz olarak tasvir eden ifadeleri büyük bir özenle tadil ettiler veya asgariye indirdiler. 2.000 yıl boyunca düşmanlık ve kuşku ile bakıldıktan ve genel kültürel söylemin dışında bırakıldıktan sonra, ikisinin de her zaman için bir ve aynı olduklarına delalet edecek şekilde Yahudi-Hıristiyan medeniyeti kavramı doğdu.
Fakat artık ortaçağ Avrupası'nın dramasında parmağı olmayan bir başka halk için yeni gettolar oluşturuldu. Ve yeni Yahudi devleti, Yahudileri sık sık uzlaşmaz bir kavim olarak tasvir eden bir Kutsal Kitab'ı okuyan Müslüman kitleler tarafından kuşatıldı. Bütün bunlar aynen Hıristiyanların geçmişi için yapıldığı gibi Müslüman varlığının da acilen etkisiz hale getirilmesinin ve özellikle de İslâm kaynaklarında Yahudilere karşı olan bütün referansların çıkarılmasının aciliyetini tahrik etti.
Batı'nın İslâm araştırmalarının ikinci safhası, yüzyıllardan bu yana devam etmekle birlikte yavaş bir seyir izlemektedir. Zemindeki başarıları tam anlamıyla net olmamıştır. Prof. Wansbrough'un öncülük ettiği Revizyonist ekol tamamıyla farklı bir tarz benimseyerek ikinci safhada gözden kaçırılan maksada uygunluğun peşine düşmektedir. Artık İncil'den parçalar aşıran bir adamın eseri olarak değerlendirilmeyen Kur'an, şimdilerde muhtelif yüzyılları kapsayan ve daha sonra geçmişteki hayali bir yer ve zamana yansıtılan toplu bir çaba olarak gösterilmektedir. Dinin kaynakları hakkında İslâm kaynaklarının söz ettiğinden başka bir şey bilinemez, bunlar ise tamamıyla uydurmadır. Müslümanlara ait olmayan kaynaklar da aynı şekilde bir İslâm tarihi inşası için kullanılamaz. İkinci aşama kendisini bir yerden diğer yere meşakkatli bir şekilde bir balyozla meşgul ederken, revizyonist ekol sadece bir buldozerle binanın temelini hedefleyerek binanın tek seferde tamamen yıkılmasını sağlamayı amaçlamaktadır.
Oryantalizm ve ifadelerin seçici olarak kullanılması
Siyasî ve dinî motiflerle dopdolu olan oryantalizm, bu haliyle bir kurum olarak dini bütün Müslümanlar tarafından ancak tepki ile karşılanır. Bu tepki, katı bir şekilde teolojik temeller üzerine oturmakla birlikte, yine de sadece bununla sınırlı değildir. Batılı ilim adamlarının kendi dinî ve tarihî geçmişleriyle ilgili konuların aksine İslâm'la ilgili konuları ele alırken aşikar hale gelen çifte standardın yoğunluğu endişe vericidir; bu ancak oryantalistlerin amaçlarının tasdikine hizmet eder ve bu şekilde tepkiyi de güçlendirir. Birkaç kısa hikaye bu konunun aydınlatılmasına yardımcı olacaktır, zaman ve mekan sınırlamaları her bir konuya hak ettiği şekilde ayrıntılı olarak yer verilmesini zorlaştırmaktadır.
Prof. Dr. M. Mustafa el-Azami kimdir?
Bu yazıyı Zaman için kaleme alan Mustafa el-Azami 1930 Hindistan doğumludur ve Hindistan'da Deoband Dar'ul Ulum, Kahire'de Ezher Üniversitesi ve Cambridge üniversitelerinde eğitim almıştır. Kral Suud Üniversitesi'nde İslami Araştırmalar bölümünü yürüten Azami, bu bölümden emekli olmuştur. Azami, ayrıca Katar'daki Ulusal Halk Kütüphanesi'nde müdürlük yapmış, Mekke'deki Ümmül Kur'a Üniversitesi'nde, Michigan, Princeton ve Colorado üniversitelerinde çeşitli görevlerde bulunmuştur. Halen Kral Suud Üniversitesi onur profesörü olan Azami, 1980 yılında Uluslararası Kral Faysal İslam Araştırmaları ödülünü almıştır. Prof. Azami İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı'nın Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda 9-10 Aralık 2006 tarihinde düzenlediği Uluslararası Oryantalizm Sempozyumu'na katılacaktır.
PROF. DR. M. MUSTAFA EL-AZAMİ - KRAL SUUD ÜNİVERSİTESİ EMEKLİ ÖĞRETİM ÜYESİ
Kaynak: Zaman