Eski Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, AK Parti'ye kapatma davası 2003'te ya da 2004'te açılsaydı Recep Tayyip Erdoğan'ın milletvekilli, dolayısıyla başbakan olamayacağını Abdullah Gül'ün de Köşk'e çıkamayacağını söyledi.
ABD'nin tasvip etmeyeceği bir iktidarın seçim kazanıp göreve devam etme ihtimali belirseydi, 28 Şubat öncesinde yapıldığı gibi askeri ihtilalin bile zemini hazırlanırdı.
Parti kapatma nedenlerinden bir tanesi de ülkenin milletiyle ülkesiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı davranışlarda bulunmak gelir. Sadece laiklik değil.
Uzun süredir bir hazırlık olduğundan hepimiz haberdardık ama yine de AK Parti ile ilgili kapatma davası Türkiye gündemine bomba gibi düştü. Tüm dengeler değişti. Başta TÜSİAD olmak, üzere STK'lar uzlaşma çağrısı yaptı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de muhalefet partilerini Köşke davet ederek tansiyonun düşürülmesi noktasında önemli bir adım attı.
Ama yine de gözler Yargıtay Başsavcısı'nın AK Parti iddianemesi ve Anayasa Mahkemesi'nin gelişmelerinde. Biz de bu konuda olabilecekler ve mevcut durum hakkında kafamızdaki soruları, Yargıtay Cumhuriyet eski Başsavcısı Vural Savaş'a sorduk; 'AK Parti'yi kapattırmayacaklar' dedi.
Son kitabınızın adı 'AKP çoktan kapatılmalıydı'. Bu kitap AK Parti iddianamesinden önce yazıldı. Mutlaka iddianameyi gördünüz okudunuz. Böyle bir kitabı yazan biri olarak iddianameyi nasıl buluyorsunuz? İkisini birden değerlendirebilir misiniz?
Ben kitabımda da önsözünde bunu vurguluyorum. Yalnız laikliğe aykırı konularda değil, AK Parti'nin özellikle müzakere çerçeve merkezinin 10. 11. maddeleri büyük Ortadoğu projesinin eş başkanı olduğunu ilan etmesi. Recep Tayyip Erdoğan'ın üzerinde duruyorum sebebi şu: Müzakere çerçeve belgesinin 10. maddesiyle o ana kadar tavsiye niteliğinde olan Avrupa Parlamentosu kararları, uyulması zorunlu müktesebat haline getirildi. Ne vardı bu kararlarda? Abdullah Öcalan'a verilen kararı lanetliyoruz. Türk ordusu Kıbrıs'ta işgalcidir. Alevileri, Kürtleri azınlık olarak tanıyacaksınız. Ermeni soykırımını tanıyacaksınız. Güney Kıbrıs'a tüm duvarlarınızı açacaksınız. Dicle-Fırat İsrail'in de dahil olduğu milletlerarası bir komisyona verilmeli vs. Şimdi biz tabi, 'Avrupa Birliği'nin bizim hakkımızda niyeti pek iyi değil' dedikçe, bize diyorlardı ki, 'her parlamenter kendi ülkesine şirin görünmek için bunlara oy kullanıyor, bunlar tavsiye niteliğinde.' Uyulması zorunlu müktesabat haline gelince, 14 Nisan 2007 tarihli basını bilgilendirme toplantısında Yaşar Büyükanıt paşamız dedi ki, 'müzakere çerçeve belgesinin 10. maddesine bakın. Bunu aynen uygularsak, Türkiye paramparça olur.' Müzakere çerçeve belgesinin 11. maddesiyle de AB'nin kuruluşuyla bağdaşmayan tüm anlaşmalarımızı geçersiz kılmayı taahhüt ettik. Şimdi bizim Kıbrıs'a müdahale hakkımızı tanıyan garantör devlet olmamızı tanıyan, Londra Zürih antlaşmaları, AB ile bağdaşıyor mu? Çünkü Güney Kıbrıs bir parçası oldu AB'nin.
Söylediklerinizden kapatma davasının geciktiğini anlıyorum. AK Parti'ye daha önce bir şey yapılabilir miydi, gecikmiş bir şey var mı?
Efendim işte bunları taahhüt etmiş ve Genelkurmay Başkanımızın doğru bir tespiti var. Türkiye paramparça olur diyor.
Onu dediği gün yapılması gereken ve olmayan bir şey var mı hukuken?
Parti kapatma nedenlerinden bir tanesi de ülkenin milletiyle ülkesiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı davranışlarda bulunmak gelir. Sadece laiklik değil. Şimdi bunun yanında Amerika, gelişigüzel bir söylem olarak değil, yazdığı bir raporda, Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi'nde, 'biz en az 24 ülkenin sınırlarını değiştireceğiz vs yapacağız' diyor. Recep Tayip Erdoğan da, 'ben bu projenin eş başkanıyım' diyor.
Yalnız iddianamede ve kamuoyuna yansıyan tarafında daha çok laiklik vurgusu var.
Başlı başına BOP eşbaşkanlığı da suçtur. Şimdi aydınlarımızın anlayamadığı iki husus var. Bir tanesi şu: Bir hukuk devletinde elbette Anayasa, yasalar uygulanacak. Ve dikkat edin, işte 'partileri halk açar halk kapatır demokrasilerde parti kapatılmaz' diyen siyasetçiler var. Bir yandan anayasamıza, yasamıza parti kapatma hükümlerini koyacaksınız, bir yandan da 'bunu uygulamayın' diyeceksiniz.
Son zamanlarda 'AK Parti gider Pak Parti gelir' diye söylemler var. Nitekim sizin kapattırdığınız partiler de büyüyerek başka isimlerle geri geldiler.
Mevzuatımızda böyle bir şey olmadığı için durum böyle. Mesela, Alman anayasa mahkemesi yedekleri de kapatabilir durumda. Size şunu söyleyeyim, bizde dördü buldu art arda kurulan Erbakan'ın partileri. Şimdi de AK Parti hakkında dava açılıyor. Fakat ben size söyleyeyim, bir parti değişik isimlerle kurulsun ve aynı suçları işlesin, yine aynı şekilde kapatılır.
Yani devletin kendini ya da rejimi koruma refleksi vardır
Bütün dünyada böyle, yani demokrasiler de parti kapatır.
Peki yeniden yeniden gelmesi, kurulması...
Şimdi hangi parti kapatıldıysa işte bu halkımızı en çok yanıltan şey, oy kaybetmiştir. Bütün dünyada da, bizde de böyle. Bakın ben size objektif meseleyi anlatıyım. Yüzde 21 oy almış hükümette olan ve ilk defa dünyada, başbakanı da Erbakan olan partinin kapatılması için dava açtım. 97'de açtım, 98'de de parti kapatıldı. O arada da mağduriyet denilen her şey oldu. Bu kayıp trilyon davasını ben ihbar ettim. Erbakan dahil, işte davalar. Şevki Yılmaz yurtdışında. Üst üste bir yığın, onlar için mağduriyet diye anlatılan her şey oldu. Sonuçta bir yıl sonra seçimler oldu. 99 seçimleri Ecevit'in partisi birinci parti oldu. MHP ikinci parti oldu bunlar yüzde 21 oylardan yüzde 15'lere düştüler, iktidar ortağı bile olamadılar.
Ama 2002'de karşımızda AK Parti oldu..
Hayır anlatıyorum. Fakat 2002'ye kadar bu koalisyon hükümeti, Ecevit'in rahatsızlığı, IMF politikaları, Kemal Derviş tartışmaları, 15 günde 15 yasa, Rahşan affı vs... Her şey öyle üst üste geldi ki millet bunaldı. Bir de araya iktisadi kriz girince, millet bu üç partiyi birden meclis dışı bıraktı. Koalisyonu teşkil eden öyle bir ortamda bence AKP az bile oy aldı.
Ama CHP de bu oyu alabilirdi, niye AK Parti aldı?
İşte bu, muhalefetin iyi çalışmadığını gösterir. Türkiye'de bence sorun AK Parti'nin dışında, vatandaşta güven uyandıran bir muhalefet partisinin olmaması. 2002 seçimlerinin üzerinden bakın 6 yıl geçti. Bu arada parti kapatma lafı hiç yapılmadı bir mağduriyet varsa muhalefet partileri mağdur olduklarını iddia ediyorlar. Onların iddiasına göre bunlar iktidarın nimetlerini kullandılar. Erzak dağıttılar, kömür dağıttılar, milyonlarca yeşil kart dağıttılar, basını susturdular, kendi medyasını iş adamlarını yarattılar. İşte bu yüzden oy aldılar. AK Parti'ye dava açılacağını ne Genelkurmay tahmin edebilirdi, ne de AK Partililer? Oy artışının parti kapatma ile ilgisi yoktur. Şimdi bu dava 2003'te açılsaydı ya da 2004'te, acaba AK Parti bu kadar çok oy artırabilir miydi? Üstelik parti kapatma nedeni kabul edilseydi, Recep Tayyip Erdoğan'ın milletvekilliği, dolayısıyla başbakanlığı gidecek, siyaset yasağı gelecekti. Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olamayacaktı muhtemelen.
Geç mi kalındı?
İşte o yüzden geç kalındı. Şimdi ben şunu söylüyorum ABD dış güçler, dikkat edin, yani bu teşhise. Herkesin saygı göstermesi lazım. PKK'yı kim destekliyorsa AK Parti'yi de daima onlar destekliyor.
Nasıl yani?
Şimdi ben size söyleyeyim Barzani, Talabani açıkça ilan etmediler mi seçimden önce. Hem de Abdullah Gül'ün, AK Parti'nin seçimi kazanması için. Yunanistan Başbakanı bunu açıkça deklare etmedi mi? Bütün AB ülkeleri ve Bush deklare etmedi mi? Hem Abdullah Gül cumhurbaşkanı olmalı, hem de AK Parti mutlak şekilde seçimi kazanmalı diye. Peki bütün bu güçlerden her bir tanesi PKK'yı desteklemiyor deyin, ben cevap bile vermeyeceğim.
Peki yüzde 47'lik oyu nereye konumlandırıyorsunuz bu çerçevede?
Efendim yüzde 47 gibi bir oyun en güzel teşhisi ABD'de söylendi. ABD'de adamı delikten süpürmeyin kullanın dediler. Şimdi ABD, seçimden önce Recep Tayyip Erdoğan'ı delikten süpürmeye karar verseydi, Fettullah Gülen desteği olur muydu, işadamları desteği olur muydu, bu ikinci cumhuriyetçilerin desteği olur muydu, bir takım Siyonist teşekküllerin ve büyük patronların ve medyalarının desteği olur muydu? İnanın 3 ayda değil oy kaybetmek hatta öyle bir iktidarın devamı ihtimali yani ABD'nin, emperyalist devletlerin hiçbir şekilde tasvip etmeyeceği bir iktidarın seçim kazanıp göreve devam etme ihtimali belirseydi, başka alternatifler, 28 Şubat öncesinde yapıldığı gibi askeri ihtilalin bile zeminini hazırlamaya çalışırlardı.
Söyledikleriniz çok iddialı. Ben sormak istiyorum bu saydığınız güçler, Türkiye'nin yüzde 47 insanının sandığa gittiğinde bir partiye yöneltecek de güçteler mi?
Efendim şimdi güçte olduğunu şuradan anlıyoruz ve tabi bunu da ben tekrar ediyorum. Hiçbir zaman tam güven uyandıran, halkın böyle aydın dinamik kesimlerinin tam desteğini alan muhalefet partilerine hala da bu güven uyanmış değil. Olsaydı zaten yüzde 47 diye bir olay, dış desteğe rağmen olmazdı.
Peki bu noktada, AK Parti'nin kapatılması halinde büyük bir kesim Türkiye'de hem siyasi, hem ekonomik kaos yaşayacağımızı söylüyor.
Aklı başında her ekonomist bu gidişin gidiş olmadığını zaten söylüyordu. Belki AK Parti'nin bir malzeme eline geçecek. Yani diyecek ki, 'her şeyi tam düzelttik parti kapatılacak' ve yerine kurulacak parti ancak bak biz yine düzeltiriz eskiden ne güzeldi.
Tabi öyle bir görüş var. AK Parti'yi Cumhuriyet Başsavcısının bu anlamda kurtardığı bile söyleniyor.
Efendim şimdi mesele şudur; artık gerçekçi olalım. Yani hukuka, Anayasa'ya, AİHM kararlarına uygun bir dava açılır. Şimdi ABD ve bu dış güçler, kesinlikle bu iki partinin de kapatılmasını istemiyor. Ne yapıp yapıp anayasa değişecek. 3 şeyden biri yapılacak ya parti kapatılması yetersiz hale gelecek, yani Milliyetçi Hareket Partisi'nin de dediği gibi...
Siz daha önce de söylediniz, 'AK Parti kapatılmayacak, rejim değişecek' dediniz.
Tabii öyle. Farz edin onların dediği oldu, yani partiler kapatılmayacak. O söylemde bulunanlar cezalandırılacak. Peki bir bölücü parti diyor ki, artık bu başka türlü hallolmayacak Diyarbakır'ı başkent ilan ediyoruz. Önüne gelen askere saldırın, kamu binalarını yakın, Türkiye'nin altını üstüne getirin, hatta iç harp çıksa o tarihte seçim yapılırsa girecek, parlamentoya temsilcileri girecek. Hatta koalisyon ortağı olacak. Yani bunu Türkiye'nin kaldırabileceğine inanıyorsa vatandaşlarımız, bu değişiklikleri önerenler, hakikaten buyursunlar. Biz hukukçuyuz. Bu fikirleri savunmakla bize bir şey gelmiyor. Ben siyasi değilim. Bütün bu fikirleri, hatta şu andaki söylemlerime devam etmek benim hayatımı tehlikeye soktuğunun ben bilincindeyim. Benim maaşıma mı zam geliyor? Bizi bu parti kapatma davalarının aksine zorlayan, görev şuuruyla vatanseverliğimizden başka bir şey değildir. Ben bedava yaşadığımın bilincindeyim. Bunlar bize zannetmeyin ki bir şey getiriyor. Herkes Kızılay'a çıkıyorum, 'aman Vural bey niye korumasız geziyorsunuz' diyor. Samimi söylüyorum parti kapatma imkansız hale gelse, Yargıtay başsavcısı yine razı olur. Yine aynı maaşı alacak, aynı emekli olacak, bu eleştirileri atanlar, Ergenekon'la bağlantı iddialarından tutun da..
Şimdi oraya geleceğim. İki paralel büyük bir dava var. Bir tarafta AK Parti'nin kapatılması, diğer tarafta da Ergenekon...
Biz hukukçuyuz. Anayasa, yasa değişiklikleri neyse yine de saygı gösteririz. Anayasa Mahkemesi türban denilen kıyafetle öğrenim görülmesini anayasanın değişmez ilkelerinden laikliğe aykırı görmeseydi ben dava açar mıydım? Belki özel bir sohbette hatalı karar verdi falan derdim. Yani bizi bağlayan hukuktur. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Bazıları da diyor ki hukuk devleti değil de kanun devleti, bana göre kanunsuzluk devleti.
Vatandaş Vural savaş olarak her on yılda bir müdahaleler olmuş işte şimdi de hukuki açıdan müdahaleler söz konusu uzunca bir süre Türkiye de niye bu demokrasiyi yaşatamıyoruz? Niye bu suçları işliyoruz.
Benim buna vereceğim cevap hukuku işletemediğimiz için.
Artık askeri ihtilalleri bitti hukuk ihtilalleri başladı diye de bir algı var. Bir hukuk ihtilali mi?
Ne münasebet ben size söyleyeyim, eskisi gibi değil parti kapatmaları. Avrupa insan hakları mahkemesinin denetiminde.
Yetmiş bir kişilik siyasi yasak söz konusu parti kapatıldı yetmiş bir kişi yasaklandı ama mevcut geri kalan kısım tek şemsiye altında toplanırsa yine iktidar olacak. O zaman ona nasıl bakacaksınız?
Bir hukukçu hiçbir zaman meseleye böyle bakmaz. Ne yapmak lazım bütün bunları göz önünde tutarak daha gerçekçi bir siyasi partiler yasası yapılmalı.
Açtığınız davalarda tecrübeleriniz var askerler bu gibi durumlarda devrede oluyor mu?
Kesinlikle sizi şerefimle temin ediyorum. Askerler hiç bir zaman devrede değil.
SUÇ VARSA SAVCI DAVA AÇMAK ZORUNDA
Ama son yapılan değişiklikte biraz daha partilerin kapatılması zorlaştırılmadı mı?
Zorlaştırıldı diye, savcı dava açmaz diye bir şey yok. Savcıların taktir yetkisi yoktur. Parti kapatma davasında kim nasıl oy kullanacak şartlar oluşturur. Çünkü Anayasa'da yapılan değişikliklerle sadece nitelikli çoğunluk, eskiden 6 kişinin oyuyla (11 kişiden) parti kapatılabilirken şimdi en az 7 oy aranıyor. Savcılar yeterli emare varsa dava açarlar. Takdir Anayasa Mahkemesi'nin. Parti kapatma daha da zorlaştırılabilir, kaldırılabilir. Orası parlamentonun bileceği şeyler ama mevzuatımızda bu hükümler olduğu sürece, Anayasa Mahkememizin de uyum gösteren içtihatları bu doğrultuda olduğu sürece ve bu yöndeki kararları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi haklı gördüğü sürece, bir Başsavcı dava açarsa, bu parti kapatılır. Açmayıvereyim tutumu esasında, savcının tamamen siyasi davrandığını, hukuku, yüksek mahkeme kararlarını hiçe saydığını gösterir.
GAZETE KÜPÜRÜ DELİL SAYILIR
İddianamenin çok eleştirilen yanları var bir tanesi de gazete kupürlerinden oluşuyor olması.
Alman Anayasa Mahkemesi'nin önüne de parti kapatma konusu gelince ilk önce demişler ki biz gazete haberlerini delil olarak kullanacağız. Programından ve diğer parti başkanlarının açıklamalarından, partinin siyasi ideolojisi hakkında söz söylemeye yetkili olan tanınmış muadillerin yazılarından, ileri gelen görevlilerin sözlerinden, partinin içinde kullanılan eğitim ve propagandalarından ve bunlardan başka parti tarafından çıkarılan ve ya onun nüfusu altında bulunan gazete ve mecmualardan bu çıkarılabilinir, parti organlarının ve taraftarlarının tutumları maksadın tespiti hususunda netice çıkarmaya imkan verebilir. Bütün gayelerin yazılı olması veya her hangi bir suretle tespit edilmiş bulunması anlamında maksadın yazılı delillere dayanması şeklinde anayasamızda hüküm yoktur. Geçen on yılın tecrübeleri bize bunu gösterir. Bütün parti kapatma davalarında da mesele böyle açıklanıyor.
VURAL SAVAŞ KİMDİR
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden 1969'da mezun olan Savaş 1987'de Yargıtay Üyeliğine seçildi. Savaş, Birinci Ceza Dairesi Üyesi iken, Yargıtay Büyük Genel Kurulu'nca 24 Aralık 1996'da yapılan seçimlerde en çok ikinci oyu alarak (93) beş aday arasına girdi. Savaş, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından 17 Ocak 1997'de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na seçildi.
Kaynak: Referans