Dolar

32,2081

Euro

34,8604

Altın

2.444,95

Bist

10.218,58

Şair ve yazar İsmet Özel: Turgut Uyar beni azarlamıştı

Şair ve yazar İsmet Özel, geçmişte şair Turgut Uyar ile arasında geçen bir anıyı paylaştı. Özel, “Turgut Uyar beni ‘Ne farkı var benim yazdıklarımla Sezai Karakoç’un yazdıkları arasında?’ diyerek azarlamıştı” dedi.

3 Yıl Önce Güncellendi

2021-10-10 16:05:46

Şair ve yazar İsmet Özel: Turgut Uyar beni azarlamıştı

Şair ve yazar İsmet Özel'in, ‘istiklalmarsidernegi.org.tr'de şair Turgut Uyar'la arasında geçen anısının yer aldığı, “Müşteri hiçbir zaman velinimetim olmadı” başlıklı yazısı şöyle:

Gayesi Küçük Asya'dan bir vatan istihraç olan Yunus Emre rahatlıkla müşterilerine velinimet ibaresini muvafık bulabilir. Onu tam zamanında okuyanlarla aynı hedefi gözetmiş olması sebebiyle bu böyle. Türklerin yaşadıkları toprakları yurt edinme safhasını öne çıkarmadan oraların, o toprakların vatan sayılmasının yollarını açtı. Dünyanın kültür karakteri şekil değiştirdiği için en az son dört modernleşme asrı boyunca bir boyadan bir başka boyaya dalan ve daldırılan Türk idarecileri için durum hiç göründüğü gibi değil. Niçin Türk idarecileriyle şiirden daha ziyade Türk şiirine emek vermiş birini aynı paragrafta bir araya getiriyorum? Çünkü şair olarak dikkat çekişimi idareci ile şair arasındaki mesafeye, giderek zıtlaşmağa borçluyum.

Yazdıklarımı beğenenler kimlerdi? Bunlar Türk idarecilerin terfi ve idame için gerekli gördüğü ilişkileri tasvip edenler değil benim nerede durduğu hususundaki birbirinden farklı yorumlarıma rağmen dünyaya bakış tarzımı (tarzlarımı da diyebiliriz) kabule şayan bulanlardı. Ben bir şair olarak silindir şapkamdan tavşan çıkarmadım. Bilâkis, tavşan ve şapka mutlaka söz konusu edilecek ise fırlayıp gereksiz yerleri işgal eden tavşanları şapkaya geri soktum.

Şairin muvaffakiyeti şiir sanatında gösterdiği hünerden ileri gelmez. Öyle olsaydı çağının sayıca en çok gazelini yazmış olan (Muhibbî) Kanuni Sultan Süleyman'a edebî bir paye verecektik. Şair yarasının derinliğini işaret ettiği nispette şairdir. O yara öylesine derindir ki çağlar boyu yerkürede onu tedavi edecek bir insan bulmanın çok zor olduğu ve belki de imkânsız olduğu hesaba katılmıştır. Tedavi edilemeyecek bir yara insanları acaba niçin cezbetti? İnsanlar sızlayan yaraları sebebiyle yaralıya yakınlık duydular. Yaraların hangi türden olduğu, hangi acılara yol açtığı önemli miydi? Hayır, önemli olan insanların yaralı oluşlarıydı. Hangi çağa, iklime, kültüre iltisak etmiş olursa olsun insan ömrünün üç safhası vardır: Doğum, acı çekme ve ölüm. Acı çekme dediğimiz şey cennetlik mi, cehennemlik mi oldukları fark etmeyen insanların doğumu ile ölümü arasına girmiştir. Başka hiçbir meslek mensubu değil, sadece şairler kendilerini acı çekişin telâffuzuyla meşgul eder.
Cumhuriyet ilân edilmiş, inkılâplar medyanın şekillendirmesine açık Türk hayatını yeni bir şekilde yoğurmuş ve Demokrat Parti hükümetleri çerçevesinde Türkiye için istikrarlı bir gelişme yolunun açılabileceği hissi kuvvetlenmişti. Medyanın şekillendirmesine açık Türk hayatının şiir söz konusu edildiğinde ikiye bölündüğünü iddia edebiliriz. Bir yanda “yasaklı” ve bağlama çalana “avanak” diyen Nâzım Hikmet vardı. Makineleşmek isteyen Nâzım Hikmet'in halkın davasını üstlendiği farz ediliyordu. Diğer yanda ise halkın zevkini üstlenmeğe talip ve öz Türkçeciliğin şampiyonu Nurullah Ataç'a “içoğlanı” lakabını uygun gören Orhan Veli yer alıyordu. Halkın davası ve halkın zevki arasında bir mesafe olmadığını Metin Eloğlu fark etti. Hem birinci ve hem de ikinci yenide kimsenin, ressam olarak değil ve fakat şair olarak diş geçiremediği bir sanatçı şahsiyetiyle ömrünü tamamladı.

Şiir yazmak ve “bu” şiiri yazmak arasında ne fark vardı? Demokrat Parti hükümetlerinin iktidar olduğu yıllarda baş gösteren “bu” şiir edebiyat-ı cedide sayesinde doğan ve Türk milletinin varoluş kavgasını üstlenen şiir anlayışının hacmiyle uyumsuzluk gösteren bir şiirdi. Bir çeşit intibaksızlık şiiriydi. Dünya şiirinin dalgalanışıyla uyum halinde miydi? O da değil. Kapalı olmakla, anlamsız olmakla töhmet altında bırakılmak istenen “bu” şiirin dostlarının ve düşmanlarının inkâr edemedikleri vasfı “mağmum” bir hava aksettirmesiydi. Turgut Uyar'ın Türkiyem dediği coğrafi bölge her ne sebeptense Dünyanın En Güzel Arabistanı oluvermişti. Şiir esas alınarak Doğu ve Batı arasındaki farkı sezmek mümkündü. Bu imkânı kullanmağa heves eden bir tek olsun şair var mıydı? Hayır, yoktu. Turgut Uyar beni “Ne farkı var benim yazdıklarımla Sezai Karakoç'un yazdıkları arasında?” diyerek azarlamıştı. Bu azarlamağa cevap Halkın Dostları'ndan geldi: Gerici Sanata Hücum!

Halkın Dostları'nın ilk sayısını görür görmez Yaşar Kemal şunu söyledi: “Dağ fare değil, sinek doğurdu, sinek!” Edebiyat içinde geniş bir yayılma sahası ele geçirmiş sol görüş hesabına kimin ne yapması bekleniyordu? O günlerde olmaması gereken şeyler oluyordu ve halen oluyor. Bunu dile getirme hakkının bende ve mümkünse bizde bulunduğunu gösterme hevesi içinde hareket ettik. İştiha ile Türk topraklarının beklediği gelişme uğruna hayat süren “biz” dediğimiz neydi, nerede idi? Bunu derginin sıkıyönetim bildirisiyle kapatılmasına kadar merak ettik. Aradan bunca yıl geçtikten sonra merakımızı gideren bir vakıaya şahit olduk mu? Olmadık. En başarılı savunmanın saldırıda gizli olduğunu bilenler planlarını uyguladı: Onlar gerici sanata hücum edenlere hücum ederek kendilerine cumhuriyet idaresinin kültür siperleri içinde yer beğendi.

İkinci Yeni şiir akımına bir hususta kendi payıma minnet duyarım. O da halkın alkışını alma sevdasına düşmenin edebiyat haysiyeti adına utanç verici bir şey olduğunu öne çıkarmalarıdır. Bunu bir zamanlar kınayıcı bir dille ifade ettiğimi hatırdan çıkarmadan beyan ediyorum. Şiire emek veren herkesin bu dünyada başını dik tutmanın çok sayıda okuyucusu olmakla bir bağı olmadığına akıl erdirmesi zorunludur. Kemal Özer İkinci Yeni'nin mağmum tarzını terk edip sosyal içerikli şiirler yazma macerasına sıvanınca okuyucusu artan bir hale geldiyse (ki böyle bir şey vuku bulmadı) bu çokluğu sağlayanlara dudak bükmek hakkımı elimde tutuyorum. Şiir bir yere geldiyse onu oraya şairler getirmiştir. Yeniliğe ancak şairlerin tasdik ettiği yenilik olmasıyla yenilik deriz; ama o yenilik üzerinde bir anıt yükselten çıkmadıysa vay o yeniliğin haline!
İsmet Özel, 2 Rebiülevvel 1443 (8 Ekim 2021)

Haber Ara