Boşnak Cezzar Ahmet Paşa'nın, Akka Kalesi'ni kuşatan Fransızların ünlü komutanı Napolyon Bonapart'a karşı kullandığı tarihe geçen sözü: "Osmanlı Devleti, beni bu şehri size teslim etmek için bir bakan ve lider tayin etmedi. Ben Boşnak Cezzar Ahmed Paşa'yım. Şehit rütbesine ulaşana kadar sizi bu şehirden bir içecek vermeyeceğim."
Tarihte Fransızların ünlü komutanı Napolyon Bonapart'ı yenen tek kişi olarak bilinen Türk Kumandanı Cezzar Ahmet Paşa, bugünkü Bosna Hersek sınırlarının içerisinde bulunan Listica'da doğdu. 1724-1734 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Bazı Boşnak kaynaklarına göre Cezzar Ahmet Paşa, Maslasa ailesinden gelmektedir. Gençliğinde İstanbul'da berberlik de yapan Cezzar Ahmet Paşa'nın bir çok başarıları olmasına rağmen esas büyük şöhreti kimsenin boyun eğdiremediği Napolyon Bonapart'ı yenmesiyle olmuştur.
Hayatının ilk yılları âdeta efsanelerle süslüdür.
Gençliğinde İstanbul'a gelerek berberlik yapan Ahmed, Hekimoğlu Ali Paşanın hizmetinde ve himâyesinde bulunmuş, Ali Paşa Mısır'a giderken onu da beraberinde götürmüştür. Bu, Ahmed için bundan sonraki hayâtında bir dönüm noktası teşkil etmiş, zekâsını kullanabilme yolu açılmıştır.
Hekimoğlu Ali Paşa, Mısır'dan ayrılınca Ahmed Mısır'da kalmıştır. Yıllarca Kölemenlerin arasında yaşayan Ahmed, Kölemenlerin mücâdele usûlleri ile hayat tarzlarını öğrenme imkânı bulmuştur. Ondaki kâbiliyeti sezen ve takdir eden Kölemen beyleri, ona “Sancak Beyliği” verdiler.
“Cezzar” adı kendisine şu olaydan sonra verilmişti:
Yanında hizmet gördüğü Abdullah Bey, Buhayra aşireti kuvvetleri ile çarpışırken, onların eline esir düşmüş ve idâm edilmişti. Bu haberi alan Sancak Beyi Ahmed, olaydan büyük bir üzüntü duymuştu. Kölemen ileri gelenlerinden Ali Bey, Abdullah Bey'in öcünü almak vazifesini Ahmed Beye verdi. Ahmed Bey'in, adı geçen aşiretten aldığı intikam şiddetli oldu ve onlardan 70 kadarını öldürttü. Ali Bey bunu öğrendiği zaman, Ahmed için “deve kasabı” mânâsına gelen “cezzar” kelimesini kullanmaktan kendini alamadı. Bu târihten itibâren Cezzar Ahmed. târih basamaklarında yavaş yavaş yükselmeye başladı.
Devlete baş kaldıran Kölemen beyleri rakiplerini ortadan kaldırma işinde Cezzar'ı da âlet etmek istediler. Ahlâk ve yaradılışındaki mertliğe ters düşen bu isteğe Cezzar yanaşmadı. Kölemen beylerinden Ali Bey ile arası açılan Cezzar, Mısır'dan ayrılmak zorunda kaldı.
Cezzar'ın Mısır'dan ayrılmasından, 1776 yılında vezir rütbesiyle Sayda Vâliliği'ne kadar geçen hayâtı, onun cesâret ve metânetini gösteren birçok mücâdeleler ile doludur. Sayda vâlisi iken baş kaldıran âsî kabilelerle uğraşarak Suriye ve Lübnan'da otoriteyi kesin olarak kurdu. Bu başarılarından dolayı, 1780'de Şam Vâliliği'ne tâyin olundu.
Hayâtnın her günü mücâdele ile geçen bu Türk büyüğü, her ne kadar “Akkâ müdâfası” ile tanınır ise de, bundan önce de önemli hizmetleri olmuştur. Bunların başında, Beyrut'un Ruslar'a karşı savunması ile Yafa'nın zaptı gelir.
Beyrut'un mukadderâtını eline alan Cezzar, çok geçmeden şehrin surlarını tâmir ettirdi ve şehirde büyük bir imar faaliyetine girişti. Bir taraftan da âsâyişi sağlamak maksadıyla bir takım tedbirler aldı. Bütün bu işleri yaparken âdilâne hareket ederek halkın sevgisini kazandı.
Üstün düşman kuvvetleri karşısında, bir avuç insanla yiğitler gibi döğüşen Cezzar'ın, bu savunmada gösterdiği kahramanlıkla, devlet ve millete ettiği hizmet unutulacak gibi değildir.
Bu târihlerde, Osmanlı devletinin her tarafında devâm eden huzursuzluk ve baş kaldırmalar Yafa'da da hüküm sürmekte idi. Yafa'daki isyanların bastırılmasına da Cezzar Ahmed Paşa'nın koştuğunu görüyoruz. Yafa'yı zapteden Cezzar, orada otoriteyi kurdu.
Napolyon Bonapart, her ne kadar “25 Temmuz 1798” de Mısır'ı kolayca ele geçirdi ise de, mahallî kuvvetlerin saldırılarından hayli kayıp vermişti. Gün geçtikte Mısır'daki Fransız askerinin sayısı azalmakta idi. Bunun dışında, vebâ yüzünden de zâyiat veriliyordu. Bu durumda, Napolyon bâzı yerlerden kuvvetlerini çekmek zorunda kalmakta, bu kuvvetlerin çekilmesiyle zaptettiği yerler tekrar eski sâhiplerine geçmekte idi.
Topraklan Napolyon'un saldırısına uğramış olan Osmanlı devleti, Fransızların hakkından gelmek üzere kara ve denizde büyük hazırlıklara başladı. Mısır seraskerliği ünvânıyla berâber, bütün Şam ve çevresindeki kara birlikleri Cezzar Ahmed Paşa'nın emrine verildi.
Napolyon, Mısır'da tutunabilmek için ilk fırsatta Cezzar Ahmed Paşa'yı ezmekten başka çâre kalmadığı karârına vardı. O, Osmanlı ülkelerine geldiği günden beri karşılaştığı en çetin rakibin Cezzar olduğunu biliyordu. Bu yüzden çok daha evvel mektuplar gönderip onu kendi tarafına çekmeğe çalışmış, lâkin başarılı olamamıştı.
Bonapart, Doğu Akdeniz limanlarını İngiliz filosuna kapamak, Osmanlı devletini ürküterek, onu barış yapmağa ve Mısır üzerindeki görüşlerini kabûl etmeğe zorlamak maksadıyla Suriye seferine karar verdi. Mısır'da yeteri kadar asker bırakan Bonapart, 18000 kişilik bir kuvvet ile “10 Şubat 1799”da Mısır'dan Suriye'ye hareket etti. El-Ariş'i, Gazze'yi ve Remle'yi aldıktan sonra Yafa'yı kuşattı. Yafa ancak 5 gün dilenebildi. Napolyon kuvvetleri, kendilerine ciddî şekilde direniş gösteren Yafa'ya girdiklerinde katliam yaptılar. Daha sonra Hayfa üzerine yürüyen Napolyon, burayı kolayca ele geçirdi.
Akkâ her ne kadar savunmaya hazırlanmış ise de, yeterli değildi. Akkâ kalesinin en büyük silâhı insan, Türk ve İslâm'ın imân dolu göğsü idi.
Bonapart'ın, bu kadar yeri zaptederek kısa sürede Akkâ'ya kadar gelmesi her tarafa dehşet salmış ve Akkâ'nın kurtulamayacağı düşüncesi Müslümanların üzüntü ve korkusuna sebep olmuştu.
Cezzar Ahmed Paşa, savunma hazırlıklarını sürdürerek silâhlarını ve kuvvetlerini tertip ve düzene soktu.
Napolyon, Suriye harekâtında hedefi olan Akkâ'nın önüne 19 Martta vardı ve şehri derhâl şiddetli bombardımana tuttu. Buna kale topçusu ile Türk ve İngiliz gemilerinden top ve tüfek atışlarıyla karşılık verildi. Akkâ kalesi içinde bulunanlar, bir hayli korkmuşlar ve dehşete kapılmışlardı. Ancak, Cezzar Ahmed Paşa'ya olan sonsuz itimatları sonucu direnişlerinden bir şey kaybetmemişlerdi. Onların bu kadar ağır şartlar altında direndiklerini gören Napolyon, ne yapacağını şaşırmıştı.
Napolyon Bonapart, her taraftan yardım alarak savaşıyor, Cezzar ise, kendi yağı ile kavrularak direniyordu.
Akkâ kalesi çevresindeki çarpışmalar bütün şiddetiyle devâm ediyor, iki taraf da önemli ölçüde kayıplar veriyordu. Napolyon kuvvetleri, arka arkaya taarruzlarını tâzeliyorlar, ne olursa olsun Akkâ kalesini ele geçirebilmek için var güçleriyle çarpışıyorlardı.
Türk kuvvetleri ise, Akkâ'nın düşmesinin ölüme teslim demek olacağı düşüncesiyle, canları pahasına karşı koymakta idiler. Çaresiz ölmekten ise, nâmusunu koruyarak din ve devlet uğrunda can vermek onlar için daha şerefliydi.
Akka Kalesi'ni kan dökülmeden Fransızlara teslim edilmesini isteyen ve kendisinin de bağışlanacağı sözü verilen Cezzar Ahmet Paşa, Napolyon'un elçisine tarihe geçecek şu sözü söyledi:
"Osmanlı Devleti, beni bu şehri size teslim etmek için bir bakan ve lider tayin etmedi. Ben Ahmed Paşa el-Cazarıyım. Şehit rütbesine ulaşana kadar sizi bu şehirden bir içecek vermeyeceğim."
Napolyon bunun üzerine bütün güçlerini kullanarak Akkâ'ya karşı hücûma geçti. Açılan gediklerden içeriye giren düşmanla kılıç ve hattâ bıçak ile boğaz boğaza kanlı muharebeler verilmekte, top ve tüfekler ateş yağdırmakta idi. Öyle bir an geldi ki Cezzar Paşa, tehlikenin büyüdüğünü görünce iki yerden barut fıçılarını ve cephâneliği ateşe vermek zorunda kaldı. Patlamalarla birçok Fransız askeri havaya uçtu.
Büyük zâyiat vermiş ve hırpalanmış olan Napolyon kuvvetleri Mısır'a dönecek gücü ve cesâreti kendilerinde bulamayınca kaleye tekrar âni hücûma kalkıştılar. O gün, İstanbul'dan gönderilen kuvvetler Akkâ'ya ulaştı. Az da olsa yepyeni silâhlarla donatılmış düzenli askerlerin de savunmaya katılmasıyla, zâten yıpranmış olan Napolyon kuvvetlerinin saldırısı kolayca kırıldı.
Fransız askerlerinin bundan sonra, Akkâ kalesine hücûm edecek güçleri kalmamıştı. Savaşta ve ayrıca baş gösteren vebâdan da hayli kayıp vermişlerdi. Başarısızlıkla nihâyetlenen son bir taarruzdan sonra Bonapart, “21 Mayıs 1799”da geri çekilmek emri verdi. İhtilâlin yenilmez Fransız ordusu artık yenilmişti. Bonapart başarısızlığını örtmek için, bir beyannâme yayınlayarak Mısır'a yürümekte olan Türk ordusunu yendiğini ve Suriye seferinin bu sûretle sona erdiğini ilân etti ise de, buna kimse inanmadı. Fransızlar bu başarısızlık üzerine, ağır silâhlarını terk ederek ümitsiz bir halde canlarını zorlukla Hayfa'ya atabildiler.
Mısır'da tutunamayan Bonapart, maddî ve mânevî her şeyini, hattâ ümitlerini orada gömerek çekip gitti.
Napolyon'u hezimete uğratan ve bölgeyi terk ettiren Cezzar Ahmed Paşa'nın şöhretini bütün dünyâ duydu. Devlet tarafından tebrik ve ayrıca kıymetli hediyelerle taltif olundu.
Kaynaklar, Cezzar Ahmed Paşa'nın zeki, dirâyetli ve anlayışlı bir adam olup, pek çok meseleleri önceden keşfetmek husûsunda bir kâbiliyet gösterdiğini kaydeder. Akkâ'da mükemmel bir câmi, bir çarşı ve birçok çeşmeler yaptırmak sûretiyle imar faaliyetlerinde de bulunmuştur.
Şöhretini, gayret ve hizmetinden alan Cezzar Ahmed Paşa, Avrupa kıtasında kabına sığmayarak Kuzey Afrika'ya el atmış, Asya'ya saldırır olmuş Napolyon Bonapart'la “Akkâ müdâfası”nda boy ölçüşmüş, bu mağrur komutanı ters yüz etmiş bir kumandandır. Napolyon, ilk mağlûbiyetin acı ve buruk tadını bu Türk komutanından tatmıştır.
Şahsî kâbiliyet ve gayreti ile kendi kendini yetiştiren, 64 gün süren Akkâ kuşatmasında delikanlılar gibi çarpışan bu Türk kahrâmânı ve büyüğü “23 Nisan 1804”te vefât etmiştir.
Bu arada Cezzâr Ahmed Paşa, özellikle Batı kaynaklarında ve bir kısım Arap ve Osmanlı tarihlerinde son derece zalim, gaddar bir insan olarak gösterilir. Bu çok karışık bir sosyal yapıya sahip coğrafyada kendisine karşı sürekli olarak düşmanlık besleyen aşiretler, nüfuz sahibi yerli gruplar, ticarî menfaatleri zedelenen Avrupalı devletler, hatta nüfuzunu kısıtlamaya çalışan Osmanlı hükümeti karşısında uzun müddet hükmünü yürütmesi, ilk kesimlere karşı oldukça sert ve acımasız idaresi, diğerlerine karşı ise ustalıklı siyaseti sayesinde mümkün olabilmişti. Cezzâr bu sert siyasetiyle asayişi temin ederken Akkâ, Sayda, Beyrut gibi önemli merkezlerin iktisadî bakımdan gelişmelerini sağlamış; Akkâ'da biri kendi adını taşıyan altı cami, iki çarşı ve birçok han, hamam, çeşme, yedi su değirmeni yaptırmış, surları esaslı şekilde onartmıştır. Ayrıca bir taraftan Mısır ahvaline olan vukufunu her vesileyle Osmanlı hükümetine gösterirken (bk. Nizamnâme-i Mısr) diğer taraftan giriştiği faaliyetlerini, askerlerinin özelliklerini, dindarlığını, idaresi altındaki şehirlerin durumunu, adaletini konu alan risâleler kaleme aldırarak (bk. TSMA, nr. E. 4029) mânevî nüfuzunu ve kutsî bir şahsiyet olduğunu yayıp bölgedeki otoritesini sürekli kılacak bir zemine oturtmaya çalışmıştır.
Kaynak: Türk Dünyası Tarih Dergisi ve TDV İslâm Ansiklopedisi