Dolar

32,2805

Euro

34,9658

Altın

2.447,33

Bist

10.173,42

“Ciddi ahlaki sorgulamalarla abartılı kahkaha patlamaları arasında ince bir ipte yürüdü”

Oggito, Yazar Roberto Bolaño'nun karmaşık hayatını anlatan makale yayınladı.

11 Ay Önce Güncellendi

2023-07-23 12:04:03

“Ciddi ahlaki sorgulamalarla abartılı kahkaha patlamaları arasında ince bir ipte yürüdü”

İşte Oggito'nun Roberto Bolaño'nun karmaşık hayatını anlattığı o makale;

Kiminle konuşsam hemen hemen herkes, pek çok konuda farklı düşünseler de, Bolaño'nun hayatından zengin bir biyografi çıkacağı konusunda hemfikir.

“Bütün kitaplar sona erer ama biz asla okumayı bırakmayız, tıpkı ölümün kesinliğine rağmen yaşamayı bırakmadığımız gibi.”

Bahsedilen mutlak ölüm, bu sözlerin sahibi Şilili şair ve romancı Roberto Bolaño için oldukça trajik bir biçimde ve zamansız bir vakitte geldi. Eserleriyse ölümünden sonra, yakın dönemin en olağandışı hafızalarından birine dönüştü – özellikle de umutsuz şairler ve anlaşılması güç yazarlar hakkında yazan ve dolayısıyla yüksek satış rakamlarının ya da dünya çapında bir şöhretin habercisi olmayan bir yazar için.

Avangard kökenli bir yazar olan ve kariyerinin büyük bir kısmında tanınmayan Bolaño, mitlerle ve kafa karışıklığıyla dolu bir yaşam hikâyesi ve ölümünden sonra hâlâ genişlemeye devam eden büyük bir külliyat bırakarak 21. yüzyılın ilk küresel yayıncılık fenomeni haline geldi. Bugün Bolaño'nun bu olağandışı başarısı kadar şaşırtıcı olan bir başka şeyse ölümünün üzerinden yirmi yıl geçmiş olmasına rağmen biyografisini yazan birinin çıkmamış olması.

Doğumdan ölüme uzanan bir kitap, aslında Bolaño'nun prestiji bakımından bir tür erginlenme töreni. Richard Ellman, James Joyce'un devasa biyografisini yazarın ölümünden on sekiz yıl sonra yazdı. Sylvia Plath'in çok sayıdaki biyografilerinden ilki intiharından on üç yıl sonra yayımlandı. Bolaño'nun idolü Jorge Luis Borges'nin biyografileriyse ölümünden sadece on yıl sonra, hem İspanyolca hem de İngilizce dillerinde okura ulaştı.

Görünüşe bakılırsa bu “ölüm ve biyografi” döngüsü son zamanlarda iyice hızlandı. D.T. Max, David Foster Wallace biyografisini yazarın intiharından dört yıl sonra, Blake Bailey'nin yazmış olduğu Phillip Roth biyografisiyse Wallace'ınkinden üç yıl sonra çıktı. Kimi biyografilerse yazar henüz hayattayken tamamlandı. Örneğin Gerald Martin'in, Gabriel García Márquez hakkında yazmış olduğu.

Peki niçin hâlâ bir Bolaño biyografisi yok? Ya da olmaması bir şeyi değiştirir mi? Ve daha kapsamlı düşündüğümüzde Bolaño'nun mirası bugün bizim için ne anlama geliyor? Bu bahar, yaklaşık altı haftamı Meksika, Şili, Avustralya ve Amerika Birleşik Devletleri'ne yaptığım Zoom çağrılarıyla ve İspanya'nın Katalonya bölgesinde yaşadığı zaman Bolaño ile tanışan insanlarla görüşerek geçirdim. Bütün sorularımın olmasa da bazılarının yanıtını buldum ama aynı zamanda artık müzminleşmiş olan belirsizliklerle de kuşatıldım. Gerçi Bolaño bu konuda uyarmış ve, “Yirminci ile Yirmi Birinci yüzyıllar arasında totem haline gelebilecek simgesel figürlerden bahsetmek güç,” diyerek adeta kendi geleceğinin kehanetini dile getirmişti.

***

Kiminle konuşsam hemen hemen herkes, pek çok konuda farklı düşünseler de, Bolaño'nun hayatından zengin bir biyografi çıkacağı konusunda hemfikir. 1953 yılında Şili'de doğan Bolaño, on beş yaşındayken ailesiyle birlikte Mexico City'e taşındı ve orada Octavio Paz gibi büyük yazarların okumalarını alt üst ederek kendini kurumsallaşmış edebiyat geleneğinin karşısında konumlandıran, isyankâr bir şiir hareketinin kurucuları arasında yer aldı. 1973 yılında, Allende hükümetinin devrildiği esnada Şili'ye döndü ve tutuklanarak cezaevine kondu. İdamdan kıl payı kurtulan Bolaño 1977 yılında, annesinin ve kız kardeşinin yaşadığı İspanya'ya yerleşti, bir yandan imitasyon mücevher satıcılığı ve kamp bekçiliği gibi tuhaf işlerde çalışırken öte yandan sakin ve kararlı duruşuyla kendine özgü bir edebiyat evreni yarattı.

Edebiyat eleştirilerinde sık sık cesaretin – ve onun karanlık ikizi korkaklığın – yazarların hayatındaki rolünü ele alan Bolaño, sanatsal ya da siyasal ideallerini satanlara karşı hoşnutsuzluğunu dile getirmekten kaçınmayarak keskin ve katı yargılarıyla epey can yaktı. Rüşvet almayan kişiler için kullanılan ama genellikle “dürüstlükten asla ödün vermeyen” manasında çevrilen İspanyolca insobornable kelimesi, Bolaño'yu tasvir ederken kullanılan başlıca sıfatlardan biriydi. Kalbinin ve zihninin bu kararlılığı onu, gerek biçimsel olarak gerekse tematik olarak sanatsal başarı ve ticari getiri vaat etmeyen riskler almaya yöneltti.

Uzak Yıldız'daki hava reklamının faşizan şiirselliğinden 2666'daki Juarez kadın cinayetlerinin okunması güç anlatılarına kadar pek çok kitabında risk almaktan çekinmedi. By Night in Chile'deki rüşvetçi rahipten Tılsım'daki (1968 kuşatması esnasında Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi'nin tuvaletinde mahsur kalan) sürgün Uruguaylı “Meksika Şiirinin Annesi”ne kadar, kurgularında da her zaman riskli birinci şahıs anlatıcılar seçti. Nazi Literature in the Americas'daki ansiklopedik girişlerle Vahşi Hafiyeler'deki çoğul anlatıysa biçimsel risklerin birer örneği. Konulara olan yaklaşımı da aynı oranda riskliydi – ciddi ahlaki sorgulamalarla abartılı kahkaha patlamaları arasında ince bir ipte yürüdü. Ve anlamı neredeyse kırılma noktasına kadar bükerek okurun zihninde unutulmaz imgeler bırakan mecazlı dilinin barındırdığı riskler: “Gökyüzü günbatımında etobur bir çiçeği andırıyordu.”

Bolaño bütün bu riskleri göğüslediğinde, İspanyol yayıncılığının kalbi Barselona'ya bir tren yolculuğu kadar uzakta yaşıyordu. Ülkenin köklü yayınevlerinden Seix Barral, 1996 yılında Nazi Literature in the Americas'ı yayımlayarak bu riski ondan devraldığında Bolaño neredeyse yirmi yıldır İspanya'daydı. Anagrama'da editörlüğünü üstlenen Jorge Herralde'ye, Bolaño'nun böyle bir çıkış yapacağının hiç aklına gelip gelmediğini sorduğumda verdiği yanıt şu oldu: “Şimdi sana, elbette tahmin etmiştim, diye yanıt vermem gerekir ama maalesef bu doğru değil.”

Bu bahar Anagrama'nın ofislerinden birkaç blok ötede bir kafeteryada oturduğumuz esnada Granta en Español kurucularından Amerikalı editör ve çevirmen Valerie Miles, Bolaño'nun yaşamına dair çok fazla spekülasyon olduğunu ama pek fazla bilgi bulunmadığını söyledi. Miles, Bolaño'dan kalan on dört bin sayfalık muazzam külliyata erişimi olan birkaç kişiden biri. “Bilgisayarı yoktu ama defterleri ve kalemleri, kâğıtları ve daktilosu vardı. O yüzden binlerce sayfa kaldı geride.” Bolaño'nun aynı zamanda günlük de tuttuğunu belirten Miles, bahsettiği sayfaların büyük bir kısmının otobiyografik olduğunu ve içsel yaşamına bir bakış sunduğunu söyledi.

Miles'ın bu devasa arşivle tanışıklığıysa Bolaño'nun eşi Carolina López'in, kocasının mirasını İspanyolca edebiyat dünyasının en ünlü ajansı Balcells Agency'den küresel dev The Wylie Agency'e taşımaya karar vermesiyle başladı. Andrew Wylie'ye Barselona ziyareti esnasında tercümanlık yapan Miles, Bolaño'nun yayıncısı Anagrama ile yollarını ayıran ama bunu yaparak aynı zamanda 2666'nın el yazmalarını yayına hazırlayan ve Bolaño'nun en yakın arkadaşı olan eleştirmen Ignacio Echevarría ile de yollarını ayırmış olan López'in danışmanlığını üstlendi.

Yazarın yakın çevresindeki kişilere göre López'in bu değişiklikleri yapmasının asıl sebebi, Bolaño'nun hayatının sonlarına doğru arkadaşlık kurduğu bir kadındı. López bu iddiaları reddetti ve asıl motivasyonunun gerek editöryal olarak gerekse finansal olarak kocasının mirası için en iyisini yapmak olduğunu, bunun da farklı bir yayıncıyla çalışmak anlamına geldiğini söyledi. İşte Miles, Bolaño'nun arşivinin bir dökümünü çıkarmak ve yeni keşfedilen el yazmalarını değerlendirmek için böyle hararetli bir dönemde çalıştı. Özenli çalışmasının karşılığıysa eş-küratörlüğünü üstlendiği, Bolaño arşivinden parçaların yer aldığı bir sergi oldu. Fakat serginin gerçekleştirildiği 2013 yılından itibaren bu on yıllık süreçte eşi Carolina López arşivi kapalı tuttu ve yayınlanmamış materyallerden alıntı yapma haklarını kısıtladı.

Wiley'ye yazdım ve Carolina López ile bir söyleşi yapmak istediğimi belirttim. Gerçekleşeceğine dair bir umudum yoktu çünkü López spot ışıklar altında olmaktan hoşlanmayan bir insan ve son yıllarda verdiği röportaj sayısı oldukça az. Hele ki, görüşeceği kişi kamuoyuna açıklanacak yeni bilgilerin peşinde olan benim gibi gazeteciyse. Ama şaşırtıcı bir biçimde kabul etti. Nedenini tam olarak bilmiyorum. Belki Barselona'daki yayıncılık dünyasına uzak olduğumdan belki de Bolaño'ya olan hayranlığımı dile getirdiğimden. Her halükârda yöneltmiş olduğum sorular onda bir rahatsızlık uyandırmadı.

Öncelikle arşivi niçin kapalı tuttuğunu sordum. Gayet açık sözlü bir biçimde eşinin mirasının yalnızca edebiyat dünyasını ilgilendirmediğini aynı zamanda ailevi olduğunu ve acı verdiğini belirtti. “Kocamın ölümünün biri on üç ötekiyse iki yaşında olan çocuklarımız üzerindeki yıkıcı etkisini anlatmak çok zor. Benim için ne demek olduğundan bahsetmiyorum bile ama önceliğim her zaman çocuklar olduğu için yas tutacak zamanım bile olmadı.”

Ardından konu, özellikle İngilizce konuşulan ülkelerdeki Bolaño etkisine ve yazar hakkındaki (eroin bağımlısı olduğu veya darbe esnasında Şili'de bulunduğu gibi) söylentilere geldi. “Medyadaki bütün bu saçmalıklar, yalanlar ve hatta ayrıldığımızın söylenmesi,” diye yanıt verdi López, “zaten zor olan bir dönemi, yas dönemini bizim için daha karmaşık bir hale getirdi. Yaşadığımız acıyı sindirebilmek ve hayatımıza devam edebilmek için profesyonel yardım almak zorundaydık. Her şey bize, korunmaya ihtiyacımız olduğunu hissettirdi. Arşiv ziyaretleri de dahil olmak üzere Roberto ile ilgili her şeye karşı temkinli yaklaşmaya başladık çünkü kimseye güvenmiyorduk.”

Carolina López 2013 yılında Bolaño hakkında çeşitli makale ve belgesellerde yer alan ifadelere ilişkin “özel hayatın gizliliği, mahremiyet ihlali ve onur kırıcı davranışlardan” ötürü bir dizi dava açtı. López'in karşısındaki kişilerden biri de, Bolaño'nun özel hayatını tartıştığı iki makalesiyle Ignacio Echevarría. (İspanyol yargı sistemi yavaş ilerlediği için dava halen derdest.)

Barselona'da, Galvany civarında bir meydanda oturduğumuz esnada Echevarría, ancak iyi bir arkadaşın ağzından çıkacak sözleri, tutkulu bir eleştirmenin üslubuyla ifade etti. “O, Latin Amerika paradigmasını değiştirdi. Ne zaman bir yerde kitabını görsem hâlâ gözlerim kamaşıyor.” Mahkeme süreciyse epey sıkıntı yaratmış. “Kavga etmek isteyen kimse yoktu. Hayatımda o zamana kadar yasal bir sorun hiç yaşamadım. Ve beni bekleyenin nasıl bir şey olduğunu bilseydim muhtemelen onca şeyi söylemezdim.”

Echevarría, zaman içerisinde Bolaño'yu tanıyan hiç kimsenin kalmayacağını belirtti. “Biyografi ne kadar gecikirse faydalanılan asli kaynaklar da o denli azalacak.” Peki Bolaño'nun mirasçılarının izni olmaksızın bir biyografisi yazılırsa? Neticede her yıl onlarca tanınmış şahsiyetin biyografileri, onların izni alınmadan yayımlanıyor. Echevarría'ya göre bu elbette mümkün ancak böyle bir çalışmanın derinliğiyle, Bolaño'nun günlüklerinden, mektuplarından ve eserlerinden alıntılar içeren bir çalışmanın derinliği kıyaslanamaz bile. Belki kararlı bir biyografi yazarı çıkar ve arşiv açıldığında gelecekti biyografi yazarlarının üzerine daha iyisini inşa edebileceği bir temel atar. López ise bu kararı çocuklarına bıraktığını ama böyle bir karar verilirse de arşivin halka açık bir yerde olacağını söyledi.

***

Bir biyografisinin bulunmaması Bolaño'nun mirası için kötü bir şey mi? İşin aslı, son yıllarda kült yazarlara olan ilgi bir hayli azaldı. 2666'nın İngilizce yayımlanmasından sonra 2008 yılında zirveye ulaştığını düşünürsek aradan geçen bunca yılda Bolaño'nun etkisini yitirmesi kaçınılmaz. Tabii bir de akademide homurdanan ve Bolaño'nun abartıldığını dile getiren eleştirmenler var; ve paralelinde ölümünden sonra yayımlanan bazı eserleri hayranlarını yormuş ya da yeni Bolaño okumaya başlayacak olup da onun edebi evreninde doğru yeri bulamayanları şaşkınlığa uğratmış olabilir. Öyle olsa bile kitapları dünya çapında otuz beş dile çevrilmeye devam ediyor. Yazılacak bir biyografiyse yeni okurların onunla tanışmasını kolaylaştıracağı gibi çalışmalarının yeni bir yaklaşımla ele alınmasını sağlayabilir. Tabii Bolaño'nun kendisi bunların hiçbirini umursamamış da olabilir.

Roberto Bolaño in Context kitabının editörlüğünü yapan Cornell profesörlerinden Jonathan Monroe, bana yazarın sanatsal ölümsüzlük fikrini hicvettiği bir pasajı anımsattı: “Vladimir Mayakovski 2124 yılında Çinli bir çocuk olarak yeniden dünyaya gelecek. Thomas Mann 2101 yılında Ekvatorlu bir eczacı (…) Marcel Proust için ise 2033 yılından sonra uzun ve umutsuz bir unutulmaya yüz tutma dönemi başlayacak. Jorge Luis Borges 2045 yılında yeraltında okunacak. Vicente Huidobro 2101 yılında kitlelere hitap edecek.”

Gecikmiş bir biyografi, değişen trendlerle birlikte yazarın mirası etrafında oluşan kargaşanın yatışmasına imkân tanıyabilir. Böylelikle biz de onun etkisini çok daha net biçimde takdir edebiliriz. Valerie Miles'ın da dediği gibi, “Biz editörler, insanları bekletmenin çok da kötü bir şey olmadığını biliyoruz.”

Yazarların ünü ve kitap satışları her zaman artar ve azalır fakat görünen o ki, Roberto Bolaño'nun eserleri akıp giden zamana rağmen ayakta kalmaya devam edecek. Bu fikrimi teyit etmek istercesine geçen gün Bolaño'nun eski bir arkadaşıyla karşılaştım. On yıl önce arşivin sergilendiği, Centre de Cultura Contemporània de Barcelona'nın kafesindeydik. Yanımızdaki masada genç bir kadın 2666'yı okuyordu. Bunu ona gösterdiğimde, “Gördün mü,” dedi, “önemli olan bu işte. Önemli olan tek şey bu.”

Haber Ara