Mustafa Kemal Atatürk'ün özellikle tek parti döneminde yaptığı icraatlarla ilgili tartışmalar zaman zaman gündeme geliyor.Askerlerin siyasete müdahale çabaları da tartışılan konular arasında. Dönemin önemli isimleri ise gerek Atatürk'ün "Diktatör olup olmadığı, askerlik ile siyasete nasıl yaklaştığı ve dönemideki sürgünler hakkında hangi kanaatte olduğuna dair" önemli açıklamalarda bulunmuşlardır.
İşte o tarihi vesikalar:
1933-1939 yılları arasında İngiltere'nin Türkiye Büyükelçisi olarak görev yapan Sir Percy Loraine, 10 Kasım 1948 günü Atatürk'ün 10'uncu ölüm yıldönümünde, BBC Radyosu'nda yayınlanan bir anma konuşması
yapmıştır....O konuşmadan satır başları;
Atatürk diktatör müydü?
" Atatürk'ü diktatör sayanlar olmuştur. Bence bu hem yanlış hem de yanıltıcı bir görüştür.
Kabul edelim ki, günümüzde 'diktatör' sözcüğünün yeterli bir tanımı yapılmış değildir, ama Hitler'e, Mussolini'ye diktatör denmesine hiç kimsenin karşı çıkabileceğini sanmıyorum. Öyleyse Kemal
Atatürk neden aynı gruba girmiyor? diye bir soru sorulabilir. Bunun birçok nedenleri vardır. Bir kere Atatürk bilinçli olarak, kendi yokluğunda uygulanacak bir düzen kurmaya, kendinden sonra sürecek
bir hükümet ve yönetim sistemi yaratmaya çalışıyor; görüşlerini zorla kabul ettirmekten çok
doktrinlerini öğretmeye ve ülkülerini açıklamaya uğraşıyordu....
Devrimler hiçbir zaman yumuşaklıkla olmaz; bu yüzden başlangıçta, Anayasanın ve organlarının yürürlüğe girmesinden önceki günlerde, Atatürk'ün zaman zaman kendi inisiyatifine dayanarak kesin hareket etmek zorunda kaldığı olmuştur.
Gene de kanunlara aykırı davranışlarda bulunmaktan kaçınmıştır. Büyük Millet Meclisi'ne karşı büyük bir saygısı vardı. İç işlerde başlıca
amacı, o sırada pek işlemezse de ileride durumun gerektirdiği şekle uyup gelişebilecek esneklikte bir siyasal düzen ortaya koymaktı. Pek çok kimsenin sandığı gibi sağa sola emirler yağdırmak şöyle
dursun, Atatürk, Bakanları her zaman kendi sorumluluklarını yüklenmeye zorlardı. Öyle sanıyorum ki, eğer yaşasaydı belki bir sonraki Cumhurbaşkanı seçiminde adaylığını koymayıp,
kurduğu düzenin kendisinin yokluğunda gereği gibi işleyip işlemeyeceğini görmek için bir köşeye çekilecekti...."
Yakup Kadri Karaosmanoğlu tarafından 10 Kasım 1963 tarihinde Türk Tarih Kurumu tarafından düzenlenen Atatürk'ü
Anma Töreninde yapılan konuşma;
Memleket dışına sürülenlere bakışı nasıldı?
".. Atatürk'ün iyi kalbi, bir zamanlar Millî Mücadeleye karşı cephe almış ve bu yüzden memleket dışına sürülmüş kimseleri bile acımasını bilmiş ve bunların gurbette
ölmelerine razı olmamıştır. Size, onun insanlığı hakkında daha kavrayıcı bir misal verebilir miyim?
Atatürk'ü böylesine bir büyük atıfete sevk eden hâdisenin ise ne olduğunu söylersem -ki bunu Bayan Afet İnan da pekiyi bilir sanırım- büyük insanın bu asil jesti karşısındaki hayranlığımız
büsbütün artar. Hâdise şu: Bir gün ona bu sürgünlerden biri olan Refik Halit'in bir yazısını gösteriyorlar. Değerli romancımız uzun yıllardan beri Suriye'de oturmaya mahkûmdur. Günün
birinde, şüphesiz vatan özlemiyle olacak, Türkiye sınırlarına doğru bir gezintiye çıkıyor ve hudut karakollarımızın birinin üstünde dalgalanan Türk bayrağını görüp derin bir heyecana kapılıyor. İşte
Refik Halit o yazısında bu heyecanı ifade etmektedir ve Atatürk'ün vatan aşkıyla dolu kalbine dokunan da bu olmuştur..."
Bir ordu siyasete karışırsa.....
Ali Fuat Cebesoy'un; Atatürk'ün askerlik ile siyasetin birbirine karıştırılması hususundaki söylemi:
"Atatürk, “Bir ordunun cevheri ne olursa olsun, siyasete karışırsa birlikte hareket ve savaşma kabiliyetini kaybeder. Ve vatanın müdafaa gücünü hiçe indirir. Siyasete karışmış bir ordunun,
karışmadan önceki disiplini ve savaşma kabiliyetini yeniden kazanabilmesi için çok zaman ister.” demişti. Bu sözlerine delil olarak Balkan Savaşı'nı (1912-1913) örnek getirerek disiplinini kaybetmiş
orduya düşmanların hiç biri bu zamanı kazandırmayacağını ısrarla söylemişti. Meşrutiyet devrinde bir yüzbaşı Niyazi veya Enver ve hepsi genç kurmaylar, İttihat ve Terakki
Cemiyeti mensubu olarak siyasete girmişlerdi ve kumandanları siyasete girmedikleri için hapsetmişlerdi. Bir ordu bu şekilde herhangi bir siyasî partinin âleti hâline gelince, onun yeniden
disiplinini iade etmek çok inkılâplara lüzum gösterir, çetin ve uzun bir iştir. Hâlbuki tekmil kumandanları ve kadrolarıyla her hangi bir siyasetin âleti olan ordunun, disiplini
bir an için bozulsa bile, bunun iadesi kolay olur. İşte Atatürk daha Meşrutiyet devrinde böyle düşünüyordu ve bu düşüncesinin isabeti de Millî Mücadele'de görülmüştü..."