Kolombiyalı yazar Gabriel Marquez, Türkçe'ye "Kırmızı Pazartesi" (Orjinal adı: İlan Edilen Bir Cinayetin Kronolojisi) olarak çevrilen romanında ilginç bir cinayete tanıklık ettirir.
Okuyucu kitabın ilk satırlarından itibaren cinayetin işleneceğini bilmesine rağmen, son sayfaya kadar nasıl işlendiğini öğrenemiyor.
Almanya'nın NSU cinayetler serisinin de bundan bir farkı yok. Mahkemenin nasıl karar vereceğini herkes bir şekilde önceden biliyor. Buna rağmen mağdur yakınları ve kamuoyu sonuna kadar son dava günü olan 11 Temmuz'u beklemek zorunda kalıyordu.
Roman yazarı konumundaki Almanya derin devleti yedi yıllık zaman diliminde gerçekleşen ve on kişinin ölümüyle sonuçlanan olaylar zincirinde katillerin kim olduğunu başından beri biliyor ve bunu kamuoyundan saklamak için elinden geleni arda koymuyordu. Devlet içindeki suçluları koruyordu.
Marquez'in romanından farklı olarak sadece izlemek durumunda bırakılan bizler farklı semptomlarla karşı karşıya kaldık. Mide bulantısı, öfke ve nefret.
NSU davası mağdur ailelerinin yanısıra bu ülkede barış ve kardeşlik isteyen herkesin hevesini kursağında bıraktı.
Davanın bu şekilde sonuçlanmasına sadece gizli odaklar ve ırkçılar sevindi. Duruşma salonunda bulunan Neonazilerin karar açıklandıktan sonra alkış tutması buna en iyi örnek oluşturdu.
Öylesine rezil bir davaydı ki, beş yıllık mahkeme sürecinde üç kâğıtcı avukatlar bile türedi.
Ralph Willms adında bir avukat devletten 211 bin Avro aldı. Hiç olmayan Meral Keskin adında mağdur yakını olarak gösterdiği müşterek davacının savunması yaptı.Tam iki buçuk yıl boyunca. Olay sonradan bir şekilde ortaya çıktı ve aynı avukata karşı dava açıldı. Bakalım daha neler duyacağız.
15 TEMMUZ UMUTLARI DEPREŞTİRDİ!
Almanyalı Türkler bir şeyi çok iyi biliyor. Tehlike anında gidecekleri bir yer var. O da Türkiye. Şu anda Almanya'yı terketmek için ciddi bir tehlike yok. Türk toplumu evlerinde, işyerlerinde güven içinde yaşıyor. NSU olayı daha tedbirli olunmasını salık verdi.
İnsanımızın üzerinde iki arada bir derede yaşamanın zorluğu var. Üzerlerinde dünyanın herhangi bir yerinde gerçekleşen saldırıyı kınama baskısı varken bir de Ak Parti ve liderine karşı mesafeli durmaları istendi. Hatta bundan dolayı iş yerlerini, girdikleri ihaleleri, aldıkları projeleri kaybedenler oldu. Yapılan kontratlar iptal edildi.
ANTİ DEMOKRATİK GÜÇLER
Demokratik bir sistemle yönetilen Almanya'nın kamuoyunu anti demokratik güçler ciddi şekilde yönlendiriyor. Hatta başbakan Merkel cumhurbaşkanı Erdoğan için söylediği olumlu bir sözü bir kaç gün sonra revide etmek durumunda bırakılıyor.
15 Temmuz süreci Türkiye'ye "dostlarıyla" olan münasebetini yeniden gözdem geçirmesine fırsat tanıdı. Batı'nın özellikle Almanya'nın hain kalkışmanın arkasında ben varım dercesine tarafgir davranması iki ülke arasındaki ilişkileri neredeyse dondurma aşamasına getirdi.
Merkel'in cumhurbaşbakanı Erdoğan'ı 15 Temmuz olayından bir ay sonra gibi çok geç araması kabul edilebilir cinsten değidi.
Mültecileri ülkesine sokmamak için ölüme terkeden Almanya, şu ana kadar 15 bin 654 bin FETÖ'cü haini ülkesine sığınmacı olarak kabul etti. Bunların 222'si diplomatik 771'i yeşil pasaport taşıyor. Aynı Almanya neden Edward Snowden'in iltica talebini reddetti, tüm FETÖ mensuplarını kabul etti şimdi daha net anlaşılıyor.
15 Temmuz juntacılarına sonuna kadar kapılarını açan Almanya, NSU kapsamında cinayetlere çanak tutan unsurları ise adeta ödüllendirdi.
Almanya ekonomik refahın verdiği özgüvenle birlikte güç zehirlenmesi mi yaşıyor acaba? Açık kart oynuyor. Türkiye yönetimine karşı hasımane tutumundan asla vazgeçmiyor. Almanya Türk toplumunu dışarıdan ve içeriden baskı altında tutuyor.
Eflâtun "Halkını tüketen devletlerin kendileri de tükenir" derken zayıf devletleri kastetmemiştir. Vatandaşlarının arasında huzuru bozan sistemlere gönderme yapmıştır.
NSU'dan 15 Temmuz'a uzanan yollar
7 Yıl Önce Güncellendi
2018-07-16 15:26:17
Haber Ara