“Güvendiğimiz bir devlet olarak Türkiye'ye ihtiyacımız var. Yemenlilerin çoğu Türkiye'ye saygı duyuyor. Türkiye sorunun siyasi olarak çözülmesi için çalışıyor.”
Türkiye'nin Yemen politikası bugüne kadar Suudi Arabistan'ın başını çektiği Körfez koalisyonunu ve Yemen Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi'yi desteklemek üzerine kuruluydu.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun geçenlerde yaptığı açıklama bu politikanın artık geçerli olmadığı sinyalini verdi.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda, Dışişleri Bakanlığı'nın 2019 yılı bütçesi hakkındaki görüşmelerde milletvekillerinin sorularını yanıtlayan Çavuşoğlu, Yemen'le ilgili bir soru üzerine şöyle dedi:
“Birleşmiş Milletler'in çabalarını destekliyoruz. Umman'ın arabuluculuk çabalarını destekliyoruz. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin politikalarını doğru bulmuyoruz. Çok sayıda insan açlıktan, hastalıktan ölüyor. Siyasi çözüm için katkı sağlıyoruz. İki sahra hastanesi gönderdik. Yüzlerce ton gıda ve ilaç yardımımızı devam ettirmemiz lazım.”
Ankara, Yemen'i “arka bahçesi” gören Suudi Arabistan'ı kızdırmamak için genellikle bu tür eleştirilerden kaçınıyordu.
Çavuşoğlu'nun “Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin politikalarını doğru bulmuyoruz” demesi, Türkiye'nin BM ve Umman'ın çabalarını desteklediğini açıklaması Arap sokağında da dikkat çekti.
Bugüne kadar daha çok insani yardımlara ağırlık veren ve Körfez koalisyonuna yönelik herhangi bir eleştiride bulunmayan Ankara'dan ilk kez böyle bir açıklama geldiğine dikkat çeken Yemenli gazeteci arkadaşım bu politika değişikliğinden memnuniyetini dile getirerek aynen şöyle söyledi:
“Güvendiğimiz bir devlet olarak Türkiye'ye ihtiyacımız var. Yemenlilerin çoğu Türkiye'ye saygı duyuyor. Türkiye sorunun siyasi olarak çözülmesi için çalışıyor.”
Bu arada, Yemen'de Körfez koalisyonunun “koalisyon” niteliğini çoktan yitirdiğini söylemek yanlış olmaz.
Ali Abdullah Salih'in desteğiyle Husilerin başkent Sana'yı işgalinin ardından seçilmiş cumhurbaşkanına ve meşru hükümete destek için başlatılan operasyon amacından tümüyle saparak Suudi Arabistan ve BAE'nin Yemen'i işgaline dönüştü.
Dolayısıyla “Yemen'de Körfez koalisyonunu destekliyoruz” demek artık darbeye karşı Yemen halkının özgür iradesini değil Riyad ve Abu Dhabi'nin zulmünü ve işgalini desteklemek anlamına geliyordu.
Yani Yemen konusunda Ankara'nın politika ve söylem değişikliği - biraz geç de olsa - doğru yönde atılmış bir adım.
Ayrıca bir noktanın altını çizmekte yarar var.
Yemen'de Suudi Arabistan ve BAE'yi desteklememek İran'ı ve Husileri desteklemek anlamına gelmiyor.
Tam tersi de geçerli.
Yemen'de iki tarafın el birliğiyle ülkeyi yangın yerine çevirdiğinin farkında olan ve her iki tarafı da istemeyen geniş bir kesim var.
Türkiye'ye sevgi ve saygı da işte o kesim arasında yaygın.
Ankara'nın onlara daha çok el uzatması, Yemen'de daha aktif olması ve üçüncü bir yol açması gerekiyor.
Yemen coğrafi olarak Türkiye'ye uzak olabilir.
Fakat Somali'de bir üssümüzün olduğu unutulmamalı.
Arap sokağında Türkiye'nin Yemen politikasındaki değişikliğin Kaşıkçı cinayetiyle bağlantısı olduğu kanaati hâkim.
Ankara'nın Yemen'e bakışını revize etmesi gerekiyordu.
Suudi Arabistan'ın Kaşıkçı cinayetindeki tavrı bunu hızlandırmış olabilir.
İngiltere'nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Karen Pierce, bu hafta Güvenlik Konseyi'ne Yemen'le ilgili yeni bir tasarı sunacaklarını ve BM İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Mark Lowcock'un acil ateşkes çağrısını desteklediklerini açıkladı.
Suudi Arabistan ve BAE'nin ihlalleri karşısında sessiz kalma politikasını terk eden Türkiye, güvenilir ve güçlü bir İslam devleti olarak Yemen'de barışı tesis ve insani yardım projelerinin uygulanmasında başrolü üstlenebilir.