Riyad'ın iki haftalık inkârın ardından Washington Post yazarı Cemal Kaşıkçı'nın İstanbul'daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu'nda öldürüldüğünü resmen itiraf etmek zorunda kalması Türkiye'nin başarısıdır.
Sürecin başından beri büyük bir titizlikle ve gayet başarılı bir şekilde yönetilmesinde emeği geçen herkes teşekkürü hak ediyor.
Türkiye, kirli pazarlıklara tenezzül etmeyerek ve cinayetin üzerinin örtülmesine izin vermeyerek dünyaya insanlık dersi verdi.
Kaşıkçı'yı İstanbul'da katletmeyi planlayanlar yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını düşünmekle ölümcül bir hata yaptıklarını sanırım anlamışlardır.
Türkiye, polisi ve istihbaratıyla oyun oynanmayacağını gösterdi.
Bundan sonra ülkemizde operasyon yapmak isteyen çıkarsa plan yapmadan önce bin kez düşünmek zorunda kalacak.
Fakat henüz yapılacaklar bitmedi.
Soruşturma tamamlandığında elde edilen bilgiler kamuoyuna sunulmalı.
AK Parti sözcüsü Ömer Çelik, önceki gün yaptığı açıklamada bu konuda oldukça net konuştu.
“Biz peşinen kimseyi suçlamıyoruz ama hiçbir şeyin örtülü kalmasına da razı değiliz” dedi ve ekledi:
“Açığa çıkması namus borcumuzdur.”
Bütün imkânlar kullanılarak cinayetin aydınlatılacağını söyledi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iradesinin de bu yönde olduğunun altını çizdi.
Bu güvence bizim için yeterli.
Çünkü Suudi Arabistan gerçeklerin gizlenmesi ve dosyanın kapatılması için yoğun çaba sarf ediyor.
Önceki gün ortaya atılan “Kaşıkçı başkonsoloslukta çıkan kavgada yanlışlıkla öldü” yalanına kimse inanmayınca dün Riyad'dan yeni bir açıklama daha geldi.
Daha doğrusu bir miktar inandırıcılık katmak için senaryo revize edildi.
Yeni iddiaya göre Kaşıkçı'yla görüşüp ülkesine dönmeye ikna etmek üzere bir müzakere heyeti gönderildi.
Heyet üyeleriyle arasında tartışma çıkınca ünlü yazar bağırmaya başladı ve bunun üzerine ağzı kapatıldı.
Bu sırada nefessiz kalan Kaşıkçı hayatını kaybetti.
İkinci açıklamada ekibin resmi olarak gönderildiği itiraf ediliyor.
Fakat hikâyenin geri kalanı inandırıcılıktan hâlâ çok uzak.
İnsan aklıyla dalga geçer nitelikte.
Neredeyse “Kaşıkçı kendisi intihar etti” diyecekler.
Yazıyı gazeteye gönderdiğim saate kadar Kaşıkçı'nın cesedi henüz bulunamamıştı.
Suudi Arabistanlı yetkililere dayandırılan açıklamalarda cesedin önce başkonsolosluğun Türk şoförüne teslim edildiği öne sürüldü.
Daha sonra bu iddia da değişti ve ünlü yazarın cesedinin İstanbul'da yaşayan bir işbirlikçiye teslim edildiği söylendi.
İşbirlikçinin kimliği ve hangi ülke vatandaşı olduğu açıklanmadı.
Riyad'ın dünyayı inandırmaya çalıştığı hikâyede birçok açık var.
Onlarca soru cevap bekliyor.
Planlı bir cinayet değilse kameralar neden kapatıldı?
Türk çalışanlara o gün neden izin verildi?
Kaşıkçı'yı ikna için gönderildiği iddia edilen müzakere ekibinde delil yok etme uzmanı adli tıp yetkilisinin ne işi var?
Amaç gerçekten Kaşıkçı'yla konuşup ülkesine dönmeye ikna etmekse bu iş için 15 kişiye gerek var mıydı?
Müzakere için bir-iki kişi yeterli değil miydi?
Kaşıkçı'nın yanlışlıkla hayatını kaybettiği iddiası doğruysa bu neden ilk gün açıklanmadı da iki hafta beklendi ve başkonsolosluk binasından çıktığı yalanında ısrar edildi?
Suudi Arabistan'ın Kaşıkçı cinayetini şeffaf bir şekilde soruşturacağına ve suçluları cezalandıracağına inanmak mümkün değil.
Riyad'a desteklerini açıklayanlara bakınca insanın aklına “Bozacının şahidi şıracı olur” atasözü geliyor.
Katillerin cezalandırılması için belki uzun soluklu bir mücadele gerekecek fakat özgür medya, insan hakları örgütleri ve özellikle Kaşıkçı'nın dostları asla pes etmemeli ve bu işin peşini bırakmamalı.