ABD Başkanı Donald Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Korgeneral Herbert Raymond McMaster'ı görevden alarak yerine Irak işgalinin ateşli savunucularından John Bolton'u ataması kimilerini sevindirirken kimilerinin de kaygılanmasına yol açtı.
Sevinenlerin başında İsrailli yetkililerin geldiğini söylemeye sanırım gerek yok.
İsrail'in Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Danny Danon'a göre “söylenmesi gerekenleri açık ve net bir şekilde söyleyen” Bolton yıllardır İsrail'in dostu.
Danon, “Sürekli görüşüyor ve birbirimizden istifade ediyoruz” diyor.
İsrail Eğitim Bakanı Naftali Bennett de Bolton'un atanmasına sevinenlerden.
Bennett'e göre Bolton “oldukça iyi bir uzman”, “üst düzey bir diplomat” ve her şeyden önemlisi “İsrail'e vefalı bir dost”.
İsrail Adalet Bakanı Ayelet Shaked ise sevincini “Başkan Trump İsrail'in vefalı dostlarını yüksek makamlara atamaya devam ediyor” diyerek ifade etti.
İsrailliler Bolton'un atanmasına sevinirken Filistin cephesinde ise kaygı var.
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)'nün önde gelen isimlerinden Hanan Aşravi, “Filistin düşmanı” olarak nitelediği Bolton'un yeni görevine başlamasıyla birlikte Amerika'nın ve İsrail'in tavırlarının daha da sertleşeceği, bunun da Filistinliler ve bölge için yıkıcı etkileri olacağı görüşünde.
Aşravi; Amerikan yönetiminin fanatik Siyonistlere, Evanjelist Hıristiyanlara ve ırkçı beyazlara katılmasıyla zincirin tamamlandığını ve her şeyin netleştiğini söylüyor.
Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak Bolton'u atamasına sevinen bir diğer kesim, Amerika'nın İran'a karşı harekete geçmesini dört gözle bekleyen Körfez ülkeleri.
Cumhuriyetçilerin şahin kanadından olan Bolton'un geçmişteki açıklamaları söz konusu kesimi heyecanlandırmaya yetiyor.
Obama döneminde Tahran'la yapılan nükleer anlaşmaya karşı olduğu bilinen Bolton'un ilk işinin anlaşmadan çekilmek olacağı yorumları yapılıyor.
Türkiye'de ise daha çok Bolton'un 14 Mart'ta Fox News televizyonunda yaptığı konuşmada Amerika'nın desteklediği YPG ile PKK'nın ilişkili olduğunu itiraf etmesi ve Washington'un Suriye politikasına yönelik eleştirisi gündeme geldi.
Bütün bunlar Trump'ın seçimi kazanmasının hemen ardından yaşanan havayı ve beklentileri hatırlatıyor.
O günlerde de tepkiler aşağı yukarı aynıydı.
Fakat Trump'ın tehditlerin ve açıklamaların ötesinde ne İran'a yönelik ciddi bir adımı ne de Amerika'nın PKK'ya verdiği destekte bir değişiklik oldu.
“Savaş kabinesi” kurduğu yorumları yapılan ve “Ekibini daha yeni oluşturmaya başladı” denilen, devlet adamından çok işadamı ve tacir gibi hareket etmekle suçlanan ABD Başkanı'nın Tahran üzerindeki baskıları yoğunlaştıracağı kanaati yaygın.
Söz konusu baskıların sıcak savaş boyutuna ulaşıp ulaşmayacağı ise bilinmiyor.
Çünkü kimi gözlemcilere göre İran'a yönelik tehditlerin tek bir amacı var:
Anlaşmanın şartlarını Amerika'nın lehine değiştirmek ve Tahran'dan daha çok taviz koparmak.
Katar'la tüm ilişkilerini kesen Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır'da Trump'ın son atamalarıyla birlikte Doha üzerindeki baskının artacağı düşüncesi hâkim.
Analiz adı altında dile getirilse de yorumların birçoğu temenniden ibaret.
Bu keşmekeş arasında Türkiye'nin herhangi bir beklentiye girmeden kendi göbeğini kendisinin kesmesi ve yoluna devam etmesi isabetli olur.