Mısır diktatörü Abdülfettah Es-Sisi'nin geçtiğimiz günlerde yapılan göstermelik seçimde oyların yüzde 97,08'ini alarak seçimi kazandığı ve yeniden cumhurbaşkanı seçildiği açıklandı.
Bu zaten beklenen bir sonuçtu.
Mısır Milli Seçim Kurulu'nun açıkladığı rakamlara göre Abdülfettah Es-Sisi'nin sözde rakibi ve gerçekte seçim tiyatrosunun figüranı Musa Mustafa Musa, geçerli oyların yüzde 2,92'sini aldı.
Kurul ayrıca geçersiz oy oranının yüzde 7,27 ve seçime katılım oranının ise yüzde 41,5 olduğunu bildirdi.
Abdülfettah Es-Sisi'nin rakibinin resmi rakamlara göre geçersiz oylar kadar dahi oy alamaması da sürpriz olmadı.
Çünkü Musa'nın tek adaylı seçim olmaması için bizzat cunta tarafından seçim yarışına sokulduğunu herkes biliyor.
Sandık başına gittiğinde kendine değil Abdülfettah Es-Sisi'ye oy vermiş olması dahi muhtemel.
Yine açıklanan resmi rakamlara göre toplam kayıtlı seçmenin ancak yüzde 30'dan biraz fazlasının oyunu alabildiğini görüyoruz.
Tabii bu rakamların ne kadar doğru olduğu ayrı bir konu.
Seçime katılım ve oy oranlarıyla ilgili çarpıcı iddialar var.
Katılım oranının ilan edilen rakamdan çok daha düşük olduğu söyleniyor.
Fakat ispat etmesi neredeyse imkânsız olan bütün bu iddiaların artık bir önemi yok.
Mısır'da yapılanın demokratik seçim ve sandıktan çıkanın halk iradesi olmadığını darbe yanlıları da gayet iyi biliyor.
Örneğin, siyaset bilimi profesörü Hasan Nafia'ya göre seçim sonuçları rejimin meşruiyet sorunu ve muhalefetin güvenilirlilik sorunu yaşadığını gösteriyor.
Nafia, mevcut politikaların devam etmesi halinde krizin derinleşeceği ve Mısır'ın meçhule sürükleneceği uyarısında bulunuyor.
Darbeye zemin hazırlanmasında rol oynayan isimlerin bugün yaptıkları ikazların -dinleyen ve ciddiye alan olmadığı için– herhangi bir değeri yok.
Çünkü bölgedeki diktatörler için şu denklem geçerli:
“İsrail'i memnun et, gerisi önemli değil.”
Onlara göre halkın tepkisinin önemi yok.
Çünkü halk dediğin şeyin koyun gibi güdüldüğüne ve gerekirse böcek gibi ezilebileceğine inanıyorlar.
İsrail'in memnuniyetinin de Amerika'nın ve Avrupa ülkelerinin desteğini kazanmak için kilit rolü olduğunu düşünüyorlar.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman'ın İsrail ile ilgili açıklamaları bunun en çarpıcı örneği.
“Yahudiler'in işgal ettikleri Filistin toprakları üzerinde devlet kurmalarının doğal hakları olduğunu ve İsrail ile Suudi Arabistan'ın ortak çıkarları bulunduğunu söyleyen Muhammed Bin Selman, halkının tepkisinden hiç çekinmiyor mu?” diye soranlar oluyor.
Elbette çekinmiyor.
Niçin çekinsin ki?
Nasılsa yönetimi halk belirlemiyor.
Ayrıca bu görüşlerini onaylayan bir azınlık var.
Medya tümüyle kontrolünde; ne isterse onu yazıyor.
Her türlü politikasına dini bir kılıf uyduracak belamlar mevcut.
Geri kalanların büyük çoğunluğu ya “Neme lazım” diyerek veya korkusundan susmayı tercih ediyor.
Karşı çıkan veya itiraz etme potansiyeli olanlar zaten zindanlara dolduruldu.
Kimden çekinecek?
Şurası bir gerçek:
Arap Baharı sürecinde Batı dünyasının, demokrasi ve insan haklarından yana değil diktatörlerden ve baskıcı rejimlerden yana tavır almasının bu tablonun oluşmasında rolü büyük.
Mısır'daki seçimin demokrasiyle uzaktan ya da yakından ilgisi olmadığını Amerika ve Avrupa ülkeleri bilmiyor mu?
Elbette biliyorlar.
Her şeyin farkındalar.
Fakat işlerine öyle geliyor.
Bölge ülkelerinin başında İsrail'i ve Batı'yı memnun etme uğruna yapamayacağı hiçbir şey olmayan liderler görmek istiyorlar.