İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü geçenlerde Türkiye'deki kayıtlı Suriyeli mülteci sayısının 3 milyon 570 bin 352 kişi olduğunu açıkladı.
Hiç şüphesiz bu ciddi bir rakam ve doğal olarak bazı sorunları da beraberinde getiriyor.
Söz konusu sorunların hiçbiri çözülemez şeyler değil.
Zamanla ve basiretli bir yaklaşımla hepsi halledilir.
Fakat Suriyeli mülteciler konusunu Türkiye'nin yumuşak karnı gibi görenlerin yaptıkları kışkırtıcılık ciddi bir sorun.
Seçim sürecinde muhalefetin ırkçı bir söylemle sürekli olarak mülteciler konusunu gündeme getirmesi ve sosyal medyada asılsız haberlerle topluma mülteci düşmanlığı pompalanması bu sorunun bir boyutu.
Bir diğer boyutu da dışarıda Türkiye'yi ve Türk halkını -mülteciler için yaptığı onca şeye rağmen- “yabancı düşmanı” gösterme çabaları.
Yani saldırı çift yönlü.
Birileri mültecileri hedef gösterip gerginlik çıkarmaya çalışıyor, diğerleri de ufak tefek olayları fırsat bilip Türkiye'de Suriyeli mültecilere zulmedildiği yönünde kara propaganda yapıyor.
Son günlerde Türkiye düşmanı Arap medyasında yine bu tür bir kampanya yürütülüyor.
Esenyurt Belediyesi'nin Suriyeli esnafa ait işyerlerindeki tabelaları sökmesi, “Türkiye Arapçaya savaş açtı” ve benzeri başlıklarla haber yapılıyor.
Hatta daha ileri giderek Türklerin Araplardan nefret ettikleri öne sürülüyor.
Kısa süre önce de özellikle Körfez'in zengin Arap turistlerine “Yaz tatilinde Türkiye'ye gitmeyin” şeklinde çağrılar yapılmıştı.
Tabela olayı o kampanyanın üzerine denk geldi.
Her ne kadar yaptığı işi TSE standartlarıyla açıklasa da Esenyurt Belediyesi'nin Türkiye düşmanlarının eline koz verdiği bir gerçek.
Üstelik TSE standartları kutsal metinler değil.
Nitekim başka kentlerde ve hatta İstanbul'un diğer ilçelerinde bu konuda daha esnek bir uygulama olduğunu görüyoruz.
Ayrıca uygulamada çifte standart olduğu ve Arapçaya yönelik olumsuz tavrın diğer yabancı dillere gösterilmediği şeklinde bir kanaat oluştu.
Belediyenin böyle bir algı oluşabileceğini ve bunun da tüm Türkiye'ye mal edilebileceğini görmesi gerekirdi.
Suriyeli esnafın uyarıldığı ve büyük çoğunluğun kısa süre içinde tabelalarını talimata uygun olarak değiştirdiği belirtiliyor.
Geriye kalanlar da olayı Türkiye'nin imajına zarar verecek ve topluma pompalanan mülteci düşmanlığını körükleyecek şekilde şova dönüştürmeden bir şekilde halledilebilirdi.
Amaç bağcıyı dövmek değil üzüm yemek olmalı ve bu iş de mutlaka yapılması gerekiyorsa usulüne uygun yapılmalı.
Mahallemizdeki pazarın yakınlarında bir lokanta var.
Geçenlerde lokantayı Uygur Türklerinin devraldığını öğrendim.
Lokantada Uygur yemeklerinin bulunduğunu kendi dillerinde yazdıkları tabelalarla duyuruyorlardı.
Mutlu oldum.
Çünkü bu ülkemiz için kültürel zenginlik demek.
Medyada genelde “Suriyeli mülteciler” denip geçiliyor fakat İstanbul'da ve diğer kentlerde Iraklı, Mısırlı, Filistinli, Yemenli birçok insan da yaşıyor.
Kurdukları şirketler ve açtıkları işyerleriyle ülke ekonomisine katkıda bulunuyorlar.
Müşterilerinin dilinde tabelalarının ve ilanlarının olması gayet doğal.
Türkiye artık içine kapanık o eski ülke değil.
Çok farklı kültürlerden insanların yaşadığı ve her yıl dünyanın dört bir yanından milyonlarca turistin ziyaret ettiği bir ülke.
Irkçı ve yasakçı zihniyetin Türkiye'ye zarar vereceğini herkesten önce AK Partili belediyelerin bilmesi gerekir.