Müsaadenizle bir gezi yazısı daha. Şimdilik son.
Sene 2014 mü ne; otomobille Almanya'dan Fransa üzerinden İspanya'ya gidiyordum.
Azerbaycan Türklerinin kulakları çınlasın, onlar otomobile Rusça makine manasında “maşin” derler; bu öyle hoşuma gider ki bundan kabak ben de otomobilimi maşin diye anayım.
Film festivaliyle meşhur Cannes şehrine 200 kilometre kala göz kapaklarımın düşmeye başladığını fark edip, istirahat maksadıyla bir benzin istasyonunun park yerinde durdum.
Koltuğumu yatırıp uykuya daldım.
Daha 10 dakika bile kestirmemiştim ki camın tıklanmasıyla uyandım.
Maşinimin yanında bir adam kahkahayla gülerek camı açmamı işaret etti.
Açtım.
Türkçe “Avrupa'ya bu arabayla mı geldin? Allah iyiliğini versin” dedi.
“Ne var ki bunda?” diye sordum.
Evvelkinden de ziyade gülerek “Yaw, bu arabayla seni Avrupa'ya nasıl aldılar?” demesin mi?
Maşinim minikliğiyle dalga geçiyordu.
“Bu otomobil zaten Avrupa malı” dedim, “niye almasınlar?”
Gene güldü.
Mütemadiyen gülüyordu zaten.
***
“Karnın açsa yemek ikram edeyim” dedi, bu sefer ciddileşerek.
Maşinimi küçük görünce, otel yerine maşinin içinde uyuduğumu da hesaba katıp, pek fakir olduğuma ve aç kalmış olabileceğime hükmetmişti herhalde.
Hanımı epeyce erzak vermiş yanına, kamyonda duruyormuş (kendisi kamyon şoförü idi), hemen alıp gelebileceğini söyledi.
Ben bu teklifi nazikçe geri çevirince, “Bari bir kahvemi iç, bir de sigaramı yak, burada sigara pahalıdır” dedi.
***
Benzincide kahve makinesi vardı.
Adam iki kahve aldı, afiyetle içtik.
Bingöllüymüş.
Almanya'da ikamet ediyormuş.
Ağır bir kaza geçirmiş, uzun müddet hastanede yatmış, ama şimdi iyiymiş elhamdülillah; nakliyata devam.
***
Kucaklaşıp ayrılmıştık, tam maşinime binmekteydim ki arkamdan seslendi:
“Bak, yengen bir sürü yemek yaptı diyorum sana, inat etme, kamyondan alıp vereyim biraz.”
Yemiş gibi olduğumu söyleyip teşekkür ettim, müsaade istedim.
Bu arada uykum çoktan kaçmıştı tabii.
Ver elini yollar...
***
Fransa yollarında bile izzet ikramını gördüğüm can Bingöllülere bu vesile ile selam ederim.