Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, "trans" kelimesinin sadece "geçiş" anlamıyla kalmadığını, günümüzde bir düşüncenin ifadesi ve kimlik tanımı şeklinde toplumun gelceğini tehdit eden bir tehlike arz etmeye başladığına dikkat çekti.
Kılıçarslan'ın "Trans düşünce yahut insanlığın sonuna doğru" başlıklı yazısından önemli bir bölüm:
Cinsiyetin, cinselliğin, cinsel tercihlerin, ırkın, bedenin, uzvun, hatta insanın “geçiş”i söz konusu burada. Sadece kadınken erkeğe, erkekken kadına geçiş değil burada söz konusu olan. İnsandan köpeğe, zenciden beyaza, engelsizden engelliye, efendiye, köleye, aklınıza ne gelirse bir “geçiş”ten söz ediyorum.
Bütün verili kimliklerin “seyyarlaşması”, hatta “transport” hale gelmesi söz konusu olan.
“Verili kimlik”, kolayca çıkarılabilir, kolayca giyilebilir bir unsura dönüşünce elbette hakikat de kolayca reddedilebilen, yok sayılan bir meseleye dönüşüyor.
Oysa şu: Kadınken erkek olduğunuzda “verili kimlik” olarak “erkek” olmuş olmuyorsunuz. Gelseniz gelseniz “erkek simülasyonu” haline geliyorsunuz ve fakat bu önemsiz. Zira ortada kendinizi ona hizalayacağınız bir hakikat olmayınca ne haline geldiğinizin de bir önemi kalmıyor. Bir kedi yavrusuyla kurduğunuz sahiplenme ilişkisinde kendinize “anne” dediğinizde o kediyi sizin doğurduğunuz sanısını ve/veya sanrısını satın almanız o yüzden gayetle mümkün bir şey haline geliyor trans düşüncede. Bir çocuğu evlatlık edinen iki erkekten birinin kendisini “anne” olarak hissetmesi onu anne yapmıyor. Yapsa yapsa “hastalıklı bir zihne sahip bir birey” yapıyor.
"TRANS DÜŞÜNCE" VE İNSANLIĞIN SONU
Bunun insanlık için barındırdığı tehlikeden söz etmek bile gereksiz bence. Zira bu düşünce öyle ya da böyle, o ya da bu şekilde “insanlığın sona ermesi”nden başka bir sonuç doğurmayacaktır, doğuramaz. Ve hayır, “bildiğimiz insanlığın sonu”nu kastetmiyorum. Dümdüz “insanlığın sonu” diyorum. Ve hayır, meselenin insan neslinin devamıyla da, doğurganlıkla da bir alakası yok.
Şöyle: Ortada “verili kimlik” kalmayınca “insan” denen canlının tanımı üzerine anlaşma zeminimiz de kalmayacak.
Soru şu: “Ben kendimi köpek gibi hissediyorum ve sahiplenilmek arzusundayım” diyen bir canlıya “insan” demek mümkün müdür?
Yahut soru şu: “Ameliyatla kadın oldum ve lezbiyen olmaya karar verdim” diyen biriyle “insan”ın ne olduğuna dair herhangi bir asgari vasatta, hiç olmazsa “kavramsal” bir zeminde anlaşma şansımız kalmış mıdır?
Boş verin siz bu meseleler üzerine söz alan herkese “homofobik” damgası yapıştırıp, kültür endüstrisinin en popüler kültürün kendisine verdiği yetki ve gazla bu meseleleri tartışmanın bile önüne geçmeye çabalayanlara. Bunları konuşmak, tartışmak, insanlığın geleceği için söz almak zorundayız.
“Trans düşünce” kavramını sadece eşcinsellik parantezine hapsetmek, bizim değil, bu düşüncenin savunucularının işine geliyor. Bunun farkına varıp zemin genişletme çalışmalarına hız vermemiz lazım. Geç olur yoksa, çok geç olur.