Dolar

32,3374

Euro

34,8108

Altın

2.390,60

Bist

10.276,88

Ruhsuz şehirler, mutsuz insanlar: Kentleşme yalnızlık doğuruyor

Dar yollar, çocuk parkı olmayan sokaklar, kaldırımlara park eden araçlar... Şehirlerdeki en büyük sorunlardan biri dikey yapılaşma. Mimar Müslüm Botan, uhsuz şehirlerin insanları mutsuz hale getirdiğini söylüyor.

7 Yıl Önce Güncellendi

2017-11-20 12:10:20

Ruhsuz şehirler, mutsuz insanlar: Kentleşme yalnızlık doğuruyor

İnsanı merkeze almayan kentleşme yalnızlık doğuruyor” diyen Mimar Müslüm Botan, Doğruhaber'den Enes Durmaz'a önemli açıklamalarda bulundu. Botan, dikey yapılaşmayı eleştirerek, “Birbirinden haberdar olamayan kitle içerisinde insan yalnızlaşır. Her ne kadar sosyal ilişkilerle ön plana çıksa da modern kentte, bu ilişkiler manevi dinamiklerden beslenemediği için kalıcı olamamakta ve çözülmektedir, nihayetinde birey kent içerisinde ciddi manada yalnızlığa maruz kalmaktadır" diyor...

İşte Botan'ın açıklamaları:

MEDENİYET HAVZALARI ŞEHİRLER

"İnsan ilişkilerinden ekonomiye, siyasetten edebiyata, sanattan mimariye pek çok şeyi aynı anda barındırdığı için, şehirler, tarih boyunca medeniyetlerin doğup büyüdüğü havzalar olarak görülmüştür. Bu yönüyle şehre rengini veren temel unsurların başında inanç ve dünya görüşü gelmektedir. İnanç ve dünya görüşü, sosyal ilişkilere, aileye, mahalleye, komşuluğa, ekonomiye, siyasete, sanata ve en nihayetinde mekâna şekil vermiş ve bütün bunlara kendi ruhunu aşılamıştır. Söz gelimi İslam şehirleri, İslami inanç ve değerlerinden arı bir şekilde değerlendirilemez. Bu şehirlerde yaşamın ve mekânın, her anına ve yanına sirayet etmiş bir inanç çıkar karşımıza. Tarih boyunca bu gerçeklik devam edegelmiştir. Mühim olan nokta şu ki, inancın tezahürü olan geleneksel şehirlerimiz temelde insan içindir. İnsanın en tabii ihtiyaçlarını karşılamak ve en güzel şekilde yaşamasını sağlamak için vardır."

BIRAKIN BÜYÜKŞEHİRLERİMİZİ, KÖYLERİMİZDE BİLE ARTIK ÇÜRÜME BAŞ GÖSTERMİŞ DURUMDA

“Ancak insanın insanî/fıtri ihtiyaçları her daim aynı kalmaktadır. Mesela insan toprağa, yeşile, komşuluğa, nitelikli bir mekân içinde yaşamaya ihtiyaç duyar. Bunlar zamanın şartları ne olursa olsun gerekli asgari ihtiyaçlar olarak değişmezler. Ancak içinde bulunduğumuz çağın başından itibaren gelinen şu süreçte şehre, mekâna ve güzel yaşama dair kafa karışıklığı içindeyiz. Neyin güzel neyin çirkin olduğundan belki biraz bihaberiz. Bütün şehirlerimizde değerlerimizle ilişkilendiremeyeceğimiz dönüşümler yaşanmakta. Her geçen gün sosyal ilişkilerimiz ve çevreyle olan bağımız çözülüyor. Büyük şehirlerimiz bir yana, küçük şehirlerimizde hatta köylerimizde de artık bu çürüme baş göstermiş durumda. Bu çözülme öyle bir çözülmedir ki her yanımızı olumsuz etkilemektedir. Bizi doğallıktan ve evden koparan bir çözülmedir bu. Oysa doğal ve nitelikli mekânlarda yaşamak gayet tabii bir ihtiyaçtır."

MAHALLEYİ KAYBEDİYORUZ

“Geleneksel şehirlerimizin yapıtaşını mahalle oluşturur. Mahalle teşkilatının olmadığı yerde şehirden bahsetmek mümkün değildir. Mahalle, bir arada, birbirinden haberdar olarak yaşamanın; dayanışmanın olduğu zemini ihtiva eder. Çünkü mahalle demek cemaat demektir. Mahalle mescidi etrafından toplanan cemaat, bu dayanışmanın ana aktörüdür. Cemaat maddi manevi şehri/mahalleyi besleyen unsurdur. Hakikat şu ki, mahalle olmadan gerçek manada şehrin her tarafına sinen bir sosyal dayanışmadan bahsedilemez. Her mahalle kendi muhitinden sorumlu olarak bu dayanışmayı sağlayabilir ancak. Dayanışmayla birlikte mahalle cemaati ciddi bir güvenlik teşkilatıdır aynı zamanda. Fakat gel gör ki şehirlerimizi kentleşmeye kurban ettiğimiz şu zamanda üzülerek söylemeliyim ki mahalle teşkilatını kaybediyoruz. Mahalle teşkilatı yerine, sivil toplum kuruluşlarına aynı işlevi yüklemeye çalışıyoruz fakat bu son derece sınırlı kalmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının küresel zamanda icra ettikleri hizmetler kendi içinde kıymetli ve gerekli olmakla birlikte, sözünü ettiğimiz sosyal adaleti sağlamanın yegâne yolu geleneksel şehir kurgusunu yeniden canlandırmaktan geçer. Şu zamanda hırsıza, gaspçıya, katile karşı önlem almakta acziyet yaşamaktayız ki bu tür vakalar artarak devam ediyor. Devletin alacağı güvenlik bunun için yetersiz kalmaktadır. Tam da bu meselede mahalle cemaatine ihtiyaç duyuyoruz. Güvenlik derken kastettiğim husus budur. Mahalle ve cemaati bu manada önemli bir misyon yüklenmiştir tarih boyunca. Dolayısıyla şunu söyleyeyim, tarihten beri sahip olduğumuz bütün güzellikleri şehir zemininde elde ettik. Ve şehir zemininde gayet iyi işleyen bir mahalle teşkilatından söz etmek mümkündür.”

IMG227DJI_0356

APARTMANLARLA KOMŞULUK KAYBEDİLİYOR

"Komşu olmanın iki temel koşulu vardır; birincisi bir eve sahip olmak ikincisi ise oturduğumuz mahallede kalıcı olmak. Size ait bir evinizin olması gerekir ki bir yerde kalıcı olarak oturabilesiniz. Öyle bir zamanı yaşıyoruz ki oturduğumuz yerlerde çoğunlukla “ev”in sahibi biz değilizdir. Kirayla modern göçebe yaşamını yaşamaktayız. Siz de takdir edersiniz ki göçebe yaşamın olduğu yerde kalıcılıktan, kültürden, mekandan, kimlikten, en temelde ise kalıcı komşuluktan bahsedilemez. Hassaten İstanbul gibi büyük şehirlerde, bunun yanında küçük şehirlerimizde de bize ait olan ‘müstakil ev' olgusundan uzaklaşıp toprakla, yeşille, komşuyla ilişki kurmayan apartman katlarına yerleşmeye başladık. Şehirlerimiz/mahallelerimiz, birbirinden haberdar olmayan, bir araya gelemeyen, yani cemaat olamayan insan kitlesine dönüşüyor. Kalabalıklaşıyoruz ama aynı oranda birbirimizden bihaber yaşıyoruz.”

İNSANI MERKEZE ALMAYAN KENTLEŞME YALNIZLIK DOĞURUYOR

“Her ne kadar sosyal ilişkilerle ön plana çıksa da modern kentte, bu ilişkiler manevi dinamiklerden beslenemediği için kalıcı olamamakta ve çözülmektedir, nihayetinde birey kent içerisinde ciddi manada yalnızlığa maruz kalmaktadır. Yukarıda vurguladığımız mahalle dayanışması, bu yalnızlığı giderme, sıkı ilişkiler kurma adına önemlidir. Haddizatında kentin merkezinde insan yoktur. Kazanma ve katma değer üzerinden yapılaşan; alışveriş merkeziyle, geniş yollarıyla, gösterişli yapılarıyla ön plana çıkan kent, bu anlamda insan merkezli bir yaşam sunamaz. Kazanç odaklı ve araç odaklı bir dünya sunmaktadır. İstanbul'da araç sahibi olmadan yaşamak artık son derece zahmetlidir. Ayrıca İstanbul'da bir sokakta yürümek artık ne mümkün olabilmekte, ne de keyif vermektedir. Çünkü bütün yollar ve caddeler araçlar için planlanmakta ve son derece çirkin yapılarla çevrelenmektedir. Oysa geleneksel şehirlerimizde sokaklar yürümek ve tabiatında güzelliklerini keşfetmek içindir.”

DİKEY MİMARİ YAPAYLIK

“Dikey yapılaşma hem madden hem de manen yapay bir dünya sunar bizlere. Şunu demek istiyorum; demin de ifade ettim ki insan tabiatı yönüyle toprağa, yeşile, sosyal ilişkilere ihtiyaç duyar. Dikey mimari temelde bu üç unsuru bertaraf ediyor. Yetişkinlerin yanında çocukların büyüme süreçlerinin kilometre taşını sokak, toprak, bahçe, yeşillik vs. oluşturur. Dikey mimaride bunları sağlamak isteseniz de, mümkün değil sağlayamazsınız. Dolayısıyla toprağa basmayan, beton bir zemin üzerinde yaşamak zorunda kalıyorsunuz. İnsan ilişkileri, komşuluk, mahremiyet ve sözünü ettiğimiz cemaat bağının oluşamamasından ötürü de manen yapay bir dünya sunar. Yani maddi ve manevi insanın însani ihtiyaçlarını karşılayamaz dikey yapılaşma. En büyük problem şu ki dikeyde kalıcı evler ve aileler elde etmeniz mümkün değildir. Kiracılık gerçeğinin dikeyde özellikle ön plana çıkması beraberinde göçebe bir yaşamı getirmektedir. Her an olduğunuz yerden başa bir yere taşınma haleti ruhiye içerisinde oluyorsunuz. Bu da kalıcı ilişkileri, güveni ve özellikle güvenliği ortadan kaldırıyor. Aynı şekilde dikey yapılaşmada mahalle olgusundan bahsetmek aykırı kaçar. Mahalle dikeyde değil yatayda oluşur; evlerin belli mesafeler ve mahremiyetler çerçevesinde bir araya gelmesiyle olgunlaşır. Az evvel söylediğimi tekrardan vurgulamak istiyorum, insan ölçeğinde ve insanın ihtiyaçlarını karşılayan mahalleler planlamazsak ne insani ilişkilerimizi, komşuluğumuzu düzenleyebiliriz ne de güvenliğimizi sağlayabilir. Tabi maddi manevi yapaylık bütün şehirlerimizi sarmalamaya başladı. Hatta acı olan boyutu, köylerimize kadar sirayet etti. Küreselleşmeyle beraber bütün şehirlerimizin planlaması ve yapılarda kullanılan malzeme o kadar standart hale geldi ki artık bir bölgeden diğer bir bölgedeki şehre gittiğiniz zaman farklı bir kimlikte şehir göremezsiniz. Küresel kentleşme mantığı şehirleri kentleşmeye maruz bırakarak kimliksizleştiriyor maalesef. Dediğim gibi bu kimlik sorunu köylerimize kadar ulaştı. Artık köylerde bile betonarme evler yapmaya ve bununla övünmeye başladık. Medeniyet şehir kimliğiyle ilişkilidir, kimliğe sahip şehirler inşa etmeden uzun vadede medeniyet inşasından söz edilemez. Kimlikli şehirler, inancın ve değerlerin içinde yeşerdiği ve neşvünema bulduğu yerlerdir. Geleneğimizin şehirleri böyle değil midir?”

"TOKİ HAREKETE GEÇTİ"

Bu kötü gidişata karşı öteden beridir tekil yakarışlar yapıldı. Yer yer sivil toplum kuruluşları tarafından da bu meseleye ilişkin itirazlar dillendirildi. Nihayet yöneticiler son zamanlarda bu meseleyi gündemlerine aldılar ve kötü noktaya gelindiğine dair bir özeleştiride bulundular. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) de bu çağrıya kulak verenler arasında yer alarak, hayata geçirmek suretiyle son yıllarda üzerinde konuştuğumuz bu meselelerle ilişkili şehir/mahalle yarışmaları düzenlemeye başladı. Bu farkındalık başlangıç itibariyle önemlidir. Ama bunun ötesinde, toplum olarak bizlerin bu farkındalığa sahip olmamız gerekir ki, ancak bu şekilde köklü bir çözüm bulunabilir.”

 

Haber Ara